Felsefe tarihi, birçok farklı veçhede, birbirinden bütünüyle kopuk ayrıntılarla ve ilk duyuşta hiç de önemsemeyeceğimiz dipnotlarla düzensiz bir bütündür. Yaşamöyküsel çerçeve, her zaman için bir felsefî gereksinimdir; çünkü kavramları kendi bağlamlarına ancak bu yolla oturtabilir ve zihinsel olan’ı bedensel olan’la ilişkisi içerisinde ancak böyle kavrayabiliriz – her ne kadar mensubiyeti pek yüksek bir felsefe çevresi, yaşamöyküsel arkaplanın lüzûmuna hâlen inanmıyor olsa da! Bu yolda, her zaman yeni bir şey keşfettiğimiz ve daha da keşfedebileceğimiz Friedrich Nietzsche’nin, annesi Franziska Oehler’le ilişkisine eğilmekte fayda görüyorum. Bununla, Nietzsche’ye dair yanlış bir algıyı da –yani onun bütünüyle aykırı bir yaşam sürdüğüne ve aykırı fikirlerinin zorunlu bir nihayetiymişçesine geleneksel bir oluşum olan “aile”ye de olumsuz bir tavır geliştirdiğine dair aşırı ve saf inancı da− yıkmış olabileceğiz. Çünkü Nietzsche ve annesi arasındaki ilişki, sözgelimi Arthur Schopenhauer ve annesi arasındaki “yolunda gitmeyen” ilişkinin tersine –ki bu gerçekten özel bir örnektir−, oldukça iyimser izlenebilir. Bunu birkaç farklı yoldan kavrayabiliriz:

İlkin, Friedrich Nietzsche ve annesi arasındaki duygusal pekişme, 1849 senesinde (Nietzsche henüz beş yaşında bir çocukken ve Franziska Oehler ise henüz yirmi üç yaşında genç bir kadınken), baba ve eş Carl Ludwig Nietzsche’nin talihsiz bir kazanın nihayetinde, acılar içinde ölmesiyle gerçekleşir. Erken otobiyografisinde Nietzsche (bu otobiyografiyi on dört yaşında kaleme almıştır), babasının ölümünü sadece kendisiyle ilgili kavramaz, bu ölümün annesi üzerindeki olumsuz tesirini de düşünür: “Günler gözyaşları ve cenaze hazırlıkları ile geçti. Aman Tanrım! Babasız bir yetimdim artık, sevgili annem ise bir dul!” (Friedrich Nietzsche, Aus meinem Leben − Hayatımdan, 1858). Bu kötü yazgıyı Nietzsche, annesiyle ve elbette kızkardeşiyle birlikte göğüslemek durumundadır. Franziska Oehler, birisi üç (Elisabeth) ve birisi beş (Friedrich) yaşında iki çocuğu ile birlikte (üçüncü çocuk Joseph ise baba Nietzsche’ ’den bir sene sonra ölecekti – ki bu, ailenin duygusal yıkımını pekiştirdi) yaşamla mücadeleye girişecektir. Oldukça fedakâr ve özverili bir anne olan Franziska Oehler, iki çocuğunun da sorumluluğunu yüklenecek ve onların iyi eğitim alabilmeleri için tüm gücüyle çabalayacaktır. Bu güçlü duruş ve özveri, Nietzsche’nin yaşamı boyunca annesine duyduğu saygının da temeli gibidir.

Carl Ludwig Nietzsche ile küçük Joseph’in ölümlerinin ardından, Nietzsche ailesi, iki hala ve bir büyükanne ile birlikte, Baba-Evi Röcken’den Naumburg’a taşındılar. Friedrich, kadın-egemen bu aile ile bir süre yaşadıktan sonra, 1858 senesinde, saygın ve prestijli bir yatılı okul olan Schulpforta’ya kabul edilerek aile evinden ayrıldı. Fakat bu, ilkgençliğindeki Nietzsche için “duygusal” bir kopuş sayılamazdı – yani yalnızca bedenseldi. Yatılı okulda, annesi ve kızkardeşi ile sürekli olarak mektuplaşmaya başladı. Okulda olan-biten neredeyse her şeyi annesine yazan Nietzsche, hattâ bir keresinde, bir gece okula sarhoş dönüp ceza aldığında annesinden af dileyen bir mektup yazmıştı. Bu mektup, “çok kederli, Fritz” olarak imzalanıyordu. Mektuplardan anlaşılan o ki, Nietzsche, öncelikle annesinden ve sonra ailesinden yalnızca bedensel olarak kopmuştu. Annesini her şeyden haberdar ediyor ve hattâ bir nevi ona hesap veriyordu. Anne Franziska’nın kanatlarının altında olmaktan Nietzsche, hiç de şikâyetçi görünmez. Ona bağımlı değil fakat ona bağlıdır. Anne Franziska da, küçük Fritz’inin başarılı eğitim yaşamıyla uzaktan uzağa gururlanmaktadır.

Friedrich Nietzsche, yatılı okuldan sonra bir daha anne evine dönmez ve eğitimine filoloji odaklı devam eder –tabii annesi Franziska, onun teoloji alanında ilerlemesini daha küçüklüğünden beri arzu etmişti, belki de ölen babasının yerini alabilmesini; aslında en başta Nietzsche arzuyu paylaşıyordu fakat daha sonra teolojiye olan inancını yitirerek bütünüyle filolojiye yöneldi ve hattâ annesiyle de bu sebepten sürtüşmeler yaşadı; Franziska, oğlunun bu kararıyla hayâl kırıklığına uğradı−. Çok geçmeden, 1869’da, henüz yirmi beş yaşındayken, Basel Üniversitesi’nde profesörlüğe atanır. Annesiyle bu süreçte de yazışmayı sürdürür. Gelgelelim, en başına buyruk, en bağımsız çağında dahi Nietzsche (bu dönemle kastedilen 1879-1889 yılları arasıdır), Nietzsche annesine yazmayı elden bırakmaz. Gezdiği yerlerden yediği yemeklere kadar annesine bilgi verir ve onu her zaman hasretle anar. Görülen o ki anne Franziska, oradan oraya savrulmakta olan “bağımsız filozof”ta sabit kalan neredeyse tek şeydir. Dostluklar değişir (sözgelimi Richard Wagner ya da Paul Rée), sevgiler değişir, kentler değişir; lâkin anne Franziska Oehler’in yeri her zaman aynıdır.

Nihayet “trajik son” Friedrich Nietzsche’yi bulduğunda; yani 1889 Ocak’ındaki zihinsel çöküş hadisesi gerçekleştiğinde, Nietzsche yeniden annesinin eteklerine sığınacaktır. Anne Franziska, yorgun oğlunu, yaşamının son döneminde tekrar kucaklar. Bu sırada kendisi de epeyi yaşlı (neredeyse yetmişine dayanmıştı) ve hastaydı fakat oğlunun hastalığını daha öne koydu. Fakat bu uzun sürmeyecekti ki Franziska Oehler, Nisan 1897’de yaşama veda edecekti. Bu çok da dramatik sayılmazdı Nietzsche için, çünkü anne kadar oğlu da ölüme yaklaşmıştı. Nitekim kızkardeş Elisabeth’in gözetiminde geçen son 3 yılın ardından Nietzsche de, 1900 Ağustos’unda yaşama veda etti. Nietzsche ailesinden geriye, yalnızca Elisabeth kaldı (ki o da 1935’e kadar yaşayacaktı). Nietzsche, çok sevgili babasının yanına, ilk toprağı, Baba-Evi Röcken’e defnedildi.

Buradan şu pek aşırı sonuç çıkarılamaz: Friedrich Nietzsche ile annesi Franziska Oehler arasında asla bir problem, bir çekişme, bir fikir ayrılığı yaşanmadı ve Nietzsche tam bir anne kuzusuydu ve asla onun sözünden çıkmazdı. Elbette hayır: Nietzsche ile annesi Franziska arasında çokça sürtüşme, çokça çekişme, çokça fikir ayrılığı, çokça karşılıklı öfke ve dönem dönem soğukluk ve iletişimsizlik mevcuttu. Fakat tüm bunlar, Nietzsche ile annesi arasındaki bağı daha az kuvvetli kılmıyor. Nietzsche, her zaman annesi Franziska’nın eteklerine sığınabileceğinin bilincinde ve belki de bunun güveniyle yaşadı. Bu, onu en azgın dönemlerinde dahi (bununla hangi dönemi kastettiğim artık açık olmalıdır) huzurlu kılabiliyordu. Anne Franziska için de Nietzsche, şüphesiz ki farklı bir yere sahipti. Kızkardeş Elisabeth ile daha içli-dışlı olsa da –ki Elisabeth hakkında yazılabilecek en insaflı şeyler dahi incitici olabilir−, biricik Fritz’ini belli ki daha çok önemsiyordu. Onun için yaşamı boyunca endişe duydu, onu kucaklamaya her zaman hazır oldu ve onu her zaman ve her koşulda takip etti. Franziska Oehler, eşi Carl Ludwig Nietzsche’yi kaybettiğinde henüz çok gençti ve küçücük iki çocuğun sorumluluğunu almaktan asla geri durmadı ve bunu göğüsleyebileceğine inancını yitirmedi. Kendisinin gerçek bir hayatı olmadı, denilebilir; gerçek buydu: O, her zaman özverili ve fedakârdı. Friedrich Nietzsche’nin –ya da Oehler’in “Biricik Fritz”inin− annesine karşı duygusu, gerçek bir saygı ve içten bir sevgiydi…

Söylence odur ki: Friedrich Nietzsche, 3 Ocak 1889’da, Torino’da, kırbaçlanmakta olan bir atın boynuna sarılıp ağladıktan ve sonra yere yığılıp zihinsel olarak çöktükten hemen sonra ağzından şu tümce dökülmüştü:

“Mutter, ich bin dumm!” – “Anne, ben bir aptalım!”

Hölderlin yurdunuz, Tagore göğünüz,

Camus yâr ve Nietzsche yardımcınız olsun.

Kaynak Alınan Metinler:

Friedrich Nietzsche, Aus meinem Leben − Hayatımdan, 1858

Friedrich Nietzsche, Selected Letters –Seçilmiş Mektuplar, ed. Anthony Ludovici.