‘Dünyayla aranızda olan savaşta her zaman dünyanın yanında taraf olun.’
Kafka
Eli kalem tutan herkesin üzerine bir şeyler yazmaktan çekinmediği Kafka, gerçekte kimdir? Neden bu kadar çok okunur?
Kafka’nın yaşamına dair bildiğimizi iddia ettiğimiz şeylerin(!) yetersiz olması benim için ‘sorun’ teşkil etse de eserlerinin gerçek anlamıyla anlaşılıp anlaşılmadığı şüphesi çok daha önemli bir ‘sorun’ olarak karşımda durmaktaydı.
Kitapseverlerin mutlaka okuduğu ‘Dönüşüm’ eserinin sahibini okutan gerçek sebep neydi?
Kafka kendi yaşamından yola çıkarak toplumu gözlemler, bir anlamda toplumu kendisine anlatmaya çalışır. Bu nedenle de eserlerinden dönemin insanlarını psikolojik ve sosyolojik açıdan okumak mümkündür. Aslında Kafka’nın yarattığı kahramanlar ‘her çağda’ karşımıza çıkabilecek özelliktedir. Onlar toplumun kurbanıdırlar ve bu özellikleriyle Kafka’nın kahramanı olmaya hak kazanırlar.
Kafka’nın eserlerinin ortak özelliği, yarattığı roman kahramanlarının içinde bulunduğu duruma ‘yabancılaşması’dır. Onun eserlerine bakarak insanın içinde bulunduğu durum analiz edilebilmektedir.
Yabancılaşma kavramı sözlük anlamıyla düşünüldüğünde bir şeye ya da kimseye yabancı hale gelme eylemi olarak tanımlansa da Kafka, eserlerinde bu kavramı ‘kendine yabancılaşma’ olarak öne çıkarmayı tercih eder.
Yabancılaşma olgusunu ‘insan’ perspektifinde ele alır. Tabii bunu bir aşama olarak karşımıza çıkarır. Bireyin kendine yabancılaşması ilk olarak psikolojik boyutta ele alınarak bu sürecin toplumsal boyutta sonuçları gözlerimizin önüne serilir.
Kafka’nın kurduğu dünya simgeseldir. Düzene karşı duran insanın tavrı eserlerinde vücut bulur. Kendine yabancılaşan bireyler, bireysel olarak psikolojik sorunlar yaşamaya başlar, hayattan kopma derecesine gelir. Ancak bunun etkileri sadece bireysel olarak sunulmaz. Bireysel kopma, toplumsal kopmaya doğru sirayet eder.
Eserlerine hakim konular bu nedenle ‘aşağılanma, yabancılaşma, ihanet, yalnızlık, dışlanmışlık, anlamsızlık’ olarak karşımıza çıkar. Bu duygular, bireyi öyle bir sürece götürür ki ‘güç karşısında hissedilen güçsüzlük’e dönüşür. Bunun sonucunda da bireyin otoriteyle yaşadığı sorunlar çarpıcı bir şekilde sunulur. Bireyin otoriteyle, otoritenin de bireyle olan ilişkisi noktasında Kafka bir başka temel soruna ‘hukukun işlevsizliği’ ne dikkat çeker. Yasanın, hukukun bozulmuşluğu ve bu bozulmuşluğuna rağmen bireylerde oluşturduğu baskıcı yapı eserlerindeki çarpışma noktasıdır.
Bütün bu sıraladığım özellikler Kafka’nın yapıtlarında ‘toplum’ açısından değil önce ‘birey’ açısından irdelenir. Bir anlamda tek bir insana indirgenen durumlar üzerinden toplumdaki yansıması ele alınır.
Dava romanında dile getirdiği ‘Böylesi mahkemelerin bir özelliği de insanı yalnız suçsuz yere değil, nedenini bilmeden mahkum etmek.’ cümlesinde olduğu gibi yabancılaşan ve işlevsizleşen hukukun karşısında ‘suçsuz’ olmasına rağmen (tek suçunun yabancılaşma olduğu da söylenebilir) ‘suçlu’ sayılan bir anlayışın karşısında bulur roman kahramanları kendisini.
Bütün bunlardan yola çıkarak ‘birey’i, ‘toplum’u ve ‘otorite’ düşüncesini eleştirdiğini açıklamak yanlış olmayacaktır.
Peki otorite olarak kastedilen nedir?
Herkesin bildiği, en azından fikir sahibi olduğu eseri ‘Dönüşüm’ üzerinden anlatmak gerekirse otorite kimi zaman ‘baba’ kimi zaman ‘patron’dur. Bu liste uzayabilir de.
‘Dönüşüm’ eserinin başkahramanı Gregor Samsa; böceğe dönüştüğü güne kadar çevresinde benimsenmiş, sevilen bir bireydir. Çünkü toplumun isteklerine kayıtsızca uymakta, bir anlamda otoriteye boyun eğmektedir. Doğal olarak çevresinden kolayca kabul görmüş, toplumun bir ferdi haline gelmiştir.
Gregor, isteği dışında gerçekleşen bu dönüşümü bir türlü kabullenemez. Ancak Kafka, roman boyunca bu dönüşümü ve sonucunu ortaya koyarak okuyucuya rahatsızlık vermeyi başarır.
Böceğe dönüştükten sonra toplumun ve ailesinin beklentilerini karşılayamadığı için başlangıçta iyi bir çalışan, iyi bir evlat ve iyi bir ağabey olarak nitelendirildiği bütün vasıflardan soyutlanır. Dönüşümünün ilk günlerinde buna az çok tahammül edilebilirken, -hatta zaman zaman merhamet duygularıyla karşılaşırken- gün geçtikçe yalnızlığa mahkum edilir. Görülmek istenmeyen bir yaratıktır artık Gregor. Hatta aile için bir yük, bir tehdit unsuru haline gelir.
Yabancılaşma olgusunu en yalın haliyle sunan eserdir ‘Dönüşüm’.
Kafka’nın eserlerindeki yabancılaşmanın nedenini uzun uzadıya düşünmeye gerek olmadığını düşünüyorum. Cevabı Kafka’nın yaşamında gizli. Yahudi bir ailede doğan Kafka, Alman ve Çek ulusu arasında kendini sıkışmış hisseder. Ya tamamen kendini bilmeden, sorgulamadan ve mutlu(!) ya da kendini kanatarak gerçek benliğine ulaşacaktı.
Adorno’nun ‘Yaşamın en dolaysız hakikatini anlamak isteyen kişi, onun yabancılaşmış biçimini incelemek, bireysel varoluşu en gizli, en gözden ırak noktalarında bile belirleyen nesnel güçleri araştırmak zorundadır.’ cümlesinde olduğu gibi Kafka zor ve acılı olanı tercih eder. Yaşam öyküsüne bakıldığında yaşadığı şehrin, konuştuğu dilin, ailesi özellikle de babası ile olan ilişkisinin bunda etkisi büyüktür. Eserleri üzerinden bunlarla hesaplaşır. Öyle ki yaşadığı hayatı eserlerinde yeniden yaratarak adeta bunlarla yüzleşir.
Yine Dönüşüm eserinden örnek vererek eserlerinin bir diğer özelliğine değinmek istiyorum. Kafka, eserlerinde insan dışı varlıklara, insan hayatı sürdürür. Tabii ki yabancılaşmanın ifade ediliş biçimidir bu. Bu yabancılaşma üzerinden ‘aile’, ‘iş hayatı’, ‘otorite’ kavramları, bunların bireyler üzerinde etkisini ele alır.
Dava ve Amerika romanlarında da olduğu gibi gündelik hayatın içinde bireylerin düştüğü yalnızlığı sunar.
Dava eserinde sanık içinde bulunduğu cezalandırma sisteminin nedenini bilmez. Bir ceza sisteminin içindedir ama suçunun ne olduğuna dair en ufak bir fikri yoktur. Amerika romanında ise tecrübesiz bir bireyin sürgün problemi vardır. Başkahraman Karl; önce anne ve babasının kurallarına uymadığı için, ardından senatör dayısının kurallarına uymadığı için evinden sürgün edilmiştir. Bu sürgün ilk önce Almanya’dan Amerika’ya gerçekleşmiştir. Amerika’daki ilk günleri oldukça rahat hatta cezalandırmadan çok adeta ödüllendirme şeklinde geçirir. Ancak tahmin edebileceğiniz gibi bu durum bir hayli kısa sürer. Senatör dayısı kendi otoritesini reddeden Karl’ı gece yarısı rahat yaşamından sürgün eder. Karl hep bir otoriteye bağlı yaşam idame ettiği için Amerika gibi metropol bir şehirde onca kalabalığa rağmen ‘’yalnız’’ bir hayat idame ettirmek zorunda kalır. Ancak kendi benliğinin farkında değildir Karl.
Bu nedenle Amerika onun için adeta bir labirent olmuştur. Her bir olay bu labirentte daha da kaybolmasına neden olur. Çünkü Karl herhangi bir otoriteye mahkummuş gibi hayat sürer. Dayısının yanından ayrıldığı andan itibaren tanımadığı iki adamın, ardından bir otelde aşçıbaşı bir kadının sonra yine o iki adamın ve sonra yine maalesef bir sirkte tanımadığı insanların otoritesinde kendi benliğinden uzak bir yaşam sürer. Öyle ki özgürlüğe gittiği yol olarak ifade ettiği sirkte iş bulma sahnesinde bile tek başına işe başvuramaz.
Peki eserlerindeki “otorite” kavramının nedeni nedir? Neden başat sorunlardan biri olarak ele alınır?
Kafka’nın eserlerinin ortak noktalarından biri de budur. Kafka’nın eserlerinde yabancılaşma ilk olarak “aile”lerde başlar. Dönüşüm eserinde de olduğu gibi başkahraman her zaman ailesi için çaba göstermesine rağmen aile en ufak bir olumsuzlukta evlatlarını görmezden gelir.
Aile kavramı tahmin ettiğiniz üzere bireyin yaşamı deneyimleyebildiği ilk sosyal topluluktur. Bu sayede birey ilk defa ‘güç, otorite, suç ve ceza’ kavramları ile aile ortamında karşılaşır.
Kafka öz yaşamında da bunu kendi ailesinde tecrübe eder. ‘’Babama Mektup’’ eseri Kafka’nın bu kavramlar nedeniyle babasına söyleyemediği hesaplaşma mekanizmasıdır. Çünkü ‘’baba’’ ailedeki otoritenin karşılığıdır, Kafka’nın mücadelesi de bununladır.
Şüphesiz bireyin ‘’yabancılaşması’’nda tek neden aile değildir. Ancak her şeyin başladığı nokta ailedir.
Kafka’nın eserlerinde çizilen baba profili ‘’baskı ve ceza ’’ kavramlarıyla özdeşleştirilmiş olarak sunulmuştur.
Eserlerinde geçen şu cümleler de görüşümü örneklendirme anlamında önemlidir:
‘’Bendeki suçluluk bilinci nihayet kaynağını senden alıyor’’(Dava)
‘Seçme özgürlüğüm yoktu benim, ne sunulursa almak zorundaydım.’ (Babama Mektuplar)
“Dünya üçe ayrılıyordu benim için: Birincisi, yalnız benim için konan, ama benim nedense bir türlü uyamadığım yasaların egemen olduğu ve içinde bir köle gibi yaşadığım dünya; ikincisi benimkine sonsuz uzaklıkta bulunup senin yaşadığın ve hükmetmeler, sağa sola buyruklar vermeler ve verilen buyrukların yerine getirilmeyişine kızıp içermelerle vakit geçirdiğin dünya ve nihayet başkalarının buyruklardan ve buyruklara uymalardan bağımsız, mutlu yaşayıp gittiği bir üçüncü dünya.” (Babama Mektuplar)
Bütün bu ortaya koyduğum noktalar ışığında Kafka’nın yaşamındaki rahatsızlıkların hesaplaşmasını eserlerinde gerçekleştirdiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Bu hesaplaşmalar ruhuna ağır gelmiş olacak ki yakın arkadaşından eserlerini yakmasını ister.
Kim bilir belki de eserleriyle çıkaracağı yangın da otoriteye açılmış bir savaştır!
Edebiyat öğretmeni olmanın yanında çocukluk hayalinin peşinden emin adımlarla ilerliyor. Kendi platformunu oluşturarak dostlarını bir araya topladı. Dostlarıyla sanatın her alanında üretim yapıyor ve inatla yapmaya devam edecek. Saplantılı edebiyat takipçisi. Kimi zaman Kafka’nın böceğinin peşinde, kimi zaman Slyvia Plath’in kafasını soktuğu fırının içinde. Kimi zaman Dostoyevski’nin yarattığı ‘Öteki’ ile ilgileniyor.