“Horoz ötse,

                                                                                         Hatırlarız kümesi.

Sözcükler öğretmiştir çünkü

                                                                                         Düşünmeyi.” *

Edebiyatın farklı türlerinde eserler veren Çiğdem Sezer’in Alfabeden Kaçan Harfler (2014) adlı çocuk şiirleri kitabı Türkan Saylan Sanat Ödülü’ne, Juju Beni Unutma (2015) adlı çocuk romanı Kocaeli ODTÜ Okulları Çocuk Edebiyatı Ödülü’ne değer görüldü. Pek çok gençlik romanını Saklı Bahar (2017, ON8) ve Köprü Kitaplar koleksiyonunda yer alan Hayat Pastanesi (2017) izledi. Uluslararası Çocuk Kitapları Kurulu’nun (IBBY) 2020 Onur Listesi’ne giren Kamyon Kafe (2018) adlı romanının ardından Günışığı Kitaplığı tarafından çıkan, çocuklar için yazdığı şiir kitabı Kahkaha Keki ’ne dair konuştuk.

Çocuk romanlarından sonra çocuklar için şiirler de yazdınız. En son çocuk romanınız 2017’de yayımlanmıştı. Bugüne kadar olan süreçte okuma ve yazma bağlamında neler yaptınız?

Yetişkinler için yazdıklarım bir yana, sizin andıklarınız dışında da çocuk kitaplarım yayımlandı bu süreçte. Yayımlanmayı bekleyen ve hâlâ üzerinde çalıştığım dosyalar da var. Toplamda kırka yakın kitap… Okumak ve yazmak, birlikte ilerleyen bir süreç.  Doğaldır ki zaman sorunu nedeniyle seçici olmak durumundayız. Takip ettiğim çok iyi çocuk edebiyatı siteleri var. Onların tanıtım ve eleştirilerini önemserim. Kendi gözlemlerimi değerlendiririm ve buna göre okuma haritam şekillenir. Yazma konusu ise belli bir disiplin istiyor elbette. Plan program dâhilinde çalışmam; kalbimi de beynimi de özgür bırakırım. Kitabın belkemiğini oluşturacak düşünce ve ilk cümle böyle çıkar ortaya. Sonrası düş gücünüze ve çalışma disiplininize bağlı. Konuyu içselleştirmişsem –ki başka türlüsü olanaksız– yazma süreci fazla uzun sürmez. Okurun, sevdiği bir kitabı elinden bırakmak istememesi gibi bir hâl bu; yazdıkça merak ediyor, merak ettikçe yazmayı sürdürüyorsunuz. Çünkü romanın gidişini, olayları, sonunu önceden belirlemem. Yazı beni nereye götürüyorsa ardı sıra giderim; merakla, istekle ve heyecanla…

Çocuklar için şiir kitabı yazmaya nasıl karar verdiniz? Onlar için yazarken duyarlı olmanız kaleminizi nerelere götürdü?

Düşüne taşına yapmadım aslında. Uzun yıllar bu konuda ısrarcı olan arkadaşlarım oldu ki onlar çocuk edebiyatını iyi bilen isimlerdi. Kalemimin uygunluğu, yazmam gerektiği, iyi çocuk edebiyatı ürünlerine duyulan gereksinim… Ama ben de ısrarcıydım; yetişkin şiirinde yazmak, yapmak istediklerim vardı. Başka bir türde asla yazmayacaktım o süreçte. Öyle de oldu. Yaşamını şiirle inşa eden biriyseniz –ki benim için kesinlikle öyle– geride bıraktığınız onlu yıllarla birlikte yazdığınız şiir sayısı da azalıyor. Necatigil “Bazı şiirler bekler bazı yaşları,” der ve bu doğrudur ama bir de şu yönü var bu doğrunun; bazı şiirler, kalır bazı yaşlarda… Sizi büyütür, olgunlaştırır ama onlar aynı yerde kalırlar. O yaşa dönmeniz de o şiiri yeniden yazmanız da olanaksızdır. Siz, olgunluğun şiirini yazarsınız. Bu da, daha seçici daha eleştirel olmanız anlamındadır. Yalnızca yazmak mı! Beğenerek okuduğunuz şiir ve şair sayısı da azalmıştır. En azından benim için böyle oldu durum. Daha az yazıyordum ve kesinlikle “yazmadan duramıyor” dum. İşte o zaman çıktı ilk çocuk kitapları. Ama belli bir düzeyin üzerine çıkabildiğime inanmasaydım, yazmazdım. Alanın iyilerinden, hem birikimine hem açıksözlülüğüne güvendiklerimden fikir aldım. Kaleminizin iyi olması, çocuklar için de yazabileceğinizi göstermiyor çünkü. Gelen eleştirilerin olumlu olması beni yüreklendirdi. Elbette en acımasız eleştirmen yine kendim oldum.

İyi ki de çocuklar için yazdım, yazıyorum. Onlardan esirgenenler, ellerinden alınanlar, hayalleri, acıları, beklentileri… Bireysel ve toplumsal anlamda ne varsa aklınıza, yüreğinize düşen, bunları masal, öykü, roman, şiir olarak paylaşıyorsunuz onlarla. Parmağınızı gözlerine sokmadan minik ipuçları veriyorsunuz, uzakta bir deniz fenerinin ışığını işaret ediyorsunuz. Onlar o işaretlerin, ipuçlarının ardı sıra gidiyor. Hangi yolu izleyeceklerini kendileri belirleyerek… Bunu şiirle yapabilmekse apayrı bir heyecan, apayrı bir sevinç. Çocuklar için yazıldığı söylenen o kadar çok kötü şiir gördüm ki! Neyse ki başta Dağlarca olmak üzere bu alanda çok iyi olan isimler de vardı. Yapılabilir miydi? Evet, neden olmasın. Denedim ve “Alfabeden Kaçan Harfler” çıktı ortaya. “İyi ki yazmışım” dedirten bir kitap oldu. Yıllar sonra ise Kahkaha Keki yayımlandı.

Yetişkin şiirindeki tüm engeller, çocuk şiiri için de söz konusu yazık ki. Şiiri eğitim aracı olarak gören bir anlayış… Böyle olunca da temalı, didaktik şiirler öne çıkıyor. “Şair burada ne demek istemiş”e indirgenerek okunan, okutulan şiirler. “Şiirin konusu, ana fikri nedir?” gibi test soruları. Oysa şiir, dünyayı farklı algılamanın, kavramanın, analitik düşünmenin olanağı olabilir olsa olsa. Ve biz bu olanağı, bir “şık”lık test sorusuna indirgeyerek yok ediyoruz. Ama umut hep var, olmalı. Az da olsa bu çizginin dışına çıkabilen, yaratıcı düşünme, özgürleşme alanında şiirin önemini, yerini bilen ve bunu çocuklarla paylaşan öğretmenlerimiz var. Kahkaha Keki’nin ikinci bölümü, bütün bu düşüncelerle belki de sözcüklerin dönüştürebilme özellikleri üzerine yoğunlaşan şiirlerden oluştu.

Doğa, hayvanlar, hayaller, gökyüzü, sevgi gibi çağrışımları kitaptaki şiirlerinizde görebiliyoruz. Çocuklar aslında kendilerine kalsalar şiirin içerisindeler. Bununla ilgili fikirlerinizi merak ediyorum.

Çocuklar da yetişkinler de… Hepimiz bir şiirin içindeyiz ama onun ne kadarına değebiliyoruz! Daha önceki bir söyleşide benzer bir soruya şöyle demiştim; “Şiirsiz de yaşayabilir elbette insan. Muhteşem bir arka bahçeniz varken varlığından haberdar olmamak gibi. Ya da başını kaldırıp hiç gökyüzüne bakmadan yaşayıp gitmek gibi…” Bunların varlığından haberdar değilseniz, içinizdeki boşluğu da fark etmiyorsunuz demektir. Oysa şiir çepeçevre bizimle.  Renkler, sesler, kelimeler… Her yerdeler ve bizim onları bulmamızı bekliyorlar. Çocuk şiirini bu anlamda ayrıca önemsiyorum; çocuklarımızı küçük yaşta bu mucizeyle tanıştırabilsek yetişkin olduklarında zaten kendileri gidecekler o mucizenin ardı sıra. Yazık ki bunu yapmıyoruz, yapamıyoruz. Böyle olunca da çocuklar derslerin ve tabletlerin sarmalında, yetişkinler de gündeliğin rutininde boğuluyor.

Çocuk kitabı yazarken edebiyatın diğer türlerinde de olduğu gibi iyi bir gözlemci olmak gerekir. Hele ki biz yetişkinlerin şiir okuma konusunda zayıf olduğumuzu söylemek gerekirse çocuklar şiir kitabınızı nasıl karşıladılar?

Siz yeter ki şiiri çocuklara ulaştırmayı başarın! Emin olun yetişkinlerden çok daha açıklar ve algılama biçimleri son derece özgür. Yetişkin bireyde pek çok algı, başka olguların etkisinde kalır ve şiir o etkilerle anlamlandırılır. Oysa çocuklar çok daha özgür yaklaşıyor. Bu yüzden de çocuklarla şiiri, yazını paylaşmak, yetişkinlerle paylaşmaktan çok daha doyurucu bir duygu.

“Dedem diyor ki / Dünya’nın evi/ İnsanın kalbi / Sevdikçe genişleyip / İçine alıyor herkesi” Bu dizelerin,  kitabınızla bağdaştırdığınız yanlarına değinebilir misiniz?

Kitaptaki şiirler, sevgi, birey olma, kendi olma, özgürlük ve paylaşma üzerine temellendirilmiş. Bu nedenle de andığınız dizeler, bir anlamda kitabın bütününe yayılan duyguları imliyor. Bencil, sevgisiz bir dünyanın kısırlığı, kötülüğü ya da paylaşımcı, özgür ve sevgiyle yoğrulmuş bir dünyanın varsıllığı… Kitabın ikinci bölümü de sözcüklerin bu duyguları yerli yerine oturtmadaki vazgeçilmezliği üzerine yazılmış şiirlerden oluşuyor zaten. Ki bana kalsa, mucize nedir, dediklerinde, “İşte bu,” deyip göstereceğim sözcüklerdir onlar. Hem kendinizi hem de kendinizi içine konumlandıracağınız dünyayı inşa edeceğiniz sözcükler. “Dünya’yı inşa etmek” biraz iddialı gelebilir, evet, öyle ama en azından denemiş oluruz. Az şey midir bu!

Çocukluk ve gençlik döneminde Çiğdem Sezer’in kitaplığında hangi yazarlar yer alıyordu?

Çocukluğumda şimdiki gibi kitap çeşitliliği yoktu ve olanlara ulaşmak da oldukça güçtü. Bu durum, olumsuzluk gibi görünse de aslında pek çok açıdan yararlı bile oldu. Kitaba ulaşmanın güçlüğü, onun kıymetini bilmemize de yarıyordu. Sınıf kitaplığımızdakilerle başladım okumaya. Heidi, Pollyanna, Alice… Çocukluk arkadaşlarım arasına girdiler. Sonra Kemalettin Tuğcu… Ben “kendim” olmayı ve “özgür” olmayı Heidi’den; iyimser-kötümser karşıtlığında mutlak birinde yer almadan denge kurabilmeyi Pollyanna’dan (o aşırı iyimserdi ve iyilik her zaman işe yaramayabilirdi bana göre); sınıfsal farklılıkları, küçük desteklerin büyük çözümlere gidecek yolun kapısını açabileceğini (ve Türk kahvesi yapmayı!) Kemalettin Tuğcu’dan, ayrıntıların yaşamdaki vazgeçilmezliğini Agatha Christie’den öğrendim. Sonra Cahit Sıtkı Tarancı, Cahit Külebi ile sözcüklerin şiir denen mucizeye dönüşebildiğini gördüm. Ergenlik yıllarımda bolca Kerime Nadir, Muazzez Tahsin de okudum, Hitler’in Kavgam’ını da! Necip Fazıl’la Nâzım’ı, Hilmi Yavuz’u yan yana okudum. Çoğu, rastgele okumalardı ve bilinçli seçim yapacak durumda değildim. Değil bizde, tanıdıklarımın hiçbirinin evinde kitaplık yoktu. İlk kitaplığım, anneciğimin aynalı vitrininde oluştu böyle böyle. Büyüdükçe öğrendim bilinçli kitap seçerek okumayı. Hâlâ, özellikle önerilen, “okunması gerekli” notu düşülen kitaplara zor gider elim. Ama sonradan düşündüğümde, “eleştirel okuma”nın daha baştan bende var olduğunu görüyorum. Heidi’den,  Pollyanna’dan; Nâzım’dan, Necip Fazıl’dan bu yana…

Son olarak, yeni  kitap çalışmalarınız var mı?

Elbette. Yazmıyorsam, yazmayı düşünüyorumdur kesinlikle. Hayatın rutini içinde yaşayıp giderken ansızın çıkıp geliveren bir ses, bir koku, bir tını, bir ezgi, bir bakış… Bir çocuk oyunu ya da kavgası… Kâğıt toplayan, çalışan çocuklar, eğitim olanağı bulamayanlar, göçmenler, kendi yurdunda yer edinemeyenler, savaş, barış, gökkuşağı, yağmur, acılar ve sevinçler ve büyümek denen o amansız hastalık… Bütün bunlar sürüp duruyor biz uyurken, uyanıkken, gün doğarken, batarken, yerken, gezerken… Ve bir pencereden bakar gibi yaşamıyorsanız dünya üzerinde, tüm bunlar size değiyor. Bana da öyle oluyor işte. Yüreğime değenleri biriktiriyorum ve sonra yazıya dökülüyor onlar. Yani şimdi basılmak için sırada olanlar, basılanlar kadar bu şekilde bende saklı olanlar da var. Bana düşen, tüm bunları yazıya dökmek. Onlar kendi zamanlarını biliyor sanırım. Ben yazmak için hazır bekliyorum sadece. (Şimdi ben bu satırları yazarken karşı evin verandasında üç güzel kız oturmuş gülüşüyorlar. Onlar hayatın ışıklı yanındalar; iyi olan, güzel olan, paylaşarak çoğaltılan yanında… Onların aydınlığını alıp diğer yana; kararan, azalan, bencilleşen yanına hayatın taşıma çabası biraz da benimkisi. Bu gülüşler, kim bilir hangi kitabın, şiirin arasına sızıverecekler…)

*Kahkaha Keki / Çocuk Şiirleri/ Günışığı Kitaplığı/ 2020