Faber est suae quisque fortunae!*

(Her insan kendi yazgısını kendisi yazar.)

Bir Diyalektik: Sevinç ve Keder

Felsefe, −en arı hâliyle− bir duygudurum beyanı ve felsefî metin ise, filozofun duygusunu, duygular arası geçişini, duyguların aşırılaşıp sönümlenişini izleyebileceğimiz bir “duygu anıtı”dır adeta. Sözgelimi, Nietzschean öfke, Weiningerian nefret, Sartrean hürriyet tutkusu, Spinozian sevinç ya da Kierkegaardian keder duyguları; bize felsefenin en duru okumasını sunar. Lâkin burada bir diyalektik kurmak gerekse (ki her zaman bir şeyi açığa çıkarmak için diyalektik kurmak ve onu zıtlıkta görmek gerektir) Spinoza’nın “sevinç”i ve Kierkegaard’nun “keder”i üzerine konuşmak anlamlı olacaktır.

Baruch Spinoza felsefesinde; “Sevinç, insanın daha az bir yetkinlikten daha büyük bir yetkinliğe” ve “Keder, insanın daha büyük bir yetkinlikten daha az bir yetkinliğe geçişidir” (Spinoza, 2016, s. 181). Buradaki yetkinlik durumu, insanın varlıkta kalma çabasına –yani Conatus’una− ve eyleme gücüne ilişkin bir yetkinlik durumudur. Spinoza için “sevinç” varlıkta kalma çabasını ve eyleme gücünü artıran, teşvik eden temel bir duygu iken; “keder” ise varlıkta kalma çabasını ve eyleme gücünü azaltan, kesintiye uğratan bir karşı-duygu olarak varlığımızın karşısına dikilir. Oysaki Kierkegaard için keder, motive edici, yaratıcı ve varlığımızın parçası olan bir duygu hâlini alarak; şaşkınlık verecek şekilde, insanın “samimi bir dostu” ve “vefalı sevgilisi” rolünü üstleniverir – dahası ise “keder”i insanın “kalesi” oluverir (1). İskoç romantik şairi Lord Byron’ın da dediği gibi, artık “Keder, bilgidir” (2) ve insan onun yamacından konuşur. Spinoza ve Kierkegaard felsefelerindeki bu uzlaştırılamaz zıtlık, onların yaşamöykülerini de daha ilgi çekici hâle getirebilir. Birkaç anekdotla:

Spinoza’nın Aforozu ve Kierkegaad’nun Sürüklenişi

Baruch de Espinoza’yı lânetliyoruz, sürüyoruz ve aforoz ediyoruz. Gündüz lânetlensin ve gece lânetlensin, uyumaya yattığında lânetlensin ve uyandığında lânetlensin, girerken lânetlensin ve çıkarken lânetlensin. Rab onu affetmesin. Gazap ve öfkesiyle bu adamı kavursun. … Ve sizler, Tanrı’nız Rab huzurunda bir araya gelmiş kimselere … ihtar edilir ki, ne kimse onunla konuşabilir ne de ona yazabilir, ne ona bir iyilik edebilir, ne de onunla aynı çatı altında durabilir, ne onun dört dirsekten yakınına gidebilir, ne de onun yazdığı bir şeyi okuyabilir.” (Tatián, 2017, s. 19.) 27 Temmuz 1756 tarihinde okunan bu aforoz metni, Spinoza’nın yaşamöyküsü için oldukça kritik ve dramatik bir yol ayrımıdır − ki aforoz gerçekleştiğinde Spinoza henüz yirmi dört yaşında bir gençtir ve Yahudi cemaatinin önde gelen kişilerinden birisi olan babasını iki sene önce yitirmiştir. Yani Spinoza, kendisine karşı oluşmuş bu cepheye tek başına göğüs germek zorundadır – ve bu göğüs germe bütün yaşamı boyunca sürmelidir. Aforoza neden olan iddia ise, Spinoza’nın bir “sapkın” olduğu ve “canavarca fiiller” işlediğidir. Aforoz olayından birkaç sene sonra artık doğduğu yer olan Amsterdam’da barınamaz hâle gelen Spinoza, Rijnsburg’a yerleşir ve burada ünlü eseri Etika’nın da temellerini atmaya başlar. Bir yandan da optik üzerine ilkgençliğinden gelen merakı sürmektedir ve mercek parlatma işini de elden bırakmaz. Rijnsburg’daki yaşamından birkaç sene sonra Voorburg’a yerleşen Spinoza’nın son durağı ise Lahey olacaktır. Ölümünden birkaç sene önce Etika’yı tamamlayan Spinoza, 1677 senesinde, yani henüz kırk beş yaşında iken yeryüzü konukluğuna veda eder.

Gelgelelim, Spinoza’ya yağdırılmış bütün o lânetler, neredeyse iki asır sonra Kierkegaard’yu bulmuş gibidir – ya da en azından onun inancı bu yöndedir. Aile fertlerinin birer birer ölmesini (annesi, beş kardeşi ve en son olarak da, 1838’de babası – ki kendisinden kalan hatırı sayılır maddî miras Kierkegaard’nun tüm vaktini yazmaya ayırmasına fırsat tanıyacaktır) “Tanrı’nın lâneti” olarak yorumlayan Kierkegaard, −babasının her an ve her yerde düşmeye meyyâl psikolojik mirasıyla da− iyiden iyiye melânkolinin kollarında bulmuştur kendisini. Ve yaşamöyküsünün belki de en kritik dönemecinde, keder duvarının son tuğlası olarak Kierkegaard; dört yıllık sevgilisi ve bir senelik nişanlısı olan henüz on dokuzundaki Regine Olsen’den “susturulamaz melânkolisini” gerekçe göstererek ayrılmış (ki Kierkegaard’nun yaşamı boyunca ciddiye aldığı tek şeydir onunla olan ilişkisi) ve Regine Olsen, Kierkegaard’dan ayrıldıktan birkaç sene sonra başka birisiyle nişanlanmıştır. Bu hadiseden sonra Kierkegaard, adeta “Kopenhag sokaklarında yürüyen bir ruha / bir düşünceye / bir gizeme” dönüşmüştür. Kierkegaard’nun yaşamı, Spinoza’dan biraz daha erken şekilde, 1855’de ve henüz kırk iki yaşındayken son bulur.

Çıkarsanması Gereken

Bu iki yaşamöyküsünden yola çıkarak şöylesi bir okuma mümkündür öyleyse: Spinoza’nın sevinci –gerek bedensel ve gerekse zihinsel olarak− bir direniş durumundan, bir inatlaşmadan motive olurken –ki bu zaten Conatus’un da gereğidir–; Kierkegaard’nun kederi ise daha en baştan yazgısına teslim olmuşluğun, daha en baştan kederin kollarına kendini bırakıvermişliğin ve daha en baştan yenilgiyi kabullenmişliğin bir neticesi gibidir (hoş, Kierkegaard’nun baktığı yerden bakılacak olursa, bu bir yenilgiden ziyade, savaşmadan elde edilmiş, Tanrı tarafından −bilinçsizce− armağan edilmiş bir zafere benzemektedir). Daha açığı ise; Spinoza, felsefesi ile idealize ettiği duyguda, yani sevinçte ısrarcı olur ve ayak diretirken, Kierkegaard yazgının ve kederin kendisi için uygun gördüğü rolü şaşkınlık uyandırıcı bir sağduyu ve nezaketle kabullenmiştir.

Son olarak şunun da altını itina ile çizmem gerekir – ki bir seçim yapma zorunluluğu ile yüreğiniz sıkışmasın ya da aklınız seçim yapma coşkusuyla hücuma kalkmasın: Ne Spinoza’nın sevinci ne de Kierkegaard’nun kederi bize ve yaşamımıza rehberlik edebilir ya da duygusal yolculuğumuza bir ışık tutabilir. Zirâ, dostlarım, her yeryüzü yurttaşı kendi yazgısının duygusunu keşfetmekle ve o duygunun eylemcisi olmakla ödevlidir. Spinoza’yı Spinoza yapan ve Kierkegaard’yu Kierkegaard yapan şey ise, sevinçleri ya da kederleri değil; bu duyguları keşfetmekteki mahâretleridir.

Hölderlin yurdunuz, Tagore göğünüz,

Camus yâr ve Nietzsche yardımcınız olsun.

Dipnotlar

(1) Kierkegaard, Søren, Aforizmalar, Pinhan Yayıncılık, 2017.

(2) Sorrow is knowledge: they who know the most

Must mourn the deepest o’er the fatal truth,

The Tree of Knowledge is not that of Life. (Manfred, 1817).

Kaynakça:

SPINOZA, Baruch, Etika, Dost Kitabevi Yayınları, 2016.

TATIAN, Diego, Spinoza. Bir Başlangıç, Dost Kitabevi Yayınları, 2017.

KIERKEGAARD, Søren, Aforizmalar, Pinhan Yayıncılık, 2017.

KIERKEGAARD, Søren, Ölümcül Hastalık Umutsuzluk, Doğu Batı Yayınları, 2017.