“Kan mürekkebe benzemez, döküldü müydü can çıkar. Canla beraber huy çıkar. Ama esas mesele candan huyu çıkarmakta. Bunu ölmeden yapmakta. Huy dediğin hayatın pezevengi, godoşun önde gideni, senden çıkmazsa illaki sana girer. Her şekilde sana girer.”

Onur Orhan’ın ikinci kitabı Yusuf’u Bulmak, farklı kurgusuyla olduğu kadar anlattıkları ve anlatış biçimiyle de ezber bozuyor, doğrusu kıvrak dili fazla cesur!

Toplumun her kesiminden insanla bir şekilde ilişki kuran Yusuf, birdenbire kayıplara karışıyor. Kitap; bizi kayıp Yusuf’un peşinde, güçlü bir hikâyenin içinde gezdiriyor, Yusuf’un bu yolculukta girdiği çevrelere götürüyor, hem bu ilişkilere tanıklık etmemizi sağlıyor hem de okuru insanların iç dünyasına sokuyor. Bizi gazinoların, yeraltı dünyasının, kenar mahallelerin, lüks semtlerin, hapishanelerin içinden geçiriyor. Karşımıza bazen korku ve gerilim, bazen şiddet, bazen engelsiz bir sevişme çıkarken bazen de rüyalar üzerinden geleceği bilen ve gören bir derviş ile karşılaşıyoruz. Kayıp Yusuf’un peşine takılıp insanların anlattıkları hikâyeleri dinlediğinizde onu her yerde bulabileceğimiz hissine kapılıyorsunuz. Doğrunun kolayca yanlışa, iyinin de kötüye dönüşebileceği gibi… Anlatılış biçimiyle alınan risk, bu yönüyle de cesur olduğu kadar da samimi.

Yusuf, hem oydu hem bu. Vardı ve yoktu. Çoktu azdı hem de. Hamdı ama ermişti de. Nefisti!

Kim bilir belki herkesin bir Yusuf’u vardı, içinde ya da yanında yöresinde. Baktığı, gördüğü, göremediği belki de hep aradığı.

Yusuf ve yaşadıkları hayatın orta yerinde. Hepimizin içinde, üç eksik beş fazla. Eyleme dönmüş ya da dönmemiş, ortalıklarda, ağızlarda ya da gizli kapaklı.

“Kimdir Yusuf? Aynada ne görüyorsan odur. Çünkü insan bir başkasının hikâyesini tamamlar. Başını bilmez, kıçını avuçlar.”

Kaç Yusuf var Yusuf’tan içre. Kaçının toplamı biri mi hepsi mi? Ne anladıysan, ne yaşadıysan, neye ihtiyacın varsa bazen de neden kaçtıysan Yusuf “O”! En yakınına düşen ve en uzağında kalan. Bir serseri, bir ermiş, sırra ermiş. Senin gece gördüğün düşü gündüz önüne sermiş. Çok tenden geçmiş, çok içip kendinden geçmiş. Yusuf, okulu bitirememiş ama yemiş kitapları. Cahilin tekiymiş ama ustasıymış hatun sevmenin, derdi deşmenin. Yusuf… Kaç kişide izin kaldı, kaçı kaldı sende? Kimi sonsuza dek sevmek istedi seni, kimi ağzını burnunu kırana dek dövmek, ana avrat sövmek. Kimi babanın dayak izlerini silmek istedi. Kimi de kadınlarda bıraktığın izleri sürmek. Peki sen gerçekten yaralarını gösterdin mi kimseye Yusuf! Gecenin çoğu kez daha aydınlık olduğunu söyledin mi? Severken bedenin cinsiyeti olmadığını? Bir çocuğun her defasında ilk yarasını hep ailesinden aldığını? Unutmanın yolunun çokça hatırlamaktan geçtiğini?

Yusuf’u Bulmak; güçlü bir yumruk attı, bu doğru. Şimdi biraz durmalı ve düşünmeli.

Sahi sen neredesin Yusuf?

Kaçış mıydı gidişin yoksa dönüşün müydü kendine. Ya aşk, tendeki dem Yusuf, sonsuz aşk!

“ ……….

Soyundukça nesneden, perdeleri açıldı

Zahir ile batına işte öyle varıldı

Yücelerden geçildi, cücelerden seçildi

Savaş nedir bilmezdi, savaş insan içinde

İhtilatın kutbundan, uzletlere varıldı

Gündüzlerin şavkından, gecelerce yanıldı

Her mevsimin tadından, yemiş idi otundan

Cehennemi cenneti Yusuf bildi içinde

‘Derviş sözün söyledi, Yusuf hakkını bildi

Tellerden canlar geçti, sesler alem içinde ‘’

*Mart 2019