Hepimizin hayatının bir noktasında değmiştir Barış’ın hapishanedeki sesi benliğimize.
-Neden uçmuyor İnci?
-Uçar bir gün…
Bu cümlelere tanıklık ettiğimiz film, aslında gerçek bir hikayeden doğmuş bir eserdir. Filmden önce kitap olarak 1986 yılında Yön Yayınları tarafından basılmıştır.
Üstelik kitap Feride Çiçekoğlu’nun ilk romanıdır.
Feride Çiçekoğlu’nun yaşamından bir kesit bu roman aracılığıyla okuyucuyla buluşur. Dört yılını Ulucanlar Cezaevinde geçiren Feride Çiçekoğlu, hapishane günlerinde tanıştığı Barış adındaki bir çocuğun gözünden hapishane ortamını sunmuştur bize. Çeşitli nedenlerle yolu hapishaneye düşmüş birinin gözünden değil de özellikle ‘kader mahkumu Barış’ın gözünden ve metafor olarak kullandığı ‘uçurtma’ ile anlatımı yüreğimizde derin izler bırakmıştır.
Filmin ardından Can Yayınları kitabı basmış, bu baskı tahmin ettiğiniz gibi hızla tükenmiştir.
Arsız Sanat ekibi olarak gerek edebiyat gerek sinema dünyasında önemli bir yere sahip ‘Uçurtmayı Vurmasınlar’ eserinin yaratıcı Feride Çiçekoğlu ile buluşarak sanata ve üretime dair önemli bir söyleyiş gerçekleştirdik.
Başarılı bir eğitim hayatının ardından 4 yıllık bir cezaevi süreci yaşadınız. Bu süreci anlatır mısınız?
1980-1984 arası, 2 yılı Ankara Mamak Askeri Cezaevinde, iki yılı da Ulucanlar Merkez Sivil Cezaevinde olmak üzere toplam 4 yıllık bir tecrübe; ikinci doktora diyelim. İlk doktoram mimarlıktı, ikincisi sayesinde hikaye anlatmayı öğrendim ve o sayede sinemayla tanıştım. Şimdi sinema bölümündeyim. Cezaevi eğitim sürecinin devamıydı bana göre.
Cezaevi süreci şüphesiz kolay geçmemiştir. Mamak’tan Ulucanlar’a gönderilen ilk kadın mahkumsunuz bildiğimiz kadarıyla. Yaşadıklarınız sizi bir hayli yormuş olmalı. Peki bu sürecin yazar olma sürecini etkilediğini düşünüyor musunuz?
Ulucanlar’a Mamak’tan 1980 cunta sonrası giden ilk politik kadındım. Yoksa Ulucanlar’da önceden sivil kadınlar vardı. Yaşadıklarımız bizi sürekli yoruyor Türkiye’de. Şu an çevremde yorgun ya da depresyonda olanların sayısı cezaevi döneminden daha fazla. Umarım bu dönem de en azından yeni hikaye anlatıcıları yetiştirir. Anlatıp okuyup izleyip iyileşmemiz lazım.
‘Uçurtmayı Vurmasınlar’ bugünlerden doğmuş bir eser. Cezaevi süreciniz olmasaydı böyle bir eser biz okuyucularla buluşabilir miydi?
Buluşmazdı, ben de mimarlık hocası olarak kariyerimi tamamlamış olurdum sanırım.
Peki Uçurtmayı Vurmasınlar romanını yazmaya nasıl karar verdiniz? Şüphesiz yaşadıklarınız duyularınızda, duygularınızda yoğunluk sağlamıştır. Ancak cezaevi sürecinizi mektuplardan oluşan bir tarzla sunma fikri de yaratıcı bir süreç. Anı yazmayı da tercih edebilirdiniz. Kitabın doğuş hikayesine ve bu tarzı tercih etme nedeninize değinebilir misiniz?
Kitapta adı geçen çocuk gerçekti ve ondan ayrıldığım için sahiden çok üzülmüştüm. Tarz tercihi samimi bir ihtiyaçtan, o çocukla ilişkimi zihnen sürdürme isteğinden kaynaklandı. Sanıyorum kitabın 30 yıl sonra yeni baskılar yapmasının nedeni de bu samimiyet. Liselerde ders kitabı olarak okutuluyor şimdi. Sık sık söyleşi daveti alıyorum. Hepsine değil ama yılda bir, iki tanesine katılıyorum. Öğrencilerin kitabı ne kadar sevdiklerini görmek mutlu ediyor.
Kitabın film haline gelme sürecine gelirsek… Tunç Başaran yönetmenliğinde film çekiliyor. Tunç Beyin mi önerdiği bir projeydi yoksa siz mi çekmek istediniz?
Tunç Başaran önerdi, kitabı okumuş, kitabın haklarını ona satmamı istedi. Ben senaryoyu görmeden böyle bir hak devri yapmak istemedim.
Kitabı senaryo haline siz getirdiniz. Kitaptaki bazı unsurları çıkarmak ve yerine yeni unsurlar koymak zorunda kaldınız. Bir anlamda eseri yeniden yazdınız. Kitabın senaryolaştırılma sürecine değinebilir misiniz?
Kitap üzerine Tunç ile konuştuğumuz ve benim senaryo nedir, nasıl yazılır diye merak etmeye başladığım süreçte Cumhuriyet gazetesi senaryo yarışması açtı. Başka bir senaryo ile o yarışmaya katılıp derece aldım. Onun üzerine Uçurtmayı Vurmasınlar’ın senaryosunu da benim yazmama karar verdik. Yarışmayı kazanan senaryoyu da Ziya Öztan çekti, Baharın Bittiği Yer, adıyla. Aynı yıl Milliyet Sanat’ın senaryo yarışmasında Suyun Öte Yanı senaryom birinci oldu ve onu da Tomris Giritlioğlu çekti. Ve sonraki yıl İsviçreli yönetmen Xavier Koller ile yazdığımız Umuda Yolculuk filmi en iyi yabancı film dalında Oscar ödülü aldı. 1988-1990 yılları arasında ciddi bir senaryo eğitimi almış oldum. O dönem senaryolarımdan filme alınanlar arasında en sevdiğim, en uzun soluklu yaşayan Uçurtmayı Vurmasınlar oldu. Kitabın birebir sinemaya yansıması mümkün değildi. O konuda filmi çocuğun gözünden değil de, tahliye olmuş çocuğu özleyen İnci’nin gözünden anlatma kararımız doğruydu. Bunun için Tunç’a teşekkür borçluyum. Çünkü başlangıçta ben de karşı çıkmıştım, aynen sizin film ve kitap arasındaki farklara dair yazınızda sorduğunuza benzer sorular sormuştum ama bence zaman filmi doğruladı. Hikaye ve film farklı diller. İkisini ayrı mecralar olarak görmeden başarılı bir uyarlama yapma imkanı yok.
Film aynı zamanda Oscar aday adayı olarak Türkiye’yi ‘yabancı dilde en iyi film’ kategorisinde temsil etti. Bu durum Türk sinema tarihi için önemli bir başarı. Filmin bu denli başarılı olmasını neye bağlıyorsunuz?
Oscar alanından söz ediyorsak Umuda Yolculuk daha başarılı sayılmalı ama ödüller bir filmin sonraki yolculuğunu belirlemiyor.
Tek kitabınız değil ‘Uçurtmayı Vurmasınlar’. Sizin Hiç Babanız Öldü mü?, Suyun Öte Yanı, Vesikalı Şehir … adında kitaplarınız var. Peki okuyucularınız olarak yakın bir zamanda ‘yeni bir kitabınızla’ buluşabilecek miyiz?
Vesikalı Şehir ve Şehrin İtirazı yakın zamanda Metis yayınlarından çıkan inceleme kitaplarım. İstanbul filmlerinde kadın kimliğine ve isyan öncesine odaklanan gözlemler, anılar ve yorumlar içeren denemeler de var kitapların kurgusunda. Benzer biçimde kurgulanmış üçüncü bir kitabın hazırlığı içindeyim. Gezi günlerinde bana çarpıcı gelen bir slogan vardı: “Bizim gibi üç çocuk ister misin?” Bu sorunun peşinden gidiyorum.
Zor şartlarda eser üretmiş ve başarılara imza atmış bir yazar olarak yeni dönem yazarlara ve sanatçılara ne önerirdiniz?
Yine zor dönem. Panzehiri kahkaha. Mizah lazım. Başka çaremiz yok.
*Arsız Sanat ekibi olarak Feride Çiçekoğlu’na sonsuz teşekkürlerimizle…
Edebiyat öğretmeni olmanın yanında çocukluk hayalinin peşinden emin adımlarla ilerliyor. Kendi platformunu oluşturarak dostlarını bir araya topladı. Dostlarıyla sanatın her alanında üretim yapıyor ve inatla yapmaya devam edecek. Saplantılı edebiyat takipçisi. Kimi zaman Kafka’nın böceğinin peşinde, kimi zaman Slyvia Plath’in kafasını soktuğu fırının içinde. Kimi zaman Dostoyevski’nin yarattığı ‘Öteki’ ile ilgileniyor.