Bilmem ki nereden başlamalı söze. Aslında şimdi söyleyeceklerim, bir önceki yazımda bahsettiklerime temel mahiyetinde algılanabilir. Tabii ki yine bilim, bilgi ve bilgisizliğimiz üzerine bir şeyler söyleyeceğim. Düşünmeye ne kadar yabancı bir toplum olduğumuz gün gibi ortada ne yazık ki. Çünkü düşünen insan, eylemlerinin yarattığı sonuçlardan yakınmak yerine o sonuçlardan elde ettiği gözlemlerle eylemlerine yeni bir yol çizer. Hatasını fark ettiyse düzeltir, eksiğini gördüyse tamamlar. Bu muhtemelen günlük yaşamdaki her konuda böyledir. Bir işe kalkışmadan önce düşünürüz. O konudaki yeterliliğimizi gözden geçiririz. Maddi ve manevi hazır olduğumuza kanaat getirdiğimizde ise bu düşünce zinciri eyleme dönüşüverir.

Kimdir peki düşünen insan?

Düşünen insan; kendini tanıyan, sınırlarını bildiği gibi yapabileceklerini de bilen, iletişimi güçlü ve en önemlisi okuyan insandır. Okumak, üzerine uzun uzun konuşabileceğimiz bir temel taştır yaşam için.

Teknoloji çağındayız ve bilgi inanılmaz şekilde artıyor. Bu artışa yetişmemize imkan yok. Tabii yetişmek derken, güncel her bilgiyi edinip idrak etmeyi kastediyorum. Aslında bilgi arttığı gibi bilgisizliğimiz de aynı ölçüde artıyor. Bu artana bilgisizlik değil de bilgisizlik ufku demeyi tercih ediyorum. İnsan beynini kullanabildiği ölçüde yaşamına dair tespit ve idrak edebildiği bilgisini artırma peşinde olan bir canlı olduğundan, gün geçtikçe genişleyen bu bilgisizlik ufkundan şikayet etmek yerine daha fazla ve anlamlı şekilde nasıl öğrenebilirim derdine düşer. Eğer düşünen bir bireyse tabi. Okumak, idrak etmek ve düşünmenin temeliyse eğer, bu temel üzerine inşa edilmiş yaşamlara ve toplumlara bakalım. Her biri refah düzeyi ve yaşam kalitesi yüksek toplumlar. Her şeye rağmen okumalı, çok okumalıyız. Bilgisizlik ufkumuzun genişleme hızına yetişemesek dahi yaşam kalitemizi ve donanımızı artırmak adına okumalıyız. Daha iyi düşünebilmek, kendimize ve gelecek neslimize daha yaşanılır anlamlı bir hayat sunmak için okumalıyız. Bilginin bana göre en tehlikelisi, bir amaç için kullanılamayan ve uygulanamayan bilgidir. Bu kullanmadığımız ve mukayese yapamadığımız bilgi beynimizde boş yere kapladığı alanla, bilgisizlik ufkunun genişlemesine hatrı sayılır ölçüde katkıda bulunur. En çok yakındığım konulardan birisidir mukayese eksikliğimiz. Mukayese yapmadan hiçbir konuda gelişilemeyeceğine inanıyorum. Okumak da, mukayese için en önemli araçtır. Okumak denildiğinde lütfen, ilgili olduğun şeylerle ilgili okumak algısı oluşmasın. İnsan yalnızca ilgisi olduğu konularda okur ve araştırırsa, yaşam boyu hep o konular çerçevesinde gelişimini  sürdürür ve bu, yaşam için gerekli dediğimiz “okuma” ya pek de benziyor diyemeyiz.

Genelde insanlara hobileri sorulduğunda, kitap okumak seçeneği de hobiler arasında yer alır ne yazık ki. Bir kimse okumaya hobi olarak bakıyorsa, içinde yetiştiği toplumda genel olarak büyük yanlışlar var diyebiliriz. Aydın ve bilinçli bir birey, kitap okumaya zaman ayırır. Çünkü bilir ki okumak, yemek yemek gibi hayati bir ihtiyaçtır. Bizim toplumumuzda ise bu tam tersidir. Okumak ekseriyetle ihmal edilir. Okunursa da çoğunlukla lazım olduğu düşünüldüğünde ve yalnızca ilgisi olunan konularda okunur. Halbuki bunu bir yaşam tarzı haline getirebilsek, mukayese yetimizi geliştirebilsek daha modern ve daha bilinçli bir toplum haline gelmemiz kaçınılmaz olur. Mukayese ve irdelemenin öneminden bahsettik. Bu size bize ne kazandırır diye düşünürsek; mantık sağlamlığı yaratır. Bu mantık sağlamlığı da herhangi bir durumda hiç bilmediğiniz bir konuda bile mantıksal çıkarımlar yahut verimli ve anlaşılır yorumlar getirebilmemize olanak sağlar. İşte okumak, tek başına bir eylem olmayıp çevresinde bir sürü parametreyi de geliştiren bir sistemdir.

Okumak demişken eğitim sistemimizde okuma alışkanlığı ve faydalarının ne derece aşılanabildiği konusunda endişeliyim. Daha ilkokul çağından bu konuda düşünmeye başlarsak, öğrencilerin tamamına yakınının okulda verilen bilgi ile yetindiğini görürüz. İlkokul çağındaki bir çocuğa okuma ve araştırmanın ne denli önemli olduğu ve okulda verileni dahi sorgulayarak doğru ve gerçek bilgiye yalnızca araştırma ve düşünme ile ulaşılabileceği konusunda en önemli görev öğretmenlerimiz başta olmak üzere aileye düşmektedir. Çocuklarımızı daima sorgulayan ve araştıran bir üslupla eğitmemiz gerektiğine inanıyorum. Zaten bilim her daim gerçeği arar ve bu sorgulamakla, gözlemle ve mukayese ile olur. Tüm bunlar insana bilimsel bir huy katar. Bu huy insana yaşamı boyunca hangi konuda olursa olsun daha mantıklı ve bilinçli davranmasına olanak sağladığı gibi bireysel gelişimine de büyük katkı sağlar.

Yaşam, kendi belirli kuralları olan bir döngü olarak nitelendirilebilir. Bu döngüde herkes kendi kurallarını koyma peşinde olduğu sürece sonuçlar pek de iç açıcı olmayacak. Bencil ve küstahça kendi kurallarımızı koymak yerine okuyup öğrenerek, gözlemleyip mukayese ederek, eleştirerek ve geliştirerek yani kısaca bilim yaparak bu oyunun kurallarını anlamaya çalışmalıyız. Oyunun kurallarını anlamak aslında bir anlamda kendimizi de anlamaktır. Çünkü insan olarak hiçbir zaman doğaya karşı galip gelmemiz mümkün değil. Kendisine verdiğimiz zarardan dolayı, doğanın mukakkak öcünü alacağı birer yaşam formu olmaktansa oyunun kurallarını öğrenmeye adanan bir sürecin formları olmayı tercih etmeliyiz.

Bilgi ve eğitim konularına değinmişken aslında bütün her şeyi özetleyen bir tablodan bahsetmeden geçmeyeyim.

Bu tablo, elementler tablosunun onları keşfeden ülkeleri ile verilmiş halidir. Bu tablo dünyada zenginlik ve refahın bir yansıması aslında. Bu zenginlik ve refahı getiren şey ise tamamen yukarıda saydıklarımızdan ibarettir.Yani okumak, araştırmak, doğru bilginin peşinden gitmek ve ulaştığın o bilgiyi bilimsel yöntem çerçevesinde kullanmak.

Tabloda kırmızı ile verilenler, insanlığın karanlık dönemlerinden beri bildiğimiz ancak kimin bulduğunu bilmediğimiz elementlerdir (altın, gümüş, demir, cıva gibi…). Görüldüğü gibi ekseriyet Avrupa ülkelerince keşfedilen elementler. Demek ki bilim yapmak her şeyin temeli diye boşa söylenmiyor. Yaşanılabilir bir gelecek istiyorsak bu bilim serüvenine katılmak zorundayız. Bunu da okullarımızı, üniversitelerimizi daha konforlu yahut geniş bütçe ve olanaklı hale getirerek değil, öğrencilerimiz başta olmak üzere tüm topluma bilimsel huy ve düşünce gücünü aşılayarak başarabiliriz.

Bilgi ve bilimsel yarış konusunda ülke olarak dışa bağımlılığımız halen çok yüksek. Bu durum uzun yıllar devam edecek gibi gözüküyor. Toplum bilinci oluşmadan bu yarışa ayak uydurmamız, ürettiğimiz bilgiye farklılık da katarak yaşamın oyununda iddialı birer oyuncu olmamız oldukça güç diye düşünüyorum. Kurallar hep aynı, yeter ki biz tutkulu ve doğru birer oyuncu olmayı başarabilelim. Sözlerime Isaac Asimov’un “Bilim nedir?” sorusuna verdiği cevap ile son vermek istiyorum,

Tam anlamıyla söylemek gerekirse BİLİM,

– bir isim değil fiildir.

– bir şey değil yöntemdir.

– varılan sonuçlar dizisi değil evrene bir bakış biçimidir.