“Fredor Samsa kasvetli düşlerinden uyandığında bir sivrisineğe dönüşmüştü. Uzun süre sırt üstü yattığından kanatları birbirine yapışmış hâlde yatakta debeleniyordu. Doğrulurken zorlandı. Boğazı kurumuş, dudakları birbirine yapışmıştı. Susuzluğunu gidermesi gerekiyordu. Rüyasını anımsadı. Sürahiden akan oluk oluk kanla yıkanışı, kanın henüz sıcak hali, başını döndüren kokusu, dayanılmaz tadı…”

Sayfanın kenarını kıvırıp kitabı kapattı. Susamıştı. Mutfağa gitti. Buzdolabını açtığında yüzüne vuran serin havayla ürperdi. Soğuk su, süt, meyve suyu, bira… Kapattı. Beş saniye sonra tekrar buzdolabını açtı. Bira iyi gider, diye düşündü. Şişenin ucunu tezgâha dayadı. Tek eliyle kapağın üst tarafına vurdu. Tek hamlede kapak fırladı. Şişenin ucu çatladı. Bir yudum aldı. Balkona çıktı. Dışarıdaki hava, buzdolabının içinden daha soğuk değildi. Cıvıldayan kuşlar, yol boyunca sıralı ağaçlar, sakinlik, çiçekler, böcekler… Böcek. Sivrisinek. Fredor Samsa. Birayı kafasına dikti. Tahsin’in görmek istediği manzara sadece zihnindeydi. Karşısındaysa gürültülü sokak, trafik, yüksek binalar, gereksiz insan kalabalığı, arabalar… Her haneye düşen araba sayısı ikiye çıktı tabii. Binalar ve binaların yanlarında biten diğer binalar. Çitlerle çevrili, bir zamanlar yeşillik olan, şimdiyse yeni binacıkları doğurmak üzere olan toprak parçaları. Canı sıkıldı. İçeriye girip kapıyı kapattı. Stor perdeyi indirdi. Evdeki büyün pencerelerin kapalı olduğundan emin olduktan sonra kitabı eline aldı. Sayfanın başından başlayarak yeniden göz gezdirdi.

“Dayanılmaz tadı iştahını kabartıyordu. Silkelendi. Küçük tüylü bacakları yüzünde gezindi. Kanatlarını açmaya çalıştı. Uçmayı unutmuş gibi bir hâli vardı. Lakin unutması için önce bilmesi gerekiyordu. İlk defa sineğe dönüşmüş biri uçmayı nereden bilebilirdi?”

Döner sandalyeyi yükseltti. Ayakları yere değmiyordu. Parmak uçlarıyla masanın altındaki koliyi buldu. Ayaklarını üstüne uzattı. Yapığı şey yüzünden suçluluk duydu. Yapamadıkları neden olmuştu buna. Tahsin başarısız olmuştu. “Satmadı,” demişti yayınevi. Depoda çürüyeceğine sana gönderelim. Hediye niyetine dağıtırsın. Sükse yapmak bir yana üç yüz adet bile satmamıştı kitabı. Yazamıyordu artık. Artık mı? Hiç yazabilmiş miydi Tahsin?

“Bir iki kez yataktan yükselir gibi olup tekrar yatağa düştü Fredor. Bir sivrisineğe dönüşmesini garipsemiyor, daha çok neden uçamadığını sorguluyordu.”

Birasından büyük bir yudum aldı Tahsin. Fredor’u düşündü. Bir sabah uyandığında sivrisineğe dönüşmüş olsaydı uçmaya çalışır mıydı? Elbette çabalamazdı. Tahsin vazgeçmişti; yazmaktan, okumaktan hatta uçma ihtimalinden.

“Susamışlığı dayanılmaz bir hâl almaya başladığında dışarı çıkması gerektiğine karar verdi. Uçabilseydi camdan da kaçabilirdi. İnsan içine karışmalıydı. İnsan teni. Kokusu. Yine başı dönmeye başladı.”

Satırları okudukça susuyor ve birasını yudumluyordu. Dudaklarındaki sıcaklık ve damağındaki pas tadı onu duraksattı. “Demir oranı yüksek bira mı?” diye düşünürken midesi bulandı. Avucuna tükürdü. Kan. Şişenin ağzı çatlamıştı sahi. Dudaklarını yaladı. Bir kez daha. Kanatları olsa neredeyse uçacaktı. Kitabı kapattı. Bu sefer sayfayı kıvırmadı. Nasıl olsa baştan okuyacaktı. Yazmaya koyuldu. Ağzındaki tadın esin perilerini uyandırdığına inanmıştı. Yanılıyordu. Onu yazmaya iten güç, uçma yeteneğini yitirmiş sivrisineğin yeniden uçabilme ihtimaliydi.

Yere değmeyen ayaklarını yayınevinden gelen kolinin üstüne uzattı. Suçluluktan ziyade intikam hissi hücum etti hücrelerine. Kime karşıydı bu hıncı; kendisine mi, kitabını satın almayan okuyucuya mı, yoksa kitapları kendisine gönderen yayınevine mi? Bir sigara yaktı. Terapisti sigarayı bırakması için öncelikle en kötü sigarayı bulup içmesini söylediğinden beri içiyordu. En kötü sigarayı bulmuş fakat keyifle içmeyi sürdürmüştü. Sertti. Dumanı her içine çekişinde terapisti hatırlayıp gülümsüyordu. Sigara yerine terapiste gitmeyi bırakmıştı. Yazmaya başladı.

Koridor sessizdi. Kokusunu takip ettim. Bulamadım.

Ağzındaki demir tadı bir türlü geçmiyordu. Biranın kalanını dikti kafasına. Devam etti.

“Bulamadım. Parfümünün kokusu holde son buldu. Anahtar kapının üstünde. Terlikleri hemen girişte. Portmantoya yapıştırılmış bir not. Üstünde; ‘Aynı teleskoptan baksak da aynı evreni görmüyoruz seninle. Sen mavi, ben pembe pencerede. Renkler farklıysa anlam da değişir. Anlam değişince biz de değişmeye hatta değiştirmeye çalışırız.’”

Olmuyordu. Bir kadının yazdığı sıradan bir veda notu için abartı bir örnek. Kâğıdı yırtıp attı. Yeni bir hikâye yazmalıydı. Gece rüyasında gördüğü kurgu üzerine yazmak, iyi fikir olabilirdi. Eski hayatında bir korsan olduğunu görmüştü. Sıra dışı bir mürettebatla okyanusa açılmışlardı. Buz dağına çarpıp sonlarının Titanik gibi olmaması için toplu duaya kalkıştıkları sahne oldukça dramatikti. Tahsin henüz farkında değil. Karakterlerine doğum lekesi gibi yapışan talihsizlik aslında kendi talihsizliği. Yolunu kaybetmiş rotasız bir denizci. Onlar üzerindeki çabası bile boşa. Her yerde olmak hiçbir yerde olmamaktır, diyor Montaigne. Hiçbir yerde olmak gibi bir gayesi olmasa belki bir yerlerde olabileceğini bilmiyor. Gördüğü düşün can alıcı kısmını hatırlamasını bekliyorum, zihnine girip uykusunda ona söylediklerimi. Uykuda herkes eşittir Tahsin. Sen de herkes gibisin işte. Ne gurur, ne mevki, ne korku, ne hırs. Uyanmamış bir bebek gibi. Nefes alışların bile farklı. Uyanmaya yakın herkes ve her şey normallikten uzaklaşacak. Artık herkes gibi olmayacaksın fakat herkese benzeyeceksin. Gözleri uzaklara dalar gibi olduğunda, hah işte hatırlıyor diyorum. O ise karakterini düşünüyor. Yazmaya çabalıyor. Yazamadığından yakınıyor. Bilmiyor henüz, bildiğinde herkes gibi olmayacağını.

Tüm yazdıklarını yırtıyor. Bugün yazmamalı, diye düşünüyor. İsabetli karar. Kitabı alıyor eline. Okumaya devam ediyor.

“Fredor, kafatasından çıkan iki küçük tüylü duyargada bulunan duyu hücreleri sayesinde en ufak sesi dahi işitebiliyordu. Odanın dışından gelen seslere dikkat kesildi. Bir kez daha havalanır gibi oldu. Uçmayı başarabilirse diğer bütün sivrisinekler gibi tehlikeli olmayı göze alabilecek miydi?”

Tahsin’in gözleri yine uzaklara daldı. Umut etmemeli. Nasıl olsa hatırlamayacak. Yine de, “Bekle,” diyor bir ses. Tahsin’in gözlerinin daldığı yerde; orada, yakınında.

Kapak görseli: Gözde Şahin