Fırtınalı bir gece. Sessizliği gök gürültüsü bozuyor. TV kapalı, üç kadın ve üç erkek sandalyede elleri dizlerinin üzerinde oturuyor. Başları öne doğru düşmüş, bilinçleri kapalı ve uyku moduna alınmış. Kirpikleri kesilmiş, dudakları morumsu ve kaşları kazınmış. Enselerindeki barkod ile omurilik soğanına bağlı bir sistem yerleştirilmiş ve bilinç akışı buradaki okuyucu sayesinde mekanizma ile gerçekleşiyor.
Kapıyı açınca holdeki sensörlü ışık yandı. Yağmurluğundan damlalar düşüyordu. Çizmeleri çamurluydu. Üzerindeki her şeyi çıkartıp şöminenin yanına gitti. Uzun zamandır yanmamış görünüyordu; bir kenarında geleneksel yılbaşı çorabı asılı kalmıştı. Hristiyan bir aileden kalmış olmalı, diye tahmin etti. Koltuğa oturduğunda toz kokusunu duyumsadı. Arkasına yaslanıp birkaç dakika dinlenme moduna aldı kendini. Koltuğun dibindeki sepette yarım kalmış bir örgü vardı; renkli yumaklar ve şişler. Sepetin altından görünen bir gazetede, “Devrim yaklaşıyor” yazıyordu. Karşı duvarda yağlı boya ile yapılmış gün batımı tablosu asılıydı. İmzasız tablo o dönemlerde herkesin evinde asılıydı. Gözlerini kapattığında uyuyacak gibi oldu. Kalkıp mutfağa gitti. Dolapları ve çekmeceleri karıştırdı. Devrim öncesinden belki biraz kahve saklı kalmış olabilir mi diye baktı. Çatal kaşık çekmesinin dibinde peçeteye sarılmış kahve çekirdeklerini buldu. Tazeymiş gibi kokuyordu. Tahta bir kaşıkla ezip sıcak suya attı çekirdekleri. Devrim sonrası keyif verici her türlü yiyecek ve içecek yasaklanmıştı. Kara borsada altın ya da yiyecekler ile takas ediliyordu.
Kahvesini alıp tekrar şöminenin karşısındaki koltuğa oturdu. Bir yudum içti; beğenmedi. Mutfakta tuz aradı, bir çimdik fincana attı. Bir yudum daha aldı; olması gerektiği gibiydi. Şömineye daha dikkatli baktı. Küller, yeni söndürülmüş ateşten kalmış gibiydi. Şöminenin siperliği paslanmamış, maşa rengini korumuştu. Oldukça ilginçti. Demir ve kül birbirine karışsa da bozulmamıştı. Tüm külleri deney tüpüne topladı. Demir siperliği yerinden çıkarttı, maşayı da yanına koydu. Bunlar yeni deneylerde kullanabileceği materyaller olabilirdi. Her malzeme kıymetli bir icadın kahramanı gibiydi devrimde. Kahvesini bitirip geriye yaslandığında geçmiş bilgilerini anımsadı. Karısı, çocukları, evi, en son izlediği maç; karısının en son yaptığı yemek ve tadı. O kadar keyifli bir an yaşıyordu ki, omurilik soğanındaki çip ötmeye başladı ve vücudu hızla seratonin salgısını kesip kortizol yüklemeye başladı. Yüz mimiklerini nötürleyip yapay zekâ sayesinde mutluluk gibi duygular yıkıma uğratılıyordu. Saniyeler içindeki bu hızlı geçiş hoşuna gitmedi. Yarınki programa bakıp uyumaya karar verdi. Burnuna dokunduğunda açılan ekranda saatleri ve denekleri kontrol etti. Kadınların özelliklerini gözden geçirdi. Erkeklerin DNA yapılarına baktı. Biyolojik sorun var mı yok mu diye inceleyip ışıkları kapattı ve koltukta uyudu.
Güneş doğmadan uyandı. Son kalan beş kahve çekirdeğini de ezip sıcak suya attı. Deneye başlamadan önce evde gezinmeye karar verdi. Devrim öncesinde yaşayanları düşündü. ‘’Basit ve asalak bir yaşam,’’ diye mırıldandı. Dünyaya katkısından çok zararı olan bir insanlık. Yatak odaları ve banyoların bulunduğu üst kata çıktı. Holden açılan geniş bir balkon da vardı. Ebeveyn yatak odası ile çocuklarınki karşı karşıyaydı. Kocaman bir yatak; İngiliz tarzı mobilyalar. “Gösteriş ve budalalık akıyor her eşyadan,” diye mırıldandı bu defa. Çocuk odasında iki yatak vardı. Kız daha büyük olmalıydı çünkü pembe battaniye olan yatak daha büyüktü. Mavi battaniye ise küçük yataktaydı. Büyük bir bebek evi vardı. ‘’İnsanların asalak hayalleri,’’ diye söylendi. Banyodaki küvet dikkatini çekti. Büyüktü ve etrafına mumlar dizilmişti. Anlam veremedi. Devrim sonrası su israfını önlemek için banyo yapmak yerine hükümet ayın belli zamanları su veriyor ve bunları hesap defterine işliyordu. Fazla su kullanmak suç sayılıyordu. Kirli çamaşır sepeti doluydu. Devrimle beraber yarım kalan insan işlerinden biri, diye geçirdi aklından. Balkona çıktı. Barbekünün kapağı açıktı. Izgaranın üzeri yanmış et parçalarıyla doluydu. Hepsi tozla kaplanmıştı. Sandalyeler dağılmıştı, masanın üzerinde en az bir parmak kadar toz vardı. Beyninde şimşek çaktı aniden. Geçmiş gelecek koordinasyonu zayıflayıp anılarını beyninde canlandırdı. Son yediği et, son içtiği bira, karısıyla son sevişmesi; onun kokusu, saçları, inlemesi aklına geldi. Yapay zekâ devreye girerek kısa süreli felç geçirmesine neden oldu ve burnundan karınca büyüklüğünde bir robot çıktı. Korneasına bir doku yükleyip görüş algısını azalttı. Sonra geri girdi burnuna ve normale döndü. Bu, sistem ile alakalı devrimin teknik sorunlarından biriydi. Parmak uçları sinir algısı çok yüksek olduğu için en ufak bir toz zerreciği bile insan beyni ile yapay zekâ arasında kaosa neden oluyordu. Yapacağı deney de bunun üzerineydi. Salona geri döndü. Deneklerin enselerindeki barkodu avuç içi okuyucusu ile aktifleştirdi. Önlüğünü giydi. Aktif olan denekler önce birbirlerine, sonra çıplak bedenlerine baktılar. Yıllar sonra derin uykudan uyanınca zaman kavramı oldukça karışıyor, bu da sinir sisteminde hasara sebep oluyordu. Bunun olmaması için de denekler uyanınca, belli sinir sistemi hareketleri kendilerine zarar vermemesi için amigdalayı kapatıyordu. Ayağa kalkmak, yürümek gibi eylemleri ancak komutla yapabiliyorlardı. Hükümet denetimi altında gerçekleşen deneyde amaç; yeni genler yaratarak makro üst insan kolonisi kurabilmekti. Burnuna dokunup programını açtı. Kadınların yere yatması için komut verdi. Sperm bantlarını vajinalarının üstlerine yapıştırdı. Erkeklerin ereksiyon olması için barkodlarından porno yükledi. Deney başlıyordu. Bir erkek, deney dışında pozisyona izinsiz geçiş yaptığı için onu diskalifiye etti. Omurilik soğanına yerleştirilen çipte kopma olduğunu fark etti. Eşi olan denek kadını da uyutup üzerini örttü. Diğer iki çift denek eyleme devam etti. On beş dakika sonra erkek denekleri sandalyeye oturmaları için komuta etti. Kadınlar bir süre daha yatacaklardı. Raporunu hazırladı. Önlüğünü çıkarttı. Diskalifiye olan erkeği bahçeye çıkarttı. Balta ile parçalara ayırdı. Tüm parçaları üst üste yığıp benzinle yaktı. Raporuna bunu eklemek hoşuna gitmedi fakat itaatsizlik en büyük suçtu. Transfer lazeri ile yatan kadınların rahim ve yumurtalıklarını inceledi. Sperm bantları bir mıknatıs gibi spermleri hızla rahme çekiyor ve döllenme süresini kısaltıyordu. İnsan üreme sistemleri içerisinde en çığır açacak sistem olacağına inanılıyordu. Yanık et kokusu etrafı sarmıştı. Karnı acıktı. Önce banyoya gidip temizlendi, sonra da çantasından yemeğini çıkarttı. Devrim hükümeti tek öğün yemeğe izin veriyordu. Bu yüzden uzun uzun çiğneyerek yemek, uzun sürede doygunluk hissi sağlıyordu. Burnuna dokunup ekrana gün raporunu girdi. Yatan kadınları sandalyeye oturmaları için komutlandırdı ve hepsinin kapalı olduğundan emin olup uyumaya gitti.
Güneş doğarken uyanmıştı. Denekler sandalyelerinde yoktu. Yerde birbirlerine sarılmış halde uyuyorlardı. Şaşkınlıktan elindeki son suyu da yere döktü. Yanlarına gittiğinde erkek denek, ayağa kalkıp ona yumruk atmaya çalıştı. Kadın denek araya girdi. Ağlamaya başladı. İnsan zekâsı ve yapay zekâ yine ciddi bir çarpışma yaşıyordu. Hepsini kapattı. Eğer onları rapor ederse hem deneyi başarısız sayılacak hem de rahimleri ve yumurtalıkları alınan kadınlar seks kölesi olarak satılacaktı. Erkekler ise yeni sarayın yapımı için hadım edilmiş inşaat işçisi olacaktı. Karar vermesi gerekiyordu. Hepsini tekrar uyandırdı ve yapay zekâyı kapatıp bir anlaşmaya vardılar. Bunlar hiç yaşanmamış varsayacaklardı. Ufak bir araştırma yapınca çiftleşme esnasında salgılanan adrenalin hormonunun çipi etkisiz hâle getirdiğini fark etti. Yeni Dünya’da başarısızlık itaatsizlikten de ağır suçtu. Kimse tek kelime etmeyecek, o da raporuna yazmayacaktı. Burnundan ekranını açıp hafıza kısmından “görüntü sil”e bastı ve yaşanılanları sildi. Devrimle beraber mekanik bir çağa geçiş yapılsa da bazı düzenlemeler oldukça zayıftı. Koltuğa oturdu. Keşke son kalan kahve çekirdeklerinin hepsini kullanmasaydım, diye düşündü. Deneklerin yapay zekâsını aktifleştirip merkezi sistemde kapattı; üstlerini örttü. Kıyafetlerini ve yağmurluğunu giydi. Erkek deneği parçalarken benzin bidonları görmüştü. Evin içine, kapalı deneklerin üzerine, her yere benzin döktü. Yağmur çiseleyerek yağmaya devam ediyordu. Gökyüzü duvardaki tabloyu taklit etmişti. Evden çıktı ve yüzyıl önceden kalan benzinli çakmağı yakıp eve fırlattı. Eski Dünya’nın kavramlarından felsefe alanında okuduğu Immanuel Kant’ın sözü aklına geldi: “İki şey var ki, ruhumu hep yeni, hep artan bir hayranlık ve müthiş bir saygıyla dolduruyor: üzerimdeki yıldızlı gökyüzü ve vicdanımdaki ahlak yasası.’’ Kendini imha moduna aldı ve yağmur bir süreliğine kırmızı yağdı.