Sabah sessizliğinde evi dinledim. Nasıl derler, yazılmamış öyküler arasında buldum kendimi. Artık biliyorum, kaç yaşına gelirsen gel, kim olursan ol, ne yaparsan yap, hatıralar hep taze kalıyor.
Çivide yatırılmış çamaşırların beyazımsı mavi rengini, hatırladım birden. Bir gün karayel, bir gün yıldız, bir gün lodos, sonraki gün poyrazın savurduğu hayatları, hayatlarımızı düşündüm ister istemez. Dionisos’un altın şarabının tadını hissettim damağımda. Sedir ağacının kokusunu duyar gibi oldum yeniden. Hüznün mayası, elemin tuzu biberiyle karılmış Yeşilçam filmleri geldi aklıma.
Pek heyecanla, sevgi, hüzün ya da özlemle andığım, beklediğim bir gün değildir, Anneler Günü. Grimm Masalları, Kemalettin Tuğcu hikayeleri, elbette Ayşecik filmleriyle büyümüş birinin olağan tepkisi midir, bilemem?
Bildiğim, artık maskelerin ardına sığınma yaşlarını çoktan geride bıraktığım; zaten içimden geçenleri açıklıkla söylemem, yazmam bundan nicedir.
Evet, sanılanın aksine Anneler Günü çok şey ifade etmez bana. Sıradan bir gündür. Abartılmış, adeta kutsanmış. Tecimsel boyut katılarak jelatinlenmiş.
Anneler Günü annesi ölmüş ya da bir biçimde uzak kalmış çocuklar için isyan, suçluluk, utanç, düşbozumlarına uzanan bir duygu sağnağıdır aslında. Kendilerini fena halde hissettikleri.
Kötü bir anım var.
İlkokuldaydık. Sessiz, içe kapanık bir kız vardı sınıfta. Arka sıralarda otururdu hep. Şimdi düşünüyorum da, “Çalıkuşu” ndaki Munise’yi hatırlatıyor bana. Saçları hep sımsıkı örülmüş, siyah önlüğünü tamamlayan beyaz yakası hep biraz yana kaymış. Birsen’di adı. Yoksa Eylül mü ? ( Bellek boşlukları başladı sanırım…) Her neyse..
Öğretmen biz cici çocuklara, çalışkan, uslu, söz dinleyen, erken yatıp erken uyanan, bir yumurtayı ( ille ve nedense ) sütle çırpan, bir dediği iki edilmemiş, şımarık kuzucuklara “Anneler Günü’nde neler yapacağımız”ı sordu.
Herkes numara sırasına göre ayağa kalkıyor bir şeyler anlatıyordu. Çiçekler, Dior parfümler filan uçuşuyordu havada. Anneciklerden bahsediliyordu. Kimi resim yapmıştı, kimi harçlıklarını biriktirip kardeşiyle berabere bluz almıştı da herkes cicilik yarışındaydı. Bir gösteriş, bir gösteriş..
“Evet, Birsen..sen..? ”
Ayağa kalktı usulca. Hepimiz ona dönmüştük. Sustu. Derken sert bir çıkış :
“Sana söylüyorum kızım. Uyukluyor musun ne?”
Ufalmış gibiydi Birsen. Küçülmüştü sanki bir damlacık kalmıştı. Ökseye takılmış bir serçeydi o an.
“Annem yok öğretmenim..”
Sessizlik. O yaş çocukları acımasızdır. Haindir. Kötüdür hatta..
“Aa, annesi yok, annesi yokmuş… Ne ayıp!”
Gülüşmeler oldu… Annesi var diye övünenlerin savaş çığlıklarıydı bu tepkiler. Boyalı kuş olmanın ne demek olduğunu ilk kez ayrımsamıştım. O an bir bulutun içinde yürüyor gibiydim.
Birsen önüne bakıyordu. Dokunsan ağlayacak, kirpikleri titriyordu.
Elinin tersiyle gözlerinden akan yaşları sildi usulca.
Öğretmen elindeki tahta cetveli masaya vurdu. “Susun,” dedi. “Yazılı yoklama yaparım şimdi..” Tehdit yazılı yoklamaydı. Tehdit ve ceza kırık not vermekti.
Birsen’in hep bir yana kaymış beyaz ( kolasız, biraz eprimiş ) yakasına takıldı gözüm. Kimse fark etmeden boynumdaki düğmeyi çözdüm, o kola serti yakayı yana doğru ittim..
“Pınar, sen anlat bakalım..”
Sınıfın en çalışkanıydım ya, hani okumayı herkesten önce sökmüş, göğsüne kırmızı kurdele takılmış, şiirlerini ezberlemiş, hep sözlü ve yazılı sınavlara hazır, ev ödevlerini eksiksiz ve herkesten fazla yapan..
“Bilmem, bir şey düşünmedim öğretmenim..” dedim. Öğretmenin gözleri iri iri açıldı. Belli ki hiç ummadığı bir yanıttı bu, üstelik benden. O uslu, cici, hep sınıf birincisi olmuş çocuk… Öfkeyle, şaşkınlıkla süzdü beni.
Gözlerini kapattı Birsen. Başını ellerinin arasına aldı. İçindeki hüzün bulaşığı sular çekilmiş olmalıydı.
O günün ardından mayıs ayının ikinci pazarına karşı hep sağır ve kör kaldım. Birsen’in o ufacık bırakılışına, savunmasızlığına tanıklık ettiğim için o kalabalıktaki ıssızlığı ilk o zaman kanımda hissettiğim için. Zaten çok mutlu bir çocuk da değildim. Yüzümde tikler… Hırçın… Yemek yemeyen,huysuz… Ve iyi ki romanlar vardı. Filiz Akınlı filmler ve Filiz Akın ile simgelenen uçsuz bucaksız güzellikler…
Annem hayattayken de, sonrasında da Anneler Günü’ne hep soğuk baktım, özetle. Şimdi de duygularım pek farklı değil.
Birsen. O derste tek başınaydı. Unutmadım, hiç unutmadım..
Son söz gibiydi. Ama değil. Ne çok yüzleşmeden, ödeşmeden, hesaplaşmadan çıkıp gelinen yaşlardayım artık. Beğenmediğimi söylediğim, birilerine ille de cici gözükmek için rol yapmadığım… Yine de bazı fotoğraflar var, bellekte kalana. Sabitlenmiş. Birsen’in fotoğrafı gibi.
Şimdi anlatabildim mi, bilemem Anneler Günü’ne neden mesafeli kaldığımı… oO küçücük çocuğa nispet yapmışlar, yokluğu ve duyumsadığı yoksunluğu yüzüne çarpmışlardı.
Ve bugün Anneler Günü. Birsen’i hatırlıyorum ve Anneler Günü için belki de en olmadık yazıyı yazdığımı da biliyorum.
Sevgi, mutluluk, sevinçler kuşatılmış güzelliklerde buluşmak dileğiyle… Her zaman ve daima.