Yaşam,

yüksek anlamlılık yüklü ender tek anlardan,

ve bu anların olsa olsa gölge görüntülerinin

çevremizde gezindiği, sayısız aralardan oluşur.

Sevgi, bahar, her güzel ezgi, dağlar, ay, deniz –

her şey ancak tek bir kez tam yürekten dilegelir:

bir biçimde, söze tam olarak hiç gelebilirse.

Çünkü birçok insan bu anları hiç yaşamaz;

onlar, gerçek yaşam senfonisinin

araları ve duruşlarıdır.

Nietzsche

Fotoğrafik imge ile gerçek hayat arasındaki ilişkiyi sorgulayan Sevil Alkan’ın kitabı Urban Animal, sokağın farklı biçimini işler. Salt sokak fotoğrafları değildir. Fotoğrafın sınırlarında gezdirir. Hatta kimi fotoğraflara baktığınızda önemli fotoğrafçıların fotoğraflarını da çağrıştırır. Sevil Alkan’ın bir fotoğrafı var ki Amerikalı fotoğrafçı Mary Ellen Mark’ın 1987 yılında Kaliforniya’da çekilmiş Damm Ailesi’nin fotoğrafına sürükledi beni. Her iki fotoğraftaki ailenin farklı hikâyeleri olsa da benzer duyguları yaşatıyor. Gördüğüm bu duygu doğumunu görsel bir bağ kurarak dünyanın varlığını öznenin duyumuna indirger Sevil Alkan. Böylelikle fotoğrafları insan ve toplum hakkında söz sahibi oluyor.

Damm Ailesi

Sahibi olduğu sözünü, aşınmış olguları, tekrar tekrar görmeye alıştığımız görüntüler karşısında durup susmaz. Sakınmaz. Sesli bir şekilde hissettiğimiz Sevil Alkan’ın fotoğrafları özün gerçekliğine çağırır. Çünkü görünen şeyler dünyada buharlaşıp gider. Görünen şeylerin gitmemesi için de Urban Animal’da anlattığı hikâyelerin bel kemiğini oluşturan İstanbul, halk, hayvanlar ve cansız nesnelerle bize ulaşır. Oluşturduğu bu köprü ile dünya ve çekirdek arasındaki iki olgunun ilişkisinin okumasını da gösterir. Bu yüzden Sevil Alkan’ın fotoğrafları salt bir sokak fotoğrafı değildir. Ötelere giden, ötelere yaklaştıran içselleştirilmiş hikâyelerinde hep aralık bırakılmış bir kapı vardır. O kapıdan içeri girmemizi kolaylaştıran şey ise fotoğraflardaki imgesel hâllerdir. Fırtınalı bir deniz sonrasında evimize döndüğümüzü hatırlatır böylelikle.

Aynı zamanda Urban Animal, sokak (mekân) ruh ve beden, cansız nesneler de yer alması, bireylerin çıkışını sembolize eder. Bu çıkışını sağlayan ana etken ise kurduğu duygusal bir bağda gizlidir. Yeryüzündeki insanların ilişkilerindeki bedensel şifrelerini çözebiliyor bu sayede. Çözülmüş birer şifre olan fotoğraflar, insan ve dünya ayrılığındaki “sokak”ın etkileşimiyle kuvvetlendirilmiş. Baktığımızda “bireyselleşme” sürecine de tanık olduğumuzu ve içinde bulunduğumuz sistemi de sorguladığımızı hissederiz. Dikkat çekici bir yanı ise fotoğraflarıyla sınıfsal ilişkileri ideolojileştirmeden sorgulayan bir ilişki kurmamızı sağlar.

Fotoğraflara bakarak sayfaları çevirdiğimizde bir küçük İskender şiiriyle karşılar bizi Urban Animal.

Kim nereye kadar yabancıdır ki

elinde

tek sıkımlık yabancasıyla

            Ve bir kent hayvanı edasıyla

            kim nereye kadar yaşar ki

            kendi ipliklerine inmişken mutant çocuklar

iki bahar arasında tutulmuş bir dilektir yaz