“Yaş, Hayat ve Zaman Üzerine Üçleme” isimli hiç yazılmamış öykümden bir bölüm…

Torununun torununu görmek… Sahi sen kimin oğluydun???

Torununun torununu görmüş bir babaanne’nin evinde çocukluk geçirmek beni yaş ile takıntılı hale getirmiştir ki kendisinin benim babaannemin annesi olması ve benim yazıda her ikisine de babaanne diyecek olmam, benim torununun torunu olamamamın hüznü, Freud’un kedisi ile Pavlov’un köpeği arasındaki ilişkiler bu hikâyenin gereksiz detaylarıdır.

Aslında hesap yapıldığında anneme göre 95 yaşında çıkar ama babaannem ilk çocukların öldüğü teorisi ile en yaşlı evlat unvanından kurtulduğunu düşünerek kendisini kendi annesinden daha iyi mi bileceğinizi hatırlatarak, 110 yaş hesabını yapar. Torununun torununu görmeyi uzun dönem stratejik hedefleri arasında görmeyen babaannemiz başka hayatlar için “Allah ele ayağa düşürmesin”i temenni ederken kendisi için de “Allah muhafaza!” ve “can tatlı”yı esirgemez.

Bizim önümüzde hayat o zaman bir saman yığını kadar uzun ve de gereksiz uzunken, o aynı şeyi günler için hissediyordu. O dönem su bardağına koyduğu dişleri dışında her tarafı sağlam bu vampir babaanne’den hayatın 3 kere damıtılmış sırrını bir gün öğrenecek olma ihtimali karanlık istikbalimize ışık saçıyordu. “Evladım bu dünya bir pencere, her gelen bakar ve gider” dediği zaman uzun yaşamanın mutlulukla ve bilgelikle bir ilgisi olduğuna inancım artmıştı. Gerçi bu sözün bir Karadeniz türküsü olduğunu anlamam için üniversiteye kadar beklemem, tango ve salsa derslerinden bir sap olarak başarıyla mezun olup folklor ekibine girmem gerekecekti.

Torunumun torununu hangi yaş’ta görüp göremeyeceğim hesaplarından, torunumu görüp göremeyeceğim yaş hesaplarına doğru x ekseni ve y eksenine giderek farklı mesafede durarak yaptığım iniş, bugünün yeni yaş tanımları ile de tatmin olmuyor. Osman Müftüoğlu ve Mahdumları daha sağlıklı nasıl ölüneceğinin planlarını mutlu emeklilik ambalajında sunarken ben sakinleşmek için Nazım’ a dalıp gidiyorum.

“yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,

hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,

ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,

yaşamak yanı ağır bastığından”