Niye Schopenhauer okumadığın anlaşılabilecek bile değil. O kadar bol miktarda akıllıca ve dahice ifade edilmiş düşünce yaratmış ki, onu her zaman okumalısın.

Kurt Tucholsky

Arthur Schopenhauer denilince ─yaygın kanaatin ve yerleşik inancın da muâzzam tesiriyle─ ilk refleksimiz, onu öfkeli, hırçın, azgın ve hattâ korkutucu bir filozof olarak kafamızda canlandırmaktır. Elbette böylesi bir refleksi açıklayabilmek için pek çok haklı gerekçe de bulunabilir ─ her ne kadar biz haksız gerekçeleri kullanmayı tercih etsek de. Ama tuhaftır ki, onun felsefesi bize, bir münzevîliği, bir sükûneti ya da “istence yüz çevirmek” yoluyla bir arınmayı önerir. Schopenhauer’a dair ilk düşünce refleksimizle onun gerçek felsefî önerisi arasındaki bu uçurum neden kaynaklanmaktadır? Öncelikle kabul etmek gerekir ki, Schopenhauer felsefesi, sağduyumuza hitap etmeyen bir felsefe olarak (yani meşhur felsefî kalıplarımızı onore etmeyerek) olmadığı gibi anlaşılmaya fazlaca müsaittir. Hattâ olmadığı gibi anlaşılmak, Schopenhauer’u ve onun felsefesini kötü formüllere çabucak konu edebilir: “Kadın Düşmanı”, “Kaba Filozof”, “Öfkeli Eril” ve dahası gibi… Öte yandan yine o (her ne kadar temel eseri İstenç ve Tasarım Olarak Dünya bir sistem içeriyorsa da) bir asistem filozoftur. Ve bütün asistem filozoflar (Nietzsche gibi, Schopenhauer gibi, Kierkegaard gibi), böylesi uçurumları göğüslemek zorunda kalırlar. Çünkü onları bağlayan bir sistem izleği yoktur ve bu da manipülasyonu alabildiğine kolaylaştırır.

Gelgelelim Arthur Schopnehauer’un “İstenç” teorisi (Schopenhauer, 1819), bizim sakin ve arınmış bir yaşam pratiği edinmemiz için bir rehber olabilir. İstenç (Wille), Schopenhauer felsefesinde, Tasarım (Vorstellung) dünyasını, yani bizim şimdi içinde bulunduğumuz eşya dünyasını, bir başla deyişle “şeyler alanı”nı motive eden, bu dünyayı bütünüyle tasarlayan ve ortaya döken, “bilinçsiz”, “kör” bir genel ilke, iç motivasyondur. Bu bütünüyle usdışı motivasyon, bu dünyayı ve dolayısı ile bizi de sürekli olarak kurar, güdüler, motive eder. İstenç ile sürekli olarak motive olan yaşam, temelinde, hazza yönelmiş, azgın, coşkun bir kaos pratiğidir. Ve dahası, istenç, böylelikle insanı ızdıraba, can sıkıntısına ve mutsuzluğa sürükler. Bunun aşılması için Schopenhauer dosdoğru bir öneride bulunur: İstencin sesinin kısıldığı, istence bütünüyle yüz çeviren, istencin motive ettiği dünya zevklerinden el-etek çeken yeni bir yaşam pratiği: Münzevîlik! Azizce ya da keşişçe bir yaşam… Daha çok dinginlik, daha az ses, daha çok şeysizlik, daha az eşya aşkı… Böylesi bir yaşam, insanı can sıkıntısından da, mutsuzluktan da, ızdıraptan da sıyırıp alır. İstenç, öyleyse, susturulması ve yüz çevrilmesi gerekendir.

Pekâlâ burada Schopenhauer, gerçek ve saygın bir eleştiriyi hak etmez mi? Elbette hak eder; tam da onu yaşamının son yıllarında okuyan Søren Kierkegaard’nun eleştirisini kurduğu yerden (Kierkegaard, 1996): Felsefî olarak önerdiği yaşam pratiği ile kendi içinde bulunduğu yaşam pratiği arasındaki hemen fark edilecek derin uçurumdan. Ama yine de Schopenhauer, münzevî bir yaşam önerisiyle, bizi sakinliğe, dinginliğe, yalnızlığa ve dünyanın kendisinden ve dünyanın hazlarından el-etek çekmeye davet ederek, pratik bir bilgeliğin gizemini açmakta görünür. Schopenhauer gibi yaşam filozofları, yaşama deneyimine dair pek çok şey söylerler. Bu, bazen kendi yaşamöykülerinden çıkarsanır, bazense ─yaşamöykülerinden tümden kopuk görünse dahi─ felsefelerinden. Schopenhauer’da bu çıkarsama ve pratik bir alana yayma işi biraz daha zor görünür. Zirâ o, yer yer haklı bir kötü şöhrete ve önyargılara karşı savunmasız bir felsefî dehâya sahiptir. Yine de onun “İstenç” teorisi bize açıktan açığa bir öğüttür:

Can sıkıntısından, mutsuzluktan, ızdırıptan ve manevî gerilemeden kurtulmak için; sakin, biraz daha sakin…

Kaynak Okumalar:

Schopenhauer, Arthur, Die Welt als Wille und Vorstellung, 1819.

Kierkegaard, Søren. Papers and Journals, trans. A. Hannay, London, Penguin Books, 1996.