“Yaşamı mümkün kılan yeniden başlama gücüdür.“
Bugün sizi Sarp’ın dünyası ile tanıştıracağım. Babasının yokluğunu ablası ve annesinin sevgiyle, amcasının yol göstericiliği ile onaran gencecik Sarp’la kesişti bu ay yolumuz. Onun penceresinden baktım bu kez kayıplara, değişimlere. Geride kalanların duygularına tanıklık ettim. İstedim ki siz de Sarp’ı, annesi Aysun’u, ablası Pelin’i, arkadaşı Gülin’i ve tabii ki amcası Ersel’i tanıyın.
Köprü Kitaplar koleksiyonundan çıkan “Oralı Olmamak” kitabının yazarı değerli Murat Yalçın ile gerçekleştirdiğim röportajı keyifle okumanız dileğiyle.
Oralı Olmamak romanınız 2020 yılının Eylül ayında okurlarla buluştu. Malum mart ayı itibarıyla evlerimize kapandık. Haziran ayı itibarıyla burnumuzu biraz dışarı çıkardık. Standart yaşam çizgimizde bile bir hayli değişiklik oldu. Öncelikle pandemi günlerinin yazma sürecinize etkisinden, okurluk ve yazarlık noktasında değişen alışkanlıklarınızdan bahsedebilir misiniz?
Okuma yazma, yalnızlık isteyen, eve, odaya kapanmayı gerektiren uğraşlar. Salgın süreci bu yaşama biçimime uygun geldi. Daha çok okuyup daha sık yazacak zaman buldum. Zaten mesleğim gereği, uyku dışında hep okuyorum ama bu okumaların çoğu iş okumaları. Bu süreçte ertelenmiş, kenarda bekleyen çok kitap okudum. Yeni öyküler uç verdi. Kısacası verimli bir dönem oldu bana, kaygıyla dolu da geçse günler.
Günışığı Kitaplığı “Köprü Kitaplar” serisi ile bizleri birbirinden değerli eserlerle buluşturuyor. Siz de Oralı Olmamak ile editörlüğünü Semih Gümüş’ün üstlendiği serinin 22. kitabını kaleme aldınız. Bu çalışmanın başlama hikâyesini dinlemek isteriz sizden. Günışığı Kitaplığı ve Semih Gümüş’le yollarınız nasıl kesişti?
Semih Gümüş’ü 1991’de çıkan ilk kitabıyla tanıdım. Şöyle böyle otuz yıldır yazdıklarını izliyorum. Sanırım o da beni 1995’te çıkan ilk kitabımdan bu yana izliyor. Kitaplarım üstüne yazdıklarını her zaman büyük bir merakla okudum. On beş yıl önce, kısa süren bir yayın yönetmenliği döneminde Şen Saat kitabımın, sonrasında Notos Kitap’ta Hafif Metro Günleri kitabımın yayıncısıydı… Bugüne gelirsek, benden bu diziye uygun bir kitap yazmamı istediğinde büyük bir istekle kabul ettim. Günışığı Kitaplığı ekibiyle geçen yıl Zeynep Cemali Edebiyat Günü’nde bir araya gelmiştik. Aramızda güzel bir dostluk oluştu, başta Müren Beykan olmak üzere hepsine teşekkür ediyorum buradan.
Oralı Olmamak sizin ilk gençlik romanınız. Peki, eseri oluştururken dil özelliklerinizi belirlemede, üslubunuzu oluşturmada nasıl bir yol izlediniz?
Kafamda belirgin bir konu, olay olmadan yazmaya başlarım. Önce anlatımın diline, duygusuna, kıvamına yoğunlaşırım. Geçen yıl bugünlerde kitabı yazmaya karar verdiğimde ilkin nasıl bir dil tutturacağımı düşündüm. Birkaç denemeden sonra kitabın ilk sayfasındaki konuşmalar sıralanmaya başladı.
Eseriniz aracılığıyla tanıştığımız kahramanlarınızın oluşturulma sürecini de merak ediyorum. Pelin, Sarp ve anneleri Aysun, temelde sevgiyle birbirine bağlı olsalar da karakter özelliği olarak ayrıştıkları noktalara da sahipler. Eseri oluştururken “karakter” üzerinde mi çalışıyorsunuz yoksa olay akışını anlatırken karakterin şekillenmesini mi tercih ediyorsunuz?
Yazmaya koyulunca kişiler bende adlarıyla belirmeye başlar. Aralıksız çalışırsam birkaç günde kişiler yakınıma gelir. Yaşamda da yazıda da başkalarıyla kolay kaynaşırım. Anlatıda karakterler kendi seslerini buldular mı onları hemen sarıp sarmalarım. Yıllardır tanıdığım, her şeylerini bildiğim dostlarım oluverirler. Oralı Olmamak’ın Kandora ailesini de böyle, yazdıkça tanıdım. Bölüm bölüm, tek tek her birine yaklaştım. Seslerini soluklarını duyurmalarına aracı olurken kitabın çatıldığını, hatta bitmeye yakın olduğunu gördüm.
Eserin merkezinde Sarp olsa da Sarp’ın hikâyesinin ayrı odak noktaları var. Kaybedilmiş bir baba, tekerlekli sandalyeye mahkûm kalmış bir anne Sarp’ın yaşamının gerçeklerini oluşturuyor. Bunun yanında babasının eksikliğini aratmayan bir amca modeli de bizi sarmalıyor. Anne, baba ve amcanın ortak özelliği olarak söyleyebileceğim bir şey var: “Kelimeler”. Amca matbaacı, anne gazeteci ve günlük tutuyor, hikâyeler yazıyor ve babadan bize kalan ses kayıtları var. Hatta Sarp’ın ablası Pelin, annesinin defterini karıştırırken çok iyi bir hikâyeye denk geliyor. Bunu annesiyle paylaştığında annesi “Yalnız çok doluyum, onu biliyorum. Yazınca iyi geliyor, ayaklanmış oluyorum sanki ellerimin üstünde,” diyerek yazma gereksinimini açıklıyor. “Kayıplar” olmasına rağmen kaybedenlerin değil, sevgiyle kazananların olduğu bir gençlik romanı bu. Bu unsurları ön plana çıkararak eserinizi oluşturmanızı, pozitif değerleri vurgulamak olarak yorumlayabilir miyiz?
Elbette. Zor olan, yaşama sevincini bulmaktır. Ben yaşamda da yazıda da insanın, umudun yanında oldum. Ayakta kalmaya yarayacak şeyleri araştırdım. Oralı Olmamak’ta da kişilerime bir anne şefkatiyle yaklaştım, onları mutlu etmek için ne yapabilirim diye düşündüm çoğu zaman. Başımıza gelen kazalar belalar bitmez, amenna, ama umut da hep yanı başımızdadır.
Kitapta anne karakteri Aysun, kazadan sonra çeşitli gazetelere yazmaya devam ediyor. Kazadan sonra daha önce olmadığı kadar siyasal ve toplumsal sorunlarla ilgilendiği gibi bu sorunlara çözümler yaratmaya da adamış durumda kendisini. Hayatımızda “kayıplar” olmadıkça konfor alanlarımızı korumaya gayret mi ediyoruz, ne dersiniz?
Yaşamdaki kayıplar bize sorumluluk yükler. Toplumsal sorunların çözümünde pay sahibi oldukça bireysel sorunlarımız arkada kalır. Kendini bir işe, birine adamak, yani özveri bana güzel bir direnme biçimi gibi gelmiştir. Aysun toplumsal bilinci yüksek biri ve zamanı gelince kullanmaya başlıyor. Elbette yaşadıkları, olgunlaşması bu işlevlerini artırıyor.
Romanda dikkatimi çeken bir detay var. Bu tamamen bir okurluk sezgisi diyelim. Romanda hemen hemen çok önemli sahnelerde kahramanlarımızın bir “pencere”den dışarıyı izlediğini fark ettim. Ben bu sahneleri kahramanımızın kendinden sıyrıldığı ve olaylara baktığı bir bakış açısı olarak da yorumladım. Bunun yanında kendi sezgilerine sığındığı bir an olarak da algıladım. Tabii bir de Sarp için önemli biri olan arkadaşı Gülin’in yalnız kaldığında kendini kontrol edememesi ve bir şeyleri pencereden atma hikâyesi de var. Gerçekten “pencere” bir anlam barındırıyor mu olay örgüsünde?
Romanda kişilerin pencereden bakma eyleminin sıklığını ben de kitabı okurken ayırt ettim. Bu alışkanlık sıkıntıyı sembolize ediyor sanırım. Oradan, o durumdan kaçıp kurtulma arzusunu gösteriyor. Dışarıdan, başka yerlerden yardım isteme biçimi. Başını kaldırıp dünyaya bakmanın, kendi varlığını duymanın, olumsuz duygularını savmanın yolu. Pencereyi, bir bakıma “hayat devam ediyor” deme biçimi olarak yorumluyorum ben.
Yaklaşık on altı yıldır Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeniyim. Okul idaresinin Sarp’ın amcası Ersel Bey’i çağırıp Sarp ile ilgili kararlarını açıkladığı sahne açıkçası nefesimi kesti. Öğretmenlik yaptığım bunca seneye rağmen alışamadığım tek şey belki de “öğretmenlik” algısı. Bir arkadaşıma, bir tanıdığıma bir konuda kırgınlığımı dile getirsem ya da fikrimi biraz dik söylesem ilk cümleleri “Senin karşında öğrencin yok,” oluyor. Bu cevap karşısında donup kalıyorum. İnsanların algısında öğretmen dediğiniz kişi, öğrencisini kelimeleriyle istediği gibi ezen “biri”. Sizin olay örgünüzdeki sahne de maalesef yaşanıyor eğitim dünyasında. Eğitim ve kazanım odaklı değiliz, kaybediyoruz ama farkında değiliz. Sarp’ın suçlu olduğu kanıtlanmadan okulun adına zarar gelmemesi için bileti kesiliyor. Eğitim dünyasının dışından biri olarak Ersel Bey’in yeğenine biçilen ceza neticesinde dile getirdiklerini uzun uzadıya düşünmeliyiz. Ne dersiniz?
Okul, kamu kurumlarını temsil ediyor. Hepimizi içine alan kültürel, toplumsal eleştiri burada okul odaklı yapılıyor. Kurumsal algıyı insanın önünde tutan bir sahneden söz ediyoruz. Olayın gerçeğini bir yana bırakıp, üstelik masum bir çocuğu harcama pahasına, olası sonuçlarına göre kurumu korumaya yönelik karar alınıyor. Benzerlerini hepimizin yaşadığı, bazen şu ya da bu biçimde parçası olduğumuz sahteliklerin altını çizmeye çalıştım.
Önemsediğim bir konuya değinmek istiyorum. Siz yirmi yıldır “kitap-lık” dergisinin editörlüğünü yürütüyorsunuz. Çok kıymetli bir dergi. Uzun soluklu bir dergi, algısı sürekli değişen bir dünyada açıkçası bir başarı hikâyesi oluşturuyor. Editörü olarak siz “kitap-lık” dergisinin başarısını neye bağlıyorsunuz?
“kitap-lık” otuz yıllık bir yayınevinin yirmi sekiz yıldır çıkan bir edebiyat dergisi. Yirmi yıldır editörlüğünü yürütüyorum. Ülkemiz koşullarında sürebilmesi elbette güçlü bir yayınevi bünyesinde çıkmasına bağlı. Elimden geldiğince yazınsal nitelikleri önde tutmaya, yelpazesini genişletmeye, güncel yazınımızı evrensel kıstasları gözeterek yansıtmaya çalışıyorum. Yenilikleri görmeye, yeni kuşaklarla ilişki kurmaya da ayrıca özen gösteriyorum.
Edebiyat öğretmeni olmanın yanında çocukluk hayalinin peşinden emin adımlarla ilerliyor. Kendi platformunu oluşturarak dostlarını bir araya topladı. Dostlarıyla sanatın her alanında üretim yapıyor ve inatla yapmaya devam edecek. Saplantılı edebiyat takipçisi. Kimi zaman Kafka’nın böceğinin peşinde, kimi zaman Slyvia Plath’in kafasını soktuğu fırının içinde. Kimi zaman Dostoyevski’nin yarattığı ‘Öteki’ ile ilgileniyor.