Değişimin ayak sesleri duyuluyordu fakat ne zaman ki 21.yüzyıla adım attık; değişim devrimci bir hâl aldı. İnsanlık tarihinde yeni bir sayfa açıldı, şimdiyse dijital uygarlığa geçişin sancılarını yaşıyoruz. Sosyal bilimler literatürü tarihteki köklü dönüşümlerin ilk önce belirli bir coğrafyada başladığını, sonrasında ise yavaş yavaş dünyayı etkisi altına aldığını yazıyor. Ne var ki bu sefer öyle olmadı. Değişim, çok daha radikal, geniş çaplı ve tüm dünyada aynı zamanda yaşandı, yaşanıyor.

Bu büyük dönüşümden eğitim de nasibini alıyor. Eğitimde klasik yöntem, araç ve içeriklerin çöktüğü bir zaman dilimini yaşıyoruz. Sanayi toplumunun ve ulus devletin ihtiyaç ve beklentilerini karşılamaya yönelik organize edilen modern eğitim, günümüz dünyasında geçerliliğini yitirdi. Ne zamandır dünyada online eğitimler, ev okulları, farklılaştırılmış ve kişiselleştirilmiş müfredatı işleyen grup eğitimleri zaten vardı. Göreceksiniz önümüzdeki günlerde de artırılmış gerçeklik, sanal gerçeklik, giyilebilir teknoloji, robotlar, yapay zekâ, nesnelerin interneti en çok eğitim sektörü içinde gelişme olanağı bulacak.

Pandemi süreci eğitim adına bir fırsata dönüştürülebilirdi fakat bu şansı kaybettik. İlgili bakanlığın yaz aylarını hazırlıklarla geçirdiğine ilişkin açıklamaları hatta çeşitli senaryolara devreye sokacaklarını ilan etmesi umutlandırmıştı bizleri. Fakat sonrasında yaşananlar tam bir fiyasko. Geleneksel eğitimi online biçimde yapmak başarı sayılıyor. Anlaşılan o ki bakanlığın iyi niyetli, naif, şirin açıklamalarından başka yapabileceği bir şey yok. Çocuklarımız sabahtan akşama kadar ekran başında, zamanın gerisinde, dünyanın dışında saçma bir müfredatla oyalanıyorlar. Öğretmenlerimiz çaresiz, teçhizatsız; veliler kaygılı… Tazecik zihinler, ekrana bakmaktan bırakın gökyüzüne, ağaca bakmayı yanı başındaki annesinin, kardeşinin yüzüne bakamıyor. Ekran bağımlılığı, obezite, dikkat sorunları ve daha nice sıkıntı kapıda. Gelecek körlüğü bu, başka bir şey değil.

Göz ki dağın ardını göre.

Akıl ki başa geleceği bile.

Dünyada kariyerin anlamı değişti, bugün bildiğimiz mesleklerin çoğu olmayacak. Biz ise dünyadan kopuk bir müfredatı öğrenci ve veliye gelecek diye dayatıyoruz. Geçen aylarda üniversite sınavlarında tercih danışmanlığı yaptım. Bu sıradaki gözlemlerimi anlatsam gülersiniz; okuduğunu anlayacak kadar Türkçe bilgisi olmayan bir öğrenci psikoloji bölümüne girdi hem de yüzde 50 burslu. Hiç fizik neti olmayan bir öğrenciyi bilim adamı yetiştirdiğini iddia eden fizik bölümüne kaydettirdik. Sınavı kazanmayanlar ise sadece sınavı değil öz güvenini, farklı sektörlerde başarılı olma umudunu, yaşama sevincini de kaybetti ne yazık ki.

Bu müfredat ve müfredattaki kazanımları ölçen sınavlar, gençlerimize giydirilen deli gömlekleridir. Bu deli gömleklerini yırtıp atmak, insana, ülkemize ve insanlığa inanan her eğitimcinin, ebeveynin boynunun borcu olduğu kadar vicdanî red hakkıdır da. Zira katledilen, çocuklarımızın ve ülkemizin geleceğidir. Kimsenin ailelerin ve çocuklarımızın parasını, emeğini, zamanını ve hayallerini çalmaya hakkı yok.

Yürüyen merdivenlerde tersine koşmaya çalışıyoruz. Her tarafından patlayan elbisemizi yamalama telaşındayız. Dostlar alışverişte görsün kabilinden bir iki yeni uygulamayı takma bıyık misali müfredata yerleştirince çağı yakalayacağımızı düşünüyoruz. Bu trajikomik uygulamalarla farklılaşan nesli yakalamayı hedefliyoruz. Gençlerimizi onların yaşadığı dünyaya değil kendi deneyimlediğimiz ama geçerliliği kalmamış dünün dünyasına hazırlamaya çalışıyoruz.

İhtiyacımız olan paradigmal bir dönüşüm, ölüyü kırbaçlamak değil.

Karl Marx, “Bütün tarihsel olaylar iki kez tekrar edilir; ilkinde trajedi, ikincisinde komedi olarak,” diyor. Sanayi toplumundan dijital uygarlığa geçişte bir hızlandırıcı olan pandemi, tüm dünyada ilkinde trajedi olarak yaşandı. Biz trajedisini yaşadık şimdiyse ölüyü kırbaçlayarak daha çok komedisini yaşıyoruz.