Kaç zamandır, ilk defa kendi kendimle konuşuyorum.
Yine ellerim titriyor yine çıkmaz sokaklarındayım beynimin.
Dönüp dolaşıyorum, aynı yerde buluyorum kendimi.
Kalabalık oluyor etrafım, unutuyorum kendimi orada.
Sonra arıyorum …
Gözlerim yaşarınca buluyorum, yol giderken, ağaçları dallarında kuşları izlerken buluyorum kendimi.
Kendim miyim, onu da bilmiyorum.
Konuşuyorum biriyle, Tanrı diyor kimileri.
Kimileri kişilik diyor, işte aslında sen o konuştuğun kişisin!
Annem yetiştirdi beni, annesinden öğrendikleriyle.
Ki o bile dayanamayıp kaçmış baba evinden.
Düşünüyorum -konuşuyor da olabilirim- annem mutlu olsaydı evinde babamla birlikte kaçar mıydı?
Ve o doğruları ninemin, annemi doğru yapmadıysa beni nasıl yapabilirdi?
Aynı varoluşçu hikaye…
Kim o içimdeki kendim mi?
Ellerimin niye titrediğini buldum. Kişilik bozukluğu, bedenim hangisi olduğuma karar veremiyor ve titriyor bir nevi yan etki.
Kimdi o?
İlk hatırası babası olan ya da öyle sanan
Bana her defasında güçsüz olduğumu hissettiren ahlaksız pezevenk kim?
Hangi soru cümlesiyle bulurum!
Büyük cümlelerim olsun isterdim, tek bayrak altında toplamak kişiliğimi.
Neden böyle oldum?
Deneğiyim kendimin, bulduğumda bilge, bulduğumda ölü bir bedenden öte olmayacağım.
*Kapak görseli : Wassily Kandinsky
Ne kadar samimi ve içten
Bayıldım. Muhteşem olmuş. Ellerinize sağlık.
Müthiş bir yazı. Harika bir iç yolculuk. Dehşet ve sade..