Şu yaşamalarınız yok mu! Ne koşuyorsunuz öyle, ne bu ciddiyet, bu alım?

Leyla ERBİL, Hallaç

Ne yazık ki okullarımızda nispeten daha iyi eğitim görmüş olan bizim kuşağın bile insanlık tarihine ve onun erdemlerine ilişkin bilgileri bir hayli yüzeysel ve eksik. Kaldı ki yeni kuşakların bilgileri bizimkilerle kıyaslanamayacak kadar da yoksul. Ders kitaplarında insanlığın değerlerini oluşturan kavramların içeriği yetersiz, altı yeterince dolu değil ve ders kitapları çoğu kez yanlış bilgilerle dolu. Sözlü kültürse kulaktan dolma bilgilerle dolu ve hurafelerle bezenmiş durumda. Hâl böyle olunca, bir sanatçı olarak hem gündelik hayatımda hem de mesleki yaşantımda defaatle rahatsızlığımı dile getirdiğim “temsiliyetsizlik” denilen kavram; yukarıdaki tespit ile birleşince ortaya başı bozuk bir “temsiliyetsizlik türeyişi” çıkarıyor. Sonuç; ortalığın buram buram kendisini temsil etmekten uzak “birey”lerden geçilmediği yetmezmiş gibi bir de üzerine bu temsiliyetsizliği temsil etmeye soyunmuş irili ufaklı “oluşumlar” türeyişi.

Kendi icrai faaliyet alanımız olan sanat disiplinleri üzerinden bu konuyu ele alacak olursak, temsiliyet konusu daha büyük bir handikapla boğuşuyor. Çünkü sanat ve sanatçı temsiliyeti, farklı meslek gruplarına nazaran temsil edilmesi en güç toplulukları kapsar. Sanat üreten birey, kurum ya da kuruluşlar ile bu kuruluşlara mensup kişiler birer sanat üreticisi olması hasebiyle, mesleki dinamikleri açısından dahi diğer meslek gruplarının temsil ediliş biçiminden büyük ölçüde ayrışır. Siz tüzel bir kişilik olarak bir topluluğu temsil ettiğinizi düşünürsünüz fakat aslında temsil ettiğiniz ya da etmeniz gereken o topluluğa mensup her biri birbirinden farklı kimlik ve özdeğerlere sahip sanatçılardır. Bu yönüyle sanatçı temsilciliği genelde tümden kapsayıcı fakat özelde bireysel yaklaşımlara gereksinim duyar.

Peki olması gerekeni bir kenara bırakırsak reel tablo ya da büyük resim ne anlatıyor bir de ona bakalım: Sanatla ilgili birçok kavramın altının yeterince doldurulmamış ya da doğru anlaşılamamış olmasından ötürü, temsiliyet noktasında da konuya dair yaklaşımın epey uzağında kaldığımız aşikâr. Nereden biliyorum? Günümüzde sanat üreticilerinin hangi koşullar altında üretmeye çalıştığına, neler karşısında korunaklı, neler karşısında korunmasız bırakıldığına bakarsanız bu düşüncenin sağlamasını ziyadesiyle yapmış olursunuz. Ve bir konuda sorun ne kadar fazlaysa çözümsüzlük de o kadar fazladır. Sanat disiplinlerinden birine mensup olan bir kişi kendi uğraşıyla alakalı temsiliyetsizlik duygusuna neden olan koşulları pek âlâ bilir. Yani hepimiz her şeyin aslında farkındayız fakat hepimiz tek başımızayız. Bu tek başınalığı yekûn olarak temsil etmeye çalışan tüzel kişilikler ise gördüğüm kadarıyla sanatçının hassasiyetlerinden uzak, tuhaf bir ruh hâli içindeler.

Günümüzde sanatı ve sanatçıyı temsil etme vizyonuyla ortaya çıkmış irili ufaklı bazı tüzel kişilikler var. Fakat künyeleri incelendiğinde bu oluşumlar tüzelden ziyade özel kişilik kimlikleri taşıyor. Sanatı temsil ettiği iddiasıyla bir araya getirilmiş, planlı olarak dizayn edilmiş gruplar oluyor genelde bunlar. Ve isimleri bazen sendika, bazen kooperatif, bazen platform, bazen de dernek oluveriyor. Oluşumun ismi değişiyor fakat künyeleri hep aynı. Böyle olunca gırtlağa kadar sorunla yeterince boğuşmakta olan sanatçı gruplarının temsiliyetine, farklı çatılar altında yeniden yeniden soyunmanın mantığını anlamakta güçlük çekiyorum. Kişisel kanaatim bunun bir biçimde sanat alanında kanaat önderliği maksadı taşıdığıdır. Farklı isim ve oluşumlar adı altında aynı kişilerin sürekli olarak bu kanaat önderliğine soyunmasında bir beis görmüyorum. Fakat! Genel olarak manzara şu: Siz kimseyi temsil etmiyorsunuz! Yalnızca bir büro tutarak, bir web sitesi ve sosyal medya hesabı oluşturup sözde savunucu bir manifesto yayınlayarak kendi kendinize bir temsil vasfı yüklemeye çalışıyorsunuz.

Söz gelimi tiyatro sanatı için baktığımızda, son on yılda birçok imkân ve imkânsızlıklar silsilesi yaşandı. Kurum sınavları, özlük hakları, fikir ve sınai haklar ihlali, esnek çalışan sanatçının koşulları, özel tiyatroların sürdürülebilirlikleri, pandemi, fonlama, yerel ve ulusal destekler, ulusal ve uluslararası iş birlikleri gibi birçok konuya çözümler arandı. Peki bu kendilerini temsilci addeden oluşumlar bütün bu süreç/süreçlerin neresindeydi? Belki sosyal medya o kadar aktif değildi o yıllarda, bize fotoğrafı net verebilecek bir araç yoktu. O yıllarda Instagram, Twitter aktif olsaydı eminim bu fırsatı kaçırmazlardı, gündemi genelde oradan takip ediyorlar çünkü. Kurumlar arası bir etkileşimleri yok, varsa da bizim haberimiz yok çünkü şeffaf değiller. Herkesin resmi sitelerine girip duyuruları, haberleri, faaliyet raporlarını okumasını bekliyorlar. Kredi çekerken imza attığımız on beş sayfalık metni okumayan insanlar olduğumuzu düşünürsek bu beklenti biraz tuhaf kaçıyor doğrusu. Ama bu bir duyarlılık meselesi sayılıyor nedense. Sonra da temsil etmek için kişisel özveri gösterdiğimiz tabandan yeterli desteği göremiyoruz diye bir hezeyan doğuyor içlerinde. Yahu benim konudan haberim bile yok! Sen temsil ettiğini savunduğun bir sanatçı olarak bana ulaşamamışsın ki! Kimi ve neyi temsil ediyorsun? Kaldı ki ben bireysel olarak sana böyle bir hak bağışladım mı?

Sosyal medya yönetiminiz yeterli değil. İnsanların sizi takip etmesini bekliyorsunuz. Neden? Siz neden bu mesleğin insanlarını takip etmiyorsunuz? Bence olması gereken bu. Siz bir influencer sayfası değilsiniz ki. Bir sanatçıyı konservatuardan çıktığı an, ki bu listeler erişilebilir şeyler, tüm kanallarınızdan takip etmelisiniz. Ben buradayım, seninleyim demek için yapmalısınız bunu. Siz bir ürün veya hizmet satmıyorsunuz, bir sivil toplum örgütüsünüz. Hiçbir sivil toplum örgütü de ben bekleyeyim insanlar gelsin demez, dememeli. Binlerce takipçiniz var. Bunların ne kadarının organik olduğunu bilmiyoruz, analiz etmek gerek. Ama buna karşılık siz birkaç yüz kişiyi takip ediyorsunuz. Takip ettiğiniz kişiler de ekseriyetle ünlüler. Bu tutum bile bir oluşumun belli bir zümreye ait bir loca gibi algılanması için yeterli bir sebep. Bu mesleği seçen herkes önce gidip şöhret olup sonra mı tiyatro yapmak zorunda?

İşin komiği de bu takip ettiğiniz zümrenin yarısı sizi takip de etmiyor. Sizin etik anlayışınıza bırakıyorum bu kısmı. Beni takip etmeyen bir sivil toplum örgütü beni nasıl temsil edebilir ki, nasıl senin yanındayım diyebilir ki, dese bile bu ne kadar samimi gelebilir ki?

Sana şarkı söyleyerek veremeyeceğim neyi, ağlayarak istiyorsun benden.

Clarice LISPECTOR, Yıldızın Saati

Yani bunlar olurken tabandan yeterli etkileşimi alamıyoruz demek bir özeleştiriyse, kabul. Ama değilse, gerçekten vahim. Çoğunuzun kuruluş metni sanki bir taslak metne dayanıyor: “Biz ………….. olarak devletler, hükümetler, siyasi partiler üstü, tüm sanat disiplinlerinin üreticilerinin sosyal ve ekonomik hakları için mücadele eden bir kuruluşuz. İnsan haklarının evrenselliğini ve çalışma haklarının da bunun bir parçası olduğunu savunuyoruz…”

Yaklaşık bir yıl kadar önce buna benzer bir temsilci oluşumu, bazı yazılarım ve değerlendirmelerimden yola çıkarak benimle iletişime geçti. Yukarıda yinelediğim düşüncelerimi onlara da ilettim. Nasıl bir çözüm bulabiliriz? Biz gerçekten kendi tabanımıza hitap etme gayreti içerisindeyiz gibi o an için bana samimi gelen birkaç cümle işitince, kendimce çözüm olarak YouTube üzerinden online bir canlı yayına çıkabileceğimizi, bunun bir tarafının onlar, diğer tarafının da tabandaki kuşkuları gidermek adına bazı sorular yöneltmek üzere ben olabileceğimi fakat konunun objektifliği açısından onların belirleyeceği bir moderatör yönetiminde ilgili konuların münazara edilebileceğini söyledim. Başta olumlu yaklaşsalar da daha sonra büyük bir sessizlik hâkim oldu. Bunu bekliyordum zaten. Aksi benim için sürpriz olurdu. Sözde savunduğu değer yargılarından bu denli uzaklaşmış bir oluşum neye cevap verebilirdi ki? Bu kifayetsizliğini neyle yanıtlayabilirdi ki?

Bir diğer sitemleri ise şu şekilde; “Biz ne zaman bir üyemizin hakkını aramaya kalksak yargı sürecine gelindiğinde üye vazgeçiyor, tedirgin oluyor.” Sanat disiplini içerisinde yer alan bir insanın bu ülkenin koşullarında geleceği ve mesleğiyle ilgili kaygılanması ve bu kaygıdan ötürü ortaya gerekli iradeyi koyamaması normaldir. İnsanlar sindirildi evet, peki temsilcisi olduğunu iddia eden oluşum gerekli cesareti aşıladı mı? Yine tiyatro sanatı özelinde bakacak olursak sözde insan hakları savunusunda bulunup pratikte bunu tümüyle ihlal eden meslek gruplarına karşı bir politikanız var mı? Eğer söyleminizde olduğu gibi vücuda gelişinizde birtakım hümanist kavramları kendinize gerçekten düstur edinmişseniz, bu ilkelere aykırı faaliyetlerine devam eden tüm işbirlikçilerinizi onlarla olan paydaşlığınıza bir son verip kesin ihraç talebiyle disiplin kurulunuza sevk etmeniz gerekir. Şeffaflık ve içtenlik budur. Kurumsallık budur. Kurumsallık bizleri ilgilendiren konular kamuoyuna mal olduktan sonra özenli bir Türkçeyle bildiri yayınlamak değildir. Temsil ettiği tebaanın tümüne hitap eden ve onların yaşadıkları ve yaşayacağı olası sorunlar üzerinde şimdiden çözüm arayan, a,b,c, planları üretebilen bir bileşendir kurumsallık.

Ve şimdi en basit soruyu soruyorum. Örneğin bazı tiyatroların oyunlarında oynatmak üzere yeni mezun sanatçılardan bir tek üzerine para istenmediği kaldı. Geriye kalan her şeyi yaptılar, belki bunu da yapıyorlardır. Soruyorum, temsilcilik iddiasıyla bir araya gelenler bu zulmün neresinde? Ben karşısında göremiyorum. Karşısında değilse, neresinde? Kendilerine sanatçı gruplarının tümü tarafından ihdas edilmemiş hangi yetkiyle bakanlık nezdinde görüşmeler yapabiliyorsunuz? Bu görüşmelerde belli talep ve önerilerde bulunurken kimi temsil ediyorsunuz? Belki de kişisel olarak benim asla tasvip etmeyeceğim, bununla birlikte anılmak istemeyeceğim bir çalışma yapıyorsunuz, nereden bilebilirim? Bilemem! Bu yüzden de birtakım kimliklere soyunurken nerede olduğumu ve ne olduğumu ve ne olmadığımı iyi bilmeliyim.

Birçok şey olabilirdim, eğer olduğum şey olmasaydım.

Gülşen KARAKADIOĞLU, Amalia