Uzun ama çok uzun bir sessizlik oldu. Ya da sadece göz açıp kapayana dek süren bir sessizlik. Mualla Yücesoy’un kirpiklerinde belli belirsiz çiğ taneleri titreşiyordu yine. Unutulmuşluğun karanlığı ağarmaya yüz tutmuş gibiydi sanki. Gözlerindeki yağmuru elinin tersiyle uzaklaştırdı. Güneş Toprak ile ortak bir kaderin satır başlarındaydılar aslında.
”Koskoca Mualla Yücesoy’a bir yan rol öyle mi ?”
Ayşen İnci’yi, dünyaca ünlü bir keman virtüözünü canlandırdığı ‘Tek Kişilik Düet’ oyunundaki o MS hastası kadın kimliğinde hatırlıyorum şimdi. ‘Periliçe’ gerçek bir Multipl Skleroz hastası mıydı yoksa ? Parmakları, parmaklarının duruşu oyun boyunca…
Nedret Güvenç’in yönettiği, Refik Erduran’ın ‘Seher Vakti’ oyunundaki Ayşen İnci’ye hayran kalmıştım.
“Bazen eski Roma’da bir kraliçe oldum ben. Bazen ormanlar perisi. Bazen Jüliet, bazen Lady Macbeth. Bazen kırgın, bazen kahkahalı. Şimdi ışıklar nerede ? Benim ışıklarım nerede?”
Elçin Gürler’in yazdığı, Ayşen İnci’nin yönettiği ve başrolünü Nihan Tarhan ile paylaştığı ‘ Takma Kirpikler ’, gerek reji ve oyunculukları, gerekse sahne, giysi tasarımıyla oldukça başarılı, yüreğe dokunan; başlangıç ile son, zirve ve düşüşün aslında birbirinden pek de farklı olmadığını çarpıcı bir şekilde ele alıp vurgulayan bir çalışma.
Şimdi düşünüyorum da, bir masalın içine mi girmiştik hep birlikte, yoksa konservatuardan mezun olduktan sonra bu işte tutunamayıp (“Niye o kadar okuduk ki işe yaramadıktan sonra ?” ), peş peşe auditionlara koşup bir dizide rol kapmayı düşleyen oyuncu adayı Güneş Toprak ve hala ‘gözlerindeki nemleri geçmiş rollerin şaşaalı sesleriyle silebileceği’ni uman, bir dönemin ünlü sahne ve beyaz perde oyuncusu Mualla Yücesoy’un hayatlarına mı karışmıştık farkında bile olmadan ? Bir sürreal boşluğun içindeydik sanki. Ve bir o kadar da, iki kadının umut ve anılarıyla haşır neşir. Uçurumun en dibinde ve doruğun başdöndüren rüzgarlarıyla savrulmuş. Aslında her ikisi de takma kirpiklerle bir kalbe dokunamayacaklarını çok iyi biliyorlardı. Ne garip biz de, farkındaydık bu gerçeğin. Ama yine de, nasıl desem, hayattan gözümüzü kaçırarak, yadsımak işimize, kolayımıza geliyordu. Bir şeyleri yanlış teyellemiştik çünkü.
“Sıradan bir hayat yaşamadığımı biliyorsunuz. Elbet bunun bir bedeli olacaktı..”
Mualla Yücesoy’un bu gözüpek yüzleşme anı çakılıp kalmış aklımda, kalbimde, ruhumda. Piyeste yer alan hemen her duygunun, her yaşanmışlığın rengini veren o sözler.
“İçinde bulunduğumuz an da bir oyun değil mi zaten kuzucuğum? Belki de her şey oyundur..”
Ayşen İnci, halen İstanbul Devlet Tiyatrosu repertuvarında yer alan, Neil Simon’un ‘İkinci Bölüm ’ adlı oyununda canlandırdığı Jennie Malone’un ardından yine klişeye düşmeyen, güçlü, incelikli, derinlikli yorumuyla Mualla Yücesoy’u oynamıyor adeta yaşıyor. Ve sahnede bir kez daha yaman bir oyunculuk dersine imza atıyor. Dahası teksti çok iyi çözmüş, rolün ve eserin gerektirdiği tüm duyguları virtüoziteye dönüşen bir ustalıkla ele almış. Zaten hayatlarımızı duyarlıkla bileyen sayısı az oyunculardan biridir Ayşen İnce. Her yaşar kıldığı karakterle, o karakterin içinden geçtiği hayat skalalarıyla, neredeyse sil baştan yepyeni bir kadın kimliğine bürünen. Dediğim gibi, oynamayan, yaşayan. Rolüne sonsuz anlamlar, derin boyutlar katan, izleyicisini düşlemin diyarlarına alıp götüren. İcra ettiği sanata olan saygısı, titizliği, verdiği yoğun emek tiyatro sanatının ne ciddi bir iş olduğunu bilmesi. Gözlem gücü, tespitlerindeki ve karakter çözümlerindeki çarpıcı berraklığın yanı sıra, izleyiciye sunduğu ayrıntıların çeşitliliği ve varsıllığıyla zaten ‘bir başkadır’ Ayşen İnci. Bambaşkadır. Güneş Toprak ‘persona’sında Nihan Tarhan hiç ezilmeden, aksamadan, gerçek anlamıyla genç bir oyuncu adayının tüm umut, umut kırılışlarını, sığlığını, çaresizliğini, kendisini kıyıya iten, ötekileştiren kuşak farkını, simgelediği yükselen yeni değerleri, kaybettiği hayalleri izleyiciye duru bir oyunculuk ve sahneye yaraşan bir eda ile aktarıyor.( “ .. beni rollerde oynatmıyorlarsa ben de hayatla oynarım.’’ ) Dahası abartıya elverişli bu kimliği son derece doğal biçimde, beden diliyle de bütünleştirerek başarıyla hayata geçiriyor ve belleklerden kolay silinmeyecek bir karakter yorumu çıkartıyor ortaya.
İtiraf edeyim, ‘ Takma Kirpikler ’in ilk dakikalarında, Güneş Toprak’ı ‘All About Eve’de, Margo Channing’in hayatını mahveden Eva Harrington ile özdeşleştirir gibi oldum. Yanılmışım. Meğer Sonya’nın kaybeden tarafıyla özdeşlik kurmuş hep.
“Koskoca Mualla Yücesoy’a bir yan rol. Güneş Toprak… Sokağın görmemişliğini üstünde bir kostüm gibi taşıyan kızsa başrol. Hayat sen nelere kadirsin böyle? Ne ile sınıyorsun artık beni….”
Ayşen İnci’nin ustalıklı süzgecinden geçen ‘ Takma Kirpikler’ bir daha izleme isteği uyandıran, her duygu ve alt metinde saklı ayrıntıların sahiden, teke tek yaşandığını, seyirciye duyumsatan yetkinlikte bir yapım. Ciddi, özenli bir çalışma ve kesinlikle kaçırılmaması gereken bir gösteri. Oyun bittiğinde, damağınızda o tam kıvamında melodram lezzetiyle, ayrılıyorsunuz salondan. Ve kulaklarımızda Mualla Yücesoy ve Güneş Toprak’ın sesleri :
“ Işıklar canikom biraz da kırmızı ışık rica edeceğim…Artık yaş kemale erdi. Takma Kirpiklerle kalbe dokulabilir mi? Onca ödüle onca alkışa rağmen onun yapayalnız olabilme kaderini de Mualla ile paylaştım. Bir yuva kurabilmek artık uzaklardaki bir hayal olmalı… Bir yuva kurabilmek yuva kurmak anne olmak artık hayal oldu. Ama sizin alkışınızın sesi bir çocuk sesi kadar kulağa hoş gelmiyor mu? Hani nerede alkışlarınız?’’