19 Aralık 1926’da Aksaray’da dünyaya gelir Fikret Otyam.

Babası İsmet İnönü’nün silah arkadaşlarından Vasıf Bey, Yemen’de ve Anadolu’nun kurtuluş yıllarında askerlik yapar, emekli olduktan sonra eczacılık yapmaya başlar.

Fikret Otyam, çocukluk günlerinden hatırladığı İsmet Paşa’ya bir anısında yer verir : ‘24 Temmuz 1942, Reisicumhur İsmet Paşa, Adana’dan Ankara’ya geçerken öğle yemeğini bizim evde yedi. Yemekte Paşa, ‘Vasıf, tığ gibi delikanlıydın!’ deyince heyecandan donuma işedim. Babam bize yalan söylememişti. İlk kez Paşa’nın fotoğrafını o gün çektim. Nereden, nasıl bilebilirdim ölünceye kadar fotoğraf çekeceğimi.’

Fikret Otyam, adının anlamının hakkını verir, ‘düşünce’ ler üretir. Sanat yaşamında fotoğrafla yetinmez; ressam, gazeteci ve yazar kimliğini de kariyerine sığdırmayı başarır.

Kardeşleri de sanatçı ile aynı doğrultuda ilerleyerek sanat kariyerlerini oluşturur. Ünlü besteci ve orkestra şefi Nedim Vasıf Otyam ve Nusret Kemal Otyam’ın kardeşi olma gururunu yaşar Fikret Otyam.

Sanatçı, ilk ve orta öğrenimini Aksaray’da sürdürür. Okul hayatını verimli geçiren Fikret Otyam’ın hayatı Fransızca öğretmeni Emekli Albay Lüleci Haşim Bey’in kendisine fotoğraf makinesi hediye etmesiyle değişir. Bu hediye, onun fotoğrafa ve ardından resme yürekten bağlanmasını sağlar.

Lise yaşamını ise Kayseri ve Ankara’da sürdürür. Ankara’da öğrenciliğini sürdürürken okul gezisiyle bir müzeye gider, müzede gerçekleşen tatsız bir olay maalesef Ankara’daki eğitim hayatının sonlanmasına yol açar. Gezi sırasında öğrencilerden birinin Hitit aslanın ağzına tükürmesi sonucunda tarih öğretmeni Fikret Otyam’ı suçlar hatta ‘Pis Anadolulu bunu sen yapmışsındır,’ der. Bu hakaret Fikret Otyam’ı bir hayli etkiler. Bu olay üzerine hem okulunu hem de Ankara’yı terk eder.

Yaşadığı bu olayı ve ardından gelişen süreci tüm samimiyeti ile paylaşır:

“Okul ile müze gezmeye gittik bir gün. Orada bir olay oldu ve tarih öğretmeni benim yaptığıma karar verdi. Çok ağırıma gitti, aracılar koyduk, yapmadığımı anlatamadık bir türlü, bıraktım okumayı Aksaray’a, eczaneye döndüm. Bir sonraki yıl, Kayseri Lisesine yatılı gittim, savaş yılları, bitlenmişiz. Hastaneye götürdüler bizi, saçlarımızı kestiler. Beni burada bir hemşehrimiz görmüş ve babama ‘oğlun hastanede yatıyor’ demiş, Kayseri dönemi de bitti.

Aksaray Orta Okulunda çok değerli bir resim öğretmenimiz vardı. Çok yardımcı olmuştu, kontraplak üzerine kutu yağlıboya ile resim yapmayı öğretmişti bana.

Bir gün belediyenin önünde yabancı bir çocuk gördüm, yardım ettim. İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisinde öğrenciymiş. Okul hakkında bilgileri topladım ve babama durumu anlattığımda ‘tabelacı mı olacaksın’ dedi ama ben İstanbul’a gittim. İbrahim Çallı’nın atölyesinde bir yıl ‘misafir öğrenci’ oldum, ikinci yıl sınav vererek gerçek öğrenciliğe geçtim.

Çallı akademideki bütün hocaların hocası ama bir de Bedri Rahmi Eyüpoğlu var. Çallı’dan izin alarak, şairliği, yazarlığı, ressamlığı ve üstüne üstlük türkü severliği ile bana çok yakın bulduğum ‘can adam’ Bedri Rahmi Atölyesine geçtim, buradan da 1953 yılında mezun oldum.”

Bedri Rahmi’nin ekolünden yetişir Otyam. Ancak öğrencilik yıllarında ailesinden gelen kısıtlı para nedeniyle iş arayışına girer. Böylece 1950 yılında ‘Son Saat’ gazetesinde başlayan gazetecilik kariyeri de ömrünün sonuna dek devam eder. Bir süre öğrencilik ve gazeteciliği beraber sürdüren Otyam, 1953 yılında resim bölümündeki eğitimini tamamlar.

Gazetecilik kariyerinin başlangıcını ise “Kan Kokulu Sanat” hikayesi ile şöyle paylaşır:

“Ağabeyimin bir arkadaşı var, Selahattin ağabey, Son Saat gazetesinin istihbarat şefi, yanına gidip geliyorum. Gazetenin sahibi Cihat Baban’da bana ‘git resmini yap’ diyor. Bir gün ben de gazetede iken bir olay oldu. Polis Adliye muhabirine patron bir iş için gitmeyeceksin diyor, o gideceğim diyor. Cihat Baban, ‘git bir daha gelme’ dedi, bana da döndü ‘sen polis adliye muhabirisin’ dedi. O zaman ne sendika var ne yasa, işe giriş ve çıkış böyle oluyordu, yıl 1950.

Sabah erkenden adliyeye gidiyorum, duruşma listelerini inceliyorum, gerekenler daha sonra izlenecek, polise gidip bülten alıyorum, onları gazeteye bırakıp saat dokuzda okuldaki yoklamaya katılıyorum Akşam gazetesi olduğu için, ders durumuna göre veya öğle tatilinde gazeteye gelip yazıları tamamlıyorum. Bu iki buçuk yıl sürdü. Anılarını yazan bir savcının kitabında bu çalışma tempom yer alır.

Ali Karakurt diye bir arkadaşım ile askerlikten ayrılmış Doğan Tanyer var değişik gazetelerde aynı işi yapan, onlarla da paslaşıyoruz.

Gazeteci Mekki Sait milletvekili olunca Tanyer’in askerlik konusunu inceledi ve rütbelerini geri aldı. Tanyer bu dönemde hukuku bitirmişti, 27 Mayıs ihtilalinde Menderes’i ilk yargılayan askeri yargıç oldu. Daha sonra avukatlık yaptı ve zulüm görmüşlerin haklarını aradı.”

Hem öğrencilik hem gazetecilik şeklinde yürüttüğü yaşamı zor olsa da bunun üstesinden gelmeyi başarır, mezun olduğunda kariyeri için önemli bir de başarı elde eder. 1953 yılında artık Fikret Otyam, Falih Rıfkı Atay’ın ‘Dünya’ gazetesinde Yazı İşleri Müdürü Ali İhsan Göğüş’ün yardımcısı olur. Aynı zamanda gazetenin aktif yazarlığını yapar.

Aynı yıl özel hayatında da güzel gelişmeler olur, dokuma ve fotoğraf sanatçısı Filiz Otyam’la evlenir ve ‘Elvan’ isminde bir de kızı olur.

1953 yılı onun için oldukça hareketli geçen önemli bir yıldır. Güneydoğu ve Doğu Anadolu’yu gezen sanatçı, yazar Yaşar Kemal’le de bir röportaj dizisi oluşturur. Güneydoğu ve Doğu Anadolu ile ilgili çıktığı röportaj yolculuklarını sonraki yıllarda kitaplaştırır.

Askerlik görevi, işlerini bir süreliğine durdursa da aktif olarak gazetecilik yaşamını sürdürmeye devam eder. ‘Son Saat’ gazetesinde meslek yaşamını başlatır, 2014 yılına kadar da ‘Dünya’ ve ‘Ulus’ ardından da Cumhuriyet gazetesinde devam eder.

Gazeteci Abdi İpekçi’nin ölümü Fikret Otyam’ı çok etkiler, Antalya’ya taşınma kararı alır. Antalya’nın Gazipaşa ilçesinden satın aldığı bir araziye ev yaptırır. Bir süre sonra yine Antalya’nın Geyikbayırı Köyünden ev alarak yaşamlarını burada sürdürürler. Böylece resme daha fazla zaman ayırabilir ve kitap yazar.

Atatürk hayranı ressam, tıpkı Atatürk gibi vatanına aşıktır. Daima Türk halkıyla iç içe olarak şehir yaşamından daha çok –çocukluğunu küçük bir yerde geçirmiş olmanın etkisi olabilir- köy yaşamında kendini bulur. Halkın içinde olmak onda ciddi bir halk birikimi elde etmesini sağlar.

‘Halkımı o yaşlarda eczanede tanıdım. İnanılmaz bir fakirlik vardı. İkinci Dünya Savaşı yılları daha felaketti. Sıtma, uyuz, trahom halkı kırıp geçiriyordu. Dürüstlüğü, insan sevgisini babamdan öğrendim.’

Bu gözlemlerin yoğunluğuyla Anadolu insanını, mahalli unsurlarını, Anadolu’ya duyduğu aşkı resmeder. Resimlerinde en çok ‘keçi’ ya da ‘başörtülü kadın’ motifini kullanır. Ayrıca dikkat çeken bir diğer figür ise ‘göz’dür. ‘Göz’ figürünü kullanma nedenini şu şekilde açıklar: “Dünyada üç tane güzel göz vardır: Birincisi Doğu Anadolu kadının gözü, ikincisi eşek sıpası gözü ve üçüncüsü ceylan gözü.’’

Bu nedenle resimlerindeki kadınlar hep iri gözlü şekilde tasvir eder.

Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun öğrencisi olmanın da etkisiyle Anadolu-Batı sentezi üzerinde durur. Eserlerindeki odak noktası ise ‘insan duyarlılığı’dır.

Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu gezilerinde sadece fotoğraf çekip röportaj yapmaz. Bu unsurlarla yetinmeyip yörenin türkülerini de derler. Fikret Otyam sayesinde unutulmaya yüz tutmuş birçok türkü kurtulur.

Resimlerinde içten bir tavır anlayışı hakimdir. Kendine özgü bir şiir dili geliştirir. Sürekli gelişme gösteren bir resim anlayışıyla ‘leke’ tekniğini uygular. Resimlerinde egemen olan beyaz rengi birer leke halinde kullanır, bu lekeleme yöntemiyle de Türk insanının anlatımını adeta destanlaştırır.

Bu içten, samimi, bizden ressam, maalesef 9 Ağustos 2015’te aramızdan ayrılır. Geride birçok röportaj, fotoğraf ve resimler bırakır,’biz’e ‘biz’i büyük bir başarıyla sunar.

 

Kaynak: Faruk Bildirici- Fikret Otyam’la Söyleşi

http://www.fikretotyam.com/biyografi