Almanya’da, Fransa’da yaşayan ve yaz tatillerini ülkemizde geçiren vatandaşlarımızın trafikteki davranışlarını gözlemliyorum, malum yazları yerli ve yabancı turistlerin akın ettiği,  gözlem için zengin bir laboratuvar Bodrum. Trafikte sergiledikleri akıl almaz, uygunsuz davranışları akıl üzerine bir medeniyet kurmuş Avrupa’da yaşam süren insanımıza yakıştıramıyorum. Karşısındaki insanı hesaba katmayan, uygunsuz, tehlikeli davranışların nedenini sorduğumda aldığım cevaptan ürküyorum: “Biz burada böyle davranıyoruz, Avrupa’da böyle davranamayız, hiç kimse davranamaz.” Kapıkule’ye kadar saygılı, empatik düşünebilen, insanın değerinin farkında bir sürücüyken Kapıkule’den geçiş yapınca durum değişiyor. Trafik polisini görür görmez inanılmaz bir hızla emniyet kemerini takan, iki bacağının arasındaki bira şişesini sihirbaz kıvraklığıyla yok eden, hız denetimini ceza almadan atlattıktan sonra yüksek bir empati geliştirip karşı taraftan gelen araçlara denetim olduğunu selektör aracılığıyla haber veren biri haline geliyor, yaşadığı yerde kurallara harfiyen uyan insan. Aynı adam nasıl oluyor da taban tabana zıt davranışlar sergiliyor.

Birçok nedeni var dile getirdiğim durumun. O kadar karşılaşıyoruz ki kuralların anlamını içselleştirmemiş bu tutumla; aileden okula, okuldan iş yerlerimize kadar.

Aile ortamında seslendirilen “Baban geldi, bırak şu telefonu.”, “Babana söyleyeceğim yaptıklarını.” sözlerini hatırlıyor musunuz? Doğan Cüceloğlu Hocamın ifadesiyle korku kültürüyle büyütülmüş yetişkinlerin kulaklarında çınlayan bu ve buna benzer nice sözler… Bu sözler, muhataplarında “Babam uyudu, çıkabiliriz dışarıya.”, “Baban nasılsa gitti, getir hadi sigarayı.” türünden cümlelerle karşılık buluyordu. Korkuyla inşa edilmiş otorite figürü ortadan kalktığında kural geçerliliğini yitiriyor, istenmeyen davranışlara geri dönülüyor. Okul yıllarınızı hatırlıyor musunuz? Gözünüzün önüne getirebildiniz mi, öğretmen sınav anında sınıftan uzaklaştığında ortamdaki kargaşayı. Defter kitap açanlardan arkadaşının önündeki kağıda el koyanlara kadar nice görüntü gelmiştir gözünüzün önüne. Askerlik yaptığım günler geliyor aklıma. Denetim geçirecektik, koğuşlardaki çarşafın beyazlığından silah depolarındaki düzene kadar her şey yerli yerinde ve olması gerektiği gibiydi fakat ömrü kısa oluyordu sağlanan düzenin; bir sonraki denetim ne zamana denk geliyordu ki?

Kültür toplumsal yaşamın bütününü kapsıyor, toplumsal yaşamın tüm boyutlarını kuşatıyor. Biz nasıl soluduğumuz havada oksijeni fark etmiyorsak kültür de kendisini fark ettirmeden bireye ve oradan da toplumsal yaşamın kılcal damarlarına kadar nüfuz ediyor. Sizin anlayacağınız aile içinde demokratik tutumun sergilenmesine karşın siyasette lider kültürünün egemen olması söz konusu değil. Başka bir deyişle, evdeki bireylerin değeri, önemi, konumları, rollerin dağılımı, bireylere yüklenen görev ve sorumluluklar, aile üyelerinin birbirleriyle ilişki biçimleri gün geliyor siyasal kültür aracılığıyla siyasal partilerin yönetim anlayışlarını, organizasyon şemalarını etkiliyor. Bileşik kaplar ilkesi misali. Sosyologların toplum tipolojileri çıkartırken aile yapılarından yararlanmaları rastlantı değil yani.

Dile getirdiğim kültür yani korkuya dayalı kültür, toplumsal kurumların tümünde üretilip yaşatılıyor. Havuç sopa yöntemini bilirsiniz: 1900’lü yıllardan beri kullanılan ve iyi davranışı ödüllendirmeye, kötü davranışı cezalandırmaya dayalı bir yöntem. “İyi şeyler havuçla, kötü şeyler sopayla karşılanır,” diye özetlenebilir.

Bir örnek de eğitim alanından verelim: Çoğu okulda davranış kartları var, kırmızı ve yeşil renk olmak üzere. Olumlu, istenen davranış sergileyen öğrencilere yeşil; olumsuz, istenmeyen davranış sergileyenlere ise kırmızı kart veriliyor. Haftanın, ayın, dönemin en çok yeşil kart toplayanına çeşitli ödüller dağıtılıyor. Arkadaşlarla iyi geçinmek, kişisel bakıma özen göstermek, ders çalışmak, ev ödevlerini zamanında yapmak, sıraya geçmek, bulduğu bir eşyayı teslim etmek gibi zaten sergilenmesi gereken davranışlar hep ödüle layık görülüyor. Sınıfı kirletmek, ders çalışmamak, küfürlü konuşmak, kopya çekmek, arkadaşları rahatsız etmek gibi davranışlar ise cezayı doğuruyor. Çocuklar ödül ve ceza arasında gidip geliyorlar, bir taraftan olumlu davranışının görülmesi ve hakkının teslim edilmesi için uğraşırken, diğer taraftan olumsuz davranışını gizlenmek ve üstünü örtmek için çaba harcıyor. Ödül ve cezayı takdir edecek otorite ortadan kalktığında ise tam bir kargaşa söz konusu oluyor, doğal olarak. Davranışın neden yapılıp neden yapılmadığı üzerinde bir farkındalık oluşturulmuyor, ne yazık ki, sergilenen davranışlar ödül ve cezaya, yani havuçla sopaya bağımlı hale getiriliyor. Öğrencilerde iç denetim gelişmiyor haliyle, dışarıdan güdülen öğrenciler için ise ödül ve ceza da bir süre sonra anlam ve değerini kaybediyor. Çeşitli okullarda farklı uygulamalara rastlanıyor; yeşil kart yerine yıldız, puan, çıkartma tercih ediliyor. Bu uygulama çağ dışı artık. Fakat bunu bilen ve umursayan kim? Yapılan bir uygulamanın uzun vadede olası sonuçları üzerine düşünen kim? Tercih edilen pedagojik bir uygulamanın bir insan kabulüne dayandığını, bu insan ve dolayısıyla toplum kabulünün bir pedagojik yaklaşımı doğurduğunu bilen, fark eden kim?

Felsefesiz toplumda eğitim bu kadar olur, sadece eğitim değil ekonomi, siyaset, din, edebiyat, mimari de bu kadar olur.

Felsefesiz toplumun sürücüsünü trafikte, fark edebilirsiniz, trafik polisini görünce emniyet kemerini takar, hızını düşürür. Felsefesiz toplumun öğrencisini öğretmen sınıfı terk ettiğinde kopyaya yeltenmesinden gözlemleyebilirsiniz. Felsefesiz toplumun siyaset yapan bireyini çalınan oylardan anlarsınız. Felsefesiz toplumun bilim adamını yaptığı çalıntılardan tanırsınız. Felsefesiz toplumun sporcusunu aldığı dopinglerden hemen ayırt edersiniz.

Ne havuç ne sopa, ihtiyacımız olan bilinçli farkındalık. İnsana yakışan, bazen ödül bazen cezanın belirlediği davranış kalıpları değil. İnsan, dış koşulların, uyaranların belirlediği kısaca uyarı-tepki bağının esas olduğu mekanik bir zincirin edilgen bir parçası olamaz. Aksine değer yüklü bir varlık insan; insan özne; değer üreten, akıllı, iradeli. İnsanı diğer varlıklardan ayırt etmemizi sağlayan da bu nitelikleri değil mi? İnsan yaşadıklarını yaşadığı anda içsel bir biçimde kavrayıp kendisine yakışan değerlilikte davranabilir. Yeter ki insana bilinçli farkındalığını kullanabileceği bir eğitim verilebilsin.