“Daha ne kadar ıskalayacağız hayatı Olric?

Oklarımız bitene kadar Efendimiz!..”

Tutunamayanlar, Oğuz Atay

 

Postmodern anlayışla yazılan bir romanı okumak zorlu bir iştir. Aslında herkesin harcı da değildir. Metnin yapısındaki karmaşıklığı çözmek bir parça emek ister. Çoğu zaman bu emek, kitabı yarım bırakmakla sonlanır.

Sizin pes etmemeniz dileğiyle…

Bu anlayıştaki romanları düşününce akla ilk gelen, her ne kadar popüler kültüre bir parça yenik düşmüş olsa da, Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar romanı olur.

Peki, yazar neden seçer bu kadar “zor okunur” olmayı?

Çünkü bilinçaltında anlatılmayı bekleyen çok şey vardır. Belki de elimize böyle bir roman almadan önce bu roman geleneğinin tekniklerine biraz bakmak lazım.

 

POSTMODERN ROMANDA KULLANILAN TEKNİKLER NELERDİR?

Metinler Arasılık- Parodi ve Pastiş

60’lı yıllarda özellikle kendini gösteren ve postmodern okumaların temel yöntemlerinden biri olan Metinler arasılık kavramı, sanat alanında farklı disiplinlerin birbiriyle iç içe geçmeleri sonucu anlam çokluğu bağlamında sonsuz bir alana işaret etmektedir. Metinler arasılık kavramı Kristeva’nın, Mihail Baktin’in söyleşimcilik kuramından esinlenerek kendi göstergebilimsel kuramın geliştirmesiyle ilgi görmüştür. Kristeva’ya göre ise ‘metinlerarası, kabaca iki ya da daha çok metin arasında bir alışveriş, bir tür konuşma ya da söyleşim biçimi olarak anlaşılmalıdır. Bu noktada kavramı sinemaya uyarlayarak, çekilen filmlerin bazı sahnelerin zaman geçtikten sonra yeniden, farklı amaçlarla üretilmesini ‘filmlerarasılık’ olarak adlandırmak mümkün görünmektedir. Kristeva’ya göre, ‘metinlerarası bir metnin önceki bir metni yinelemesi değil, sonsuz bir süreç, metinsel bir devinimdir. Metinlerarası başka metinlere ait unsurları taklit etmek ya da onları olduğu gibi yeni bir metne sokmak işlemi değil bir “yer(ya da bağlam) değiştirme”(transposition) işlemidir’. Yöntemleri arasında alıntı, gizli, alıntı, anıştırma, yansılama, öykünme, anlatı içinde anlatı, vb. biçimleri taşıyan kavram Kristeva’ya göre aynı zamanda birden çok gösterge dizgesinin yeni bir anlamla donatılarak yeni bir gösterge dizgesi oluşturmasıdır.

Metinlerarasılık metinlerin anlamının başka metinler tarafından şekillendirilmesidir. Bir yazarın önceki bir metni ödünç alması ve dönüştürmesi için kullanılabildiği gibi bir metni okuyan bir okurun bir başka metne başvurması için de kullanılabilmektedir. Bu ilişki farklı medyaların metinleri arasında kurulduğunda “Medyalar arasılık” olarak adlandırılır. “Metinlerarasılık” kavramının kendisi de postyapısalcı Julia Kristeva tarafından 1966 yılında bulunmasından bu yana pek çok kez ödünç alınmış ve dönüştürülmüştür. Eleştirmen William Irwin’in belirttiği gibi, bu terim, “Kristeva’nın ilk vizyonuna sadık kalanlardan onu sadece anıştırma ve etkiden bahsederken daha şık bir dil kullanmak isteyenlere kadar neredeyse kullanıcı sayısı kadar farklı anlamlara gelir hale gelmiştir”.

Pastiş (öykünme) ve Parodi (yansılama) işlemleri yazın alanında metinler arasılık olarak ifade edilen kavramlardır. Metinler arası ilişkilerde türev ilişkileri olarak tanımlanan pastiş (öykünme) ve parodi (yansılama) ise öteki metne gönderme yaparak onu biçim ya da içerik düzeyinde taklit etme işlemidir.

Pastiş ya da diğer bir deyişle benzek-pastiche; bir sanatçının üslubunu, tarzını, dilini veya düşüncesini taklit ederek ve önceki formdan hareket ederek yeniden oluşturulan eser olarak tanımlanabilmektedir. Diğer bir ifadesiyle bir sanatkârın dil ve anlatım özelliklerini temel alarak onu anımsatan, çağrıştıran yeni bir çıktı ortaya koymaktır. Bu anlamıyla stil öykünmesi olarak tanımlanabilen pastiş yöntemi; saygı göstermek, parodi yapmak, yermek ya da aşmak gibi amaçlarla kullanılabilmektedir.

Pastiş; var olan olguların alaycı, ironik bir karışımıdır ve olayları ciddiye almayı reddetmeyi, bunların göz kırpma, dil çıkartma gibi göstergelerini kullanmayı yeğlemektedir. Potpuri anlamında farklı çalışmalardan alıntılarla yapılmış çalışmalar olarak da yayımlanabilen pastiş; ironi, taklit ve alıntı ile olduğu kadar parodi-parody terimlerinden biriyle adlandırılabilmektedir. Bu bağlamda, bir metnin postmodern olup olamayacağını ölçütü olarak kabul edildiği görülen pastiş ve parodinin her ikisi de ancak metinler arasılık ile var olabilmektedir. Öyle ki, diğer türlere ait üslup özelliklerinin taklidi demek olan pastiş ve montajlanan, alıntılanan ya da ismi zikredilen eserlerin eğlendirmeye hizmet etmesi için alaya alınarak ve bozularak kullanılması demek olan parodi, ancak metinler arasılık bağlamında metin yer alabilmektedir.

Ancak diğer taraftan her ikisi de farklı şeylere gönderme yapmaktadır. Ölü biçimlere öykünme olarak da ifade bulan pastiş; diğer yapıtların imgelerini ve bölümlerini parçalar halinde alarak kullanırken, onları yinelemekte ve yapay birleşimlere giderek daha canlı bir etki bırakmaya çalışmaktadır. Hala yaşayan ve etkili olan biçemleri gözden düşürmeyi ve onlarla alay etmeyi amaçlayan parodi ise, modern sanat içerisinde verimli bir yaşam alanı bulmuştur. Ancak modern biçemlerin medya konuşmalarına indirgenen yanları içerisinde ortadan kalkmıştır.

Buraya kadar anlatılanları bir örnekle somutlaştıralım:

“Projeni altı günde bitirebilirsen eğer yedinci gün dinlenmene izin verebilirim, demişti uzun saçlı, at kuyruklu patronu.

-Peki efendim, diyerek odadan ayrıldığında kafasında tek bir düşünce vardı: Pazar gününü kitapları ve kahvesiyle huzur içerisinde geçirebilmek.

Ofisine geçti ve ufak çaplı bir plan hazırladı. Altı günlük planını şu şekilde notlar alarak hazırlamıştı:

  1. Gün: Projemin maketini hazırlamak ve gerekli mimarları aramak
  2. Gün: Atılacak temel için alan ölçümü yapmak
  3. Gün: Arsayı yakından incelemek ve satış ofisinin yerini belirlemek
  4. Gün: Reklam panolarının yerlerinin belirlenmesi
  5. Gün: Mimar Selen Hanım’ı yemeğe çıkararak ona projenin detaylardan bahsetmek
  6. Gün: Belediyeden alınan izinlerin onaya sunulması ve imzalatılması
  7. Gün: Leyla dinleniyor.”

 

Tevrat’taki dini inanca göre Tanrı dünyayı 6 günde yaratmıştır ve 7. gün dinlenmiştir. Örnekte, bu dini bilgiye gönderme yapılarak kahraman 6 gün boyunca çalışır ve 7. gün dinlenmeye çekilir.

ALINTILANAN İÇ KONUŞMA- AKTARILAN İÇ KONUŞMA ve BİLİNÇ AKIŞI TEKNİĞİ

Alıntılanan iç konuşma yöntemi, (quoted monologue ya da direct free speech) de postmodern romanda kullanılan tekniklerden biri olmuştur. Bu yöntemde anlatıcı aradan çekilir, karakterin kendi kendine konuşmasını, düşündüklerini olduğu gibi alıntılar. Proust’ta kahraman bir kişilik değil, zamanın iç bilincidir. Bilinç akışı, bu yöntemin özel bir şeklidir. Karakterin akıp giden düşüncesinde mantıksal bağlar yerine çağrışım ilkesi egemendir. Alıntılanan bir iç konuşma içinde bir başka iç konuşma da olabilir. Dış diyalog, iç konuşma ve iç diyalog bir arada da örülebilir.

İç konuşma tekniği, roman sanatında kullanılmaya başlanılmasıyla romanın gerçekçiliğini önemli ölçüde artırmış tekniktir. Bu teknik sayesinde okuyucu roman kişisinin aklından geçenleri yazarın anlatımı hatta yorumuyla değil doğrudan roman kişisinin kendisinden öğrenir ve bu sayede yazar kendisinin varlığını unutturmuş olur. Birçok eleştirmene göre bu tekniğinin bir anlatım yöntemi olarak sürekli kullanıldığı ilk roman, Edouard Dujardin’in 1887’de basılmış olan Les Lauries Sont Coupes’sidir.

İç monolog, iç diyalog diye de aktarılabilen iç konuşma tekniği, anlatma temelli edebiyat eserlerindeki (roman, hikâye, tiyatro, masal, efsane) kahramanların içinden geçtiği farz edilen sözlerin okura aktarılmasıdır. İç konuşmalar, çok düzenli ve edebî olamaz, çünkü bu gerçeklik duygusuna aykırı düşer. İç konuşma, çokluk bilinç akışı romanlarında kullanılan nadiren diğer anlatı türlerinde de başvurulan çağrışımlara dayalı bir anlatma biçimi / tekniği olarak karşımıza çıkar.

Somutlaştırmak için bir örnek daha verelim:

İç konuşma / 1. Tekil Kişi Anlatım

“Az önce yazdıklarım çok saçmaydı. Zaten hep böyle yapıyorum. Ne zaman ayakkabılarım çamur olsa onu hatırlıyorum ve aynı güne dönüp duruyorum. Anılarıma saygım var o yüzden yazma ihtiyacı duyuyorum. Çamura da bu kadar çok anlam yüklememeliydim. Aslında ona bir teşekkür borcum da yok değil. O olmasaydı şiirleri anlayamazdım.”

3.Kişi Anlatım

“Az önce yazdıkları çok saçmaydı. Zaten hep böyle yapıyordu. Ne zaman ayakkabıları çamur olsa onu hatırlıyordu ve aynı güne dönüp duruyordu. Anılarına saygı duyuyordu bu yüzden yazma ihtiyacı içerisindeydi. Çamura bu kadar anlam yüklememeliydi. Aslında Leyla’ya bir teşekkür borcu da yok değildi. O olmasaydı şiirleri iyi anlayamazdı.”

 

BİLİNÇ AKIŞI TEKNİĞİ

Roman ve hikâyede başvurulan bir anlatma yöntemidir. Boynukara, bilinç akışı yöntemini “Bir roman kişisinin zihninden geçen gelişigüzel ve us dışı izlenimlerin akışını kayda geçirmeyi amaçlayan edebî bir teknik.” olarak tanımlamıştır.

Bilinç akışı tekniği bireyin iç dünyasını okura sunmadaki etkili anlatımıyla dikkat çeken bir yapıya sahiptir. Bu yönüyle çağrışım, bilinç akışı tekniğinin vazgeçilmez ilkelerinden biridir. Aslında bu yöntemi, düşünsel öğelerin zihin sahasında kıyasıya mücadele etme süreci ve bu süreçte zihnin paslaşma, atlama ve sıçrayışlarda bulunması; çağrışım değeri nispetinde psikolojik gerilimli bireyin sürekli bir düşünceden diğerine birbiri ardınca hızla geçişi, hiçbir mantıksal bağa dayanmayan fikirlerin; kendine gelişigüzel bir yol bularak beynin merkezine sızıp üşüşmesi, yığılarak birikmesi ve sıralanması olarak da ifade etmek mümkün. Bu teknik en çok iç monolog tekniği ile benzerlik gösterir.

Berna Moran, iç konuşma ile bilinç akışı tekniği arasındaki birincil ayrımın dil düzeyinde olduğunu tanımdan çok açıklamaya dayalı bir anlatımı esas alarak şöyle vurgular:

“Bilinç akımı, roman kişisinin kafasının içini okura doğrudan doğruya seyrettiren bir tekniktir. Şu farkla ki, iç konuşma gramer bakımından düzgün, sentaks kurallarına uygun cümlelerle yapılan sessiz bir konuşmadır. Ve düşünceler arasında mantıksal bir bağ vardır. Bilinç akımında ise karakterin zihninden akıp giden düşüncelerde mantıksal bir bağ yoktur. Daha çok çağrışım ilkesine göre akarlar. Ayrıca gramer kuralları da gözetilmez”.

Tanzimat sonrası Türk romanı insanın psikolojisine, içsel dinamizm ve derinliğine eğilmeye başlamış; özellikle Peyami Safa ve Ahmet Hamdi Tanpınar gibi usta kalemler eserlerinde modern bireyin iç çalkantılarına, tezatlarına yer vererek ele aldıkları karakterlerin psikolojik derinliklerini yansıtma bakımından önemli adımlar atmışlardır. 1970 sonrası Türk edebiyatı ise Adalet Ağaoğlu, Orhan Pamuk, Erdal Öz, Oğuz Atay, Leyla Erbil, Tezer Özlü ve Bilge Karasu gibi yazarlar yetiştirmiş; modernizm ve postmodernizm unsurlarını bünyesinde barındıran eserlerin ortaya çıkmasında etkili bir dönem olmuştur.

Bilinçakışına bir örnek:

“10 gün boyunca yıkanmadım kokmadım mı bilmem çok da umurumda değildi depresyon galiba ama son bir kaynar suda sendeki bu merak ne kızım bir mi olmak biz aklında kalsın diye neden yapıyorsun unutacağım beni al buradan engel ol yaşamayı seviyorum kardeşim engel ol bana neredesin kapatıyorum geliyor bak hatırladım şimdi duraktan geldi ayakkabı yoktu nakış bitti”

Peki, postmodern roman tekniği Türk romanında Batı’da olduğu kadar gelişim gösterebilmiş midir?

Daha önce de belirtildiği gibi postmodern roman anlayışı en genel anlamıyla temelde, insanı “birey” olarak ele almış ve onun toplumdan uzaklaşmasını konu edinmiştir. Toplumdan uzaklaşan ve yalnız kalmayı tercih eden birey, bunalımı ve bunalımın yol açacağı doğal sonuçları, bir bakıma, tercih etmiştir ve “yabancılaşmış”tır.

Postmodernizm, özellikle II. Dünya Savaşı’nın toplumda yarattığı buhran haliyle, teknolojinin ilerlemesiyle modern insanın çevresinden uzak kalmasıyla şekillenmiştir. Türkiye, II. Dünya Savaşı’na katılmamıştır. Tarih kitaplarındaki öğretiler, bu savaşın olumsuz sonuçlarından etkilenildiğini söylese de direkt olarak savaşın içerisinde bulunma söz konusu değildir. Dolayısıyla II. Dünya Savaşı’nın insan üzerinde yarattığı olumsuz psikolojiyi Türk kimliği yaşamamıştır.

Diğer yandan, merkezine “ben”i alan postmodern roman göz önünde tutulduğunda, Türk toplum geleneklerinde bireyin “yalnız” kalmasına izin verildiği pek de söylenemez. Türk tarihine en başından bakıldığında Türklerin “asla” yalnız yaşamadıkları görülür. Genellikle bir kabile, aile hayatı söz konusudur. Geçtiğimiz son 50-60 yıla bakıldığında da bunu söylemek yanlış olmayacaktır. Dolayısıyla yalnız yaşamaya pek de “alışık” olmayan Türk toplumunda “bireyselleşmek”ten ne kadar söz edilebilir?

Hayatı sürekli sorgulayan ve sorgulamaları sonucunda intihara yönelen postmodernizmin “yalnız ve buhranlı insanı”nı düşünecek olursak, o yeri geldiğinde, dinini dahi sorgulamıştır. Türk inancındaysa İslam dininde, “inancı sorgulamak” kati surette yanlıştır, günahtır ve ayıplanmaktadır. İş bu şekilde olunca “yalnız ve buhranlı insan”ımız neyi, nasıl sorgulayacaktır?

Türk edebiyatı modernist akımı sindirememişken, postmodern akımının varlığını öne sürmek yanlış olabilir. Birçok kaynakta postmodern olarak öne sürülen Oğuz Atay, Yusuf Atılgan gibi yazarlar modern yazarlar olarak da kabul edilmektedir. Eğer ülkemizde bir postmodern akım varsa bu ancak şuan vardır. Bilge Karasu en önemli postmodern yazarlarımızdan sayılabilir. Ayrıca birçok kaynakta da Orhan Pamuk da postmodern olarak verilmektedir. Orhan Pamuk’un postmodern olarak verilmesinin nedeni şuan edebiyat dünyasındaki tek akımın postmodern akım olması ve Orhan Pamuk’un da mecburen bu akımda eser verdiği de sayılabilir. Orhan Pamuk, postmodern akımın en belirgin özelliği olan belagatte Bilge Karasu kadar iyi değildir. Ayrıca, bir postmoderne göre oldukça fazla tanınmaktadır.

İnci Aral da Türk edebiyatında postmodern edebiyat kapsamındaki diğer bir aydındır. Aslında İnci Aral postmodern edebiyatı desteklemez ama onu burada işlememizi sağlayan postmodern edebiyatı eleştirmek için yazdığı postmodern akımı özellikleri gösteren “Yeni Yalan Zamanlar I (Yeşil)” adlı romanıdır.

İnci Aral, Yeni Yalan Zamanlar I adlı romanında aynı postmodernciler gibi çevre, zaman, insan, eşya ya da geçmiş zaman (tarih) unsurlarını reddeder. Yaşadığı çevre hakkında düşünce bildirmez. İçinde yaşadığı toplum ile ilgilenmez, dünya ile ilgilenmez. Romanında biçim ya da içerik kusursuzluğu yakalamak için çaba sarf etmez. Gerçeği olduğu gibi sarf etmek ya da gerçeği nasıl algılıyorsa o şekilde sarf etmek gibi bir uğraşı yoktur. Bütün bu özellikleri ile İnci Aral, hem postmodernin ittiği özellikleri hatırlatır hem de “Postmodern nedir” sorusuna en doğru cevapları verir.

Postmodernizm, modern akımdan daha süslüdür çünkü belagat sanatını kullanır. Anlatımı daha güçlü kılacak olan kelime oyunlarına başvurur. Zaman ile oynar ve geri dönüşler yaşatır.

Postmodern edebiyatın en önemli özelliği ise okuyucu romana dâhil etmesidir. Modern edebiyatta seyirci olarak kalan okuyucu, postmodern akım ile romanın içindedir. Belki buna en iyi örnek Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi adlı eseridir. Eserde bir aşk hikâyesi anlatılır ve bu eserin sonunda bir yol tarifi vardır. Bu yol sizi Masumiyet Müzesi adlı bir ev müzesine götürür. O müze, romanda anlatılan aşk macerasının izlerini gösterir. Kapı ziline kadar her ayrıntı düşünülmüştür. Kitabı okuyan kişi, bu müzede romanın kahramanı olduğunu hisseder. Bu müze, postmodern anlayışın sadece bir akım olarak edebiyatta tutunmadığının, aslında bir yaşam biçimi olduğunun en net göstergesidir. Ayrıca hatırlatmak da fayda var, Orhan Pamuk Nobel Edebiyat Ödülü’nü postmodern bir anlayışla yazdığı “Kar” adlı romanı ile almıştır.

Sonuç olarak, kapitalizm ile gelen modern akımın bir eleştirisi olarak doğan postmodern akım, bireyin mutlu olmadığını söyler ve onu mutlu etmeyen her şeyi reddeder. Kapital ekonominin kökü olan modernist edebiyatı maddecilik, telkincilik, teslimiyet ve insanı köleleştirme suçlarından yargılar. Postmodern edebiyat, genelliği yıkar, bütünlüğü parçalar, evrenselliği yerellik olarak değiştirir, tekilliği çoğunluk ile yıkar. Ayrıca kuralları kuralsız hale getirir. Mantık yerine akıl ötesini seçer. Tarafsız değildir, öznel bakar. En önemli özelliği ise bağımsız olmasıdır; yani postmodern özgürdür. Tüm bu bağlamlarda Türk edebiyatında, postmodernist romanın “edebi teknikleri”ni tamamiyle görmek mümkün olmakla birlikte, modernizm ve postmodernizm anlayışlarını ortaya çıkaran siyasal, sosyal ve ekonomik zeminlerin Türk toplumunda yaşanmamasından dolayı bu akımın tam anlamıyla “özümsendiği”ni söylemek pek de mümkün olmayacaktır.

Biterken,

Editör’ün sorusu:

Şimdi postmodern roman okumaya hazır mısın?

 

Kaynak olarak,

Yıldız Ecevit/ Türk Romanında Postmodernist Açılımlar

İsmail Çetişli/ Batı Edebiyatında Edebi Akımlar

Hasan Yürek/ Türk Romanında Modernist Etkinin Boyutları

Berna Moran/ Edebiyat Kuramları ve Eleştiri

Kafka Okur Dergisi 1. ve 2. sayısı kullanılmıştır.