Sizin gözünüzden şiiri anlatır mısınız? Şiirinizin meselesi nedir? Niçin şiir yazıyorsunuz?

Şiir de şiirin meselesi de yüz yıldır çeşitlendirilerek anlatılıyor. Yüzlerce iyi örnek verilebilir. Gülten Akın’ın dedikleri aklımda yer etmişti, aynen alıyorum buraya: “Şiir ölü bir geyiktir, öncesinde aralıksız bir devinimi ve canı saklar…” Bu cümleden ne anlam çıkarırsak katmerlenebilir, bazılarımızda başka duvarlara çarpabilir, çınlayabilir. Şiir de bu sesler de biraz bana göre.

Benim şairim, benim şiirlerim dediğiniz biri ya da bir kitap var mı?

Bu kadar zenginlikte “bu benim” diyebileceğim bir şair yok fakat bazı şiir kitaplarını saymak isterim hemen. Başta Bezik Oynayan Kadınlar, ardından Köpüklü Bir Kan Bir Duman, Soğuk Kazı, Kınar Hanım’ın Denizleri, Sonra İşte Yaşlandım, Kirli Ağustos… Ingeborg Bachhman’ın toplu şiirleri de hep yakınımda duruyor.

Sizden önceki dönemin şiirlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Oradan geçip geldim, geldik. Koca bir nehir akıyor ortada yıllardır, otu da var çöpü de. Suya karışmaya çalışıyoruz. Şimdinin şiiri, yazınsal otoritenin biraz daha dışında gibi, bu güzel.

Bugün yazılan şiiri nasıl buluyorsunuz, eskisi kadar güçlü mü sizce toplum üzerinde?

Bugünün şiirini çoğunlukla bugünün gençleri yazdığına göre kuvvetli, yüksek sesli, bağıran bir şiir. Çünkü bu kadar baskın bir politikanın içinde, bunca akıl almaz tahakkümün içinde, hatta arttırayım, iktidar ve devlet koluyla ittirilen “kültürel yıkım” içinde, bugün artık bir içgüdüye dönüşüyor ses yükseltmek. Aynı zamanda dallı budaklı da. Ama şimdi şiiri alıp da toplum üzerindeki etkisini, geçmişle kıyasa sokmak biraz zor benim için. Şiir eskiden ne kadar güçlüydü toplum üzerinde? Toplum, özellikle bizim memlekette toplum, öyle yıkımlarla, travmalarla, toplu kırılmalarla uğraşıyor ki… Çok ağır şeyler görüp geçiriyoruz, çok kolay şahidi olabiliyoruz her şeyin. Şiirin aşabileceği şeyler değil bunlar. Evet haddinden fazla yüceltmeye lüzum yok. Yüksek sesten bahsettim, o kadar ses karşısında, şimdilerde bir şeyleri biraz da olsa kıpırdatabiliyorsa ne iyi.

Geçmişten bugüne toplumsal değişimin izini şiirde görebiliyor muyuz? Ya da görmeli miyiz?

Ne kadar geçmişten bahsettiğimize bağlı olarak, cevabımda değişiklikler olabileceği şerhini düşerek genel bir cevap vermek istiyorum. Şiire sirayet etmeyecek şey yok. Toplumsal değişimlerin de çeşit çeşit kuramı var. Bir de “iz” dediğimiz şey zaten bulaşmakla mükellef. 🙂 Hepsini yuvarlayıp ilk soruna “evet” , ikinci soruna “zorunda değiliz” diyebilirim.

Neden az okunuyor şiir, roman neden hep daha ön planda? “Şiir bitti” diyenler haklı mı?

Bilmem, ben yeterince okuyorum. Roman elbette daha çok okunacak. Böyle geldi böyle gidiyor biliyoruz, rahatsız da olmadım hiç. Daha önce söylemiştim; ben bu “bir avuç içi kadar” olmayı, bu “kendi kumumuzda oynamak” işini sevmeye başladım bile galiba. Kitle bu, okur burada, biz bizeyiz. Fakat bitmez şiir. Hiç değilse, geyiğin öncesinde sakladığı o devinim bitmez. Can havli çok esaslı bir şey çünkü. Hem kim diyor bitti diye, gelsin bize söylesin.

Sizce günümüzde şiir hak ettiği değeri yayıncılık dünyasında görüyor mu? Yeni dönem şairler, kitaplarını yayımlatmakta zorlanıyorlar mı?

Elbette görmüyor. 1000 kopyayı üç senede eritemeyen yayıncıyı da dinlesek çok şey anlatacaktır bize ama işin en heves kıran eşiği burası işte. Değişmiyor.

Şiir öğretilir mi, herkes şiir yazabilir mi?

Atölye tartışmaları geliyor hemen aklıma. Bitmedi malumun. Şöyle ki, şiirle hemhâl birine bazı köşeler gösterilebilir belki ama o kadar. Alanın razı verenin razı olduğu işler. Klişe ama ben iyi bir şiir kitabı okumaktan daha iyi bir yol bilmiyorum şiiri öğrenmek için. Çivisi yine şiir bu işin sanki. Şiirden ziyade bugün artık endüstriyel bir çağdayız diyoruz. Sanat da -şiir bile- kolu haline gelmiş durumda bu endüstrinin. Ha bir de parantez açarak, şiir doğası gereği kendinden olmayanı mutlaka kusar, diyeyim.

İlk şiiriniz nerede ve ne zaman yayımlandı?

2014 yılında yerel bir edebiyat dergisinde yayımlandı. Basılı halde gördüğümde çok sevinmiştim, hatta elimi gezdirmiştim sayfanın üzerinde. Garip garip birtakım hareketler. Gülüyorum şimdi hatırlayıp.

Çeviri şiir hakkındaki fikirlerinizi paylaşır mısınız? Sizce şiirde çeviri bir aktarma mı bir yeniden yaratma mıdır?

Yeniden yaratmaya daha yakın tabii. Madem şiirden bahsediyoruz.

“Şiirsokakta” hareketi ile ilgili fikirleriniz neler?

Şiir harekâtı. Şahane bir hareket oldu. Yalnız bu şairine ait olmayan meşhur uydurma dizeler de bu dönemde çoğaldı diye biliyorum. Olsun, duvarlara meydanlara “Çare Sarıgül” yazıp kaçanlar bile şiir okuru kadar dirayetli değilmiş. Bak hala sürüyor #şiirsokakta

Ödüller hakkındaki düşünceleriniz neler, ödül şaire ne gibi avantaj ve dezavantajlar sağlıyor?

Ödüller işaret ediyor, bu bile yeter. Hakiki bir avantaj işte bu. Ödüllere bağrından et koparıyorlarmış gibi bağıranların, yine aynı şiddetle “şiir okunmuyor” diye yakınmaları komik geliyor bana. Elbette şiir okurunun çoğalması, sadece ödülle işaret edilmekten geçmiyor fakat dalgalanması bile güzel. Bazı kaliteli kanalları kapatmamak lazım.

Şiir yıllıkları, şiir seçkileri hakkındaki fikirleriniz neler?

Bir seçkiye dâhil edilmek önemli mi bilmiyorum. Önemli olan, kimlerle birlikte dâhil edildiğiniz. Ne yalan söyleyeyim önce buna bakıyorum ben. O yıl yayımlanmış 100 kitabın 90 tanesi seçkideyse o seçki değil liste oluyor ya hani, çok fazla önemi kalmıyor o listeye girip girmediğimin.

OĞULCAN KÜTÜK, 1995 yılında Kırklareli’nde doğdu. Şiir ve yazıları Sözcükler, Kitap-lık, Varlık, Natama, Yasakmeyve, Gard, Şerhh gibi çeşitli dergilerde ve antolojilerde yayımlandı. 2017 yılında yayımlanan ilk kitabı ‘’Ecza Kışı’’, 2018 Attila İlhan İlk Kitap Şiir Ödülü’ne değer görüldü.

Sosyal medyada Oğulcan Kütük: