Dünya değişiyor, bir çağdan bir çağa geçiyoruz. Fakat bu dönüşümü sağlayacak hazırlıklardan yoksunuz. Hukuk, siyaset, ekonomi, eğitim gibi toplumu oluşturan tüm toplumsal alanlarda tam bir çözülme yaşıyoruz. Kural ve değerlerin işlev ve anlamını yitirdiği anomik bir durum bu.
Toplum olarak yürüyen merdivenlerde ters yöne koşuyoruz. Gerçekler ortada fakat yalanı yaşıyoruz.
Âdeta ilan edilmemiş bir savaş yaşanıyor: Yalanla gerçeğin savaşı.
Size yaşamımdan bir kesit sunayım, eğitim alanından. Dileyen diğer alanlarda, başka hatta daha güzel örnekleri çok kolay bulabilir.
Dün bütün gün evdeydim. Çocuklar uzaktan eğitim alırken ben bir taraftan kendi işlerimi yapıyor, diğer taraftan onların ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyordum.
Bu yıl ikinci sınıfa geçen kızım, geçtiğimiz öğretim döneminin çok kısa bir bölümünü okulda geçirebildi. Anaokulundan sonra yeni bir döneme girmişti. Okul kurallarına, arkadaşlarına ve öğretmenlerine uyum, okulu tanıma, okuma yazma öğrenme derken pandemi nedeniyle eğitime ara verildi. Neredeyse yedi aydır öğrenim ortamından uzak. Bu süre içinde beraberce öykü ve masallar okuduk, öğretici belgesel ve filmler izledik. Çocuğun öğrenme sürecinin içinde kalmasına, öğrenme heyecanı ve keyfi yaşamasına gayret ettik. Dün, aylar sonra ilk defa arkadaşlarıyla ve öğretmeniyle olacaktı. Biraz ürkek ama daha çok heyecanlıydı. Bağlantı sorunları, kopmalar derken nihayet dersteydi. Ders Türkçeydi. Kulaklığı olmadığı için canlı dersin sesi odaya yayılıyordu, bir ara kızımın titreyen sesini duydum: “Ama ‘kitap’ Türkçe değil.” dedi. Arkasından öğretmeninin cevabı gecikmedi. “Kitap Türkçe.” diyordu. Kızım tekrar konuşmaya başlayıp “Öğretmenim kitapta bir kalın, bir ince ses var, Türkçede böyle olmaz.” deyince öğretmeni “Konumuz bu değil şimdi.” diyerek kızımın daha fazla konuşmasına izin vermedi. Çocuk, öğrenme heyecanını bildikleri üzerinden paylaşarak yansıtmaya gayret ediyordu fakat onu duyacak kulak yoktu karşısında. Bilgisi doğru olsa ne olmasa ne, konu bu ya da şu olsa ne… Çocuğun orada ihtiyacı neydi, kaçırılan fırsat neydi? Öğretmen hızlı hızlı dersini anlattı. Ders boyunca başka kimse söz almadı, o da söz vermedi kimseye zaten, acelesi vardı belli ki. Yoklamayı aldı, ders bitirdi. Teneffüste olanları anlattı bana kızım. İhtiyacı olan geri bildirimi verdim aklım erdiğince, dilim döndüğünce ama bunu benden istememişti ki… Bir iki ders sonra sınıf öğretmeniyle olan dersinde bir vesileyle kedisi Bubi’yi göstermek istedi öğretmenine ve arkadaşlarına. Yakınlık kurmak, çok sevdiği bir şeyi paylaşmak, duygusal diyaloga girmek istiyordu. Öğretmeni “Sırası değil, şimdi dersteyiz.” dedi. Ah ah dedim, ah kızım ah…
Öğrenmenin ve bilginin anlamının değiştiği günümüzde, pandemi sonrasında duygusal bağlar kurmanın çok daha fazla önem kazandığı şu günlerde kızımın, çocuklarımızın yaşadığına bakın. Öğrenme yolculuğu menzile ulaşmıyor. Peki, nerelerde sekteye uğruyor? Bir şeyi, durumu öğrenme; hevesten isteğe, istekten azme ve sonra tutkuya neden dönüşemiyor? Merak duygusu neden aşılanamıyor? Öğrenmeyi öğrenmek, içsel motivasyonu geliştirmek gibi öğrenme üzerinde etkisi olan onlarca psiko-sosyal kavram neden yaşam bulamıyor?
Kaybedilmiş çocuk deposuna nasıl dönüşüyor ülkemiz, işte böyle. Kendi ilkokul öğretmenimi hatırlıyorum. Evin çatısını yeşile boyadığım için sınıfın içinde, “Yeşil çatı mı olurmuş?” diye beni azarlayışı dün gibi aklımda. Ne değişti o günden bu yana Allah aşkına?
Eğitime gönül vermiş her kesimden bir avuç insan olarak bizler, göbeğimizi çatlatana kadar bağıralım, uzaktan eğitim, hibrit eğitim diye; daha çok etkileşimli, daha çok geri bildirimli, sosyal-duygusal destekli, daha yapılandırılmış eğitim diye çığlık atalım, sesimizi duyan kaç kişi?
Kızımın yaşadığı olaya tanık olduğum günün akşamında, özel bir okulda çalışan öğretmen arkadaşımla sohbet ediyorduk. Ne dese iyi? Bir grup veli bir öğretmen arkadaşını şikâyet etmiş, derste sohbet ediyor diye. Müfredat yetişmeyecekmiş. Bunları işiten ve kullanan yüzlerce özel okul da sabahtan akşama ders yapıyor. Geçmişin hikâyelerini anlatıyor 21. yüzyılın insanlarına. Ders saatlerini de azaltmıyorlarmış; veliler eğitim ücretlerini talep etmesinler diye. Onlarca çocuk oyalanıyor. Ekran bağımlılığı, obezite, dikkat dağınıklığı hat safhada. Göz sağlığını kaybeden çocuklar kol geziyor ortada.
Açın artık gözünüzü. Yaşadığımız şu günler yeni bir uygarlığın kuruluşuna tanıklık ettiğimiz günler. Geçen yüzyılın ihtiyaç ve beklentilerine bile cevap verecek nitelikte olmayan müfredatın bu haliyle çocuklarımıza bir yararı yok. Artık yapılmayacak bir yarışa at yetiştiriyoruz. Hukuk, diş, eczacılık fakülteleri boş. Tek bir öğrenci kaydedemeyen bölümler var. Sistem iflas etti. Yetkinlik ve beceriler esas artık günümüzde. Diplomaların tek başına değeri yok. Gençlerin sadece bilgiyi nakleden öğretmenlere değil; onları anlayan, hayallerine saygı duyan, onlarla ekip çalışması yapacak mentorlara ihtiyacı var.
Eğri ok hedefe ulaşmaz! Bunun böyle olmayacağını anlamadık mı? Bir yalanı toplumca yaşıyoruz fakat gerçekler var, kim durabilir toplumsal dönüşümün önünde? Akarsuya kütük mü dayanır?
Devlet okuluyla, özel okuluyla, velisiyle, öğretmeniyle, insanın psiko-sosyal özellikleriyle beraber zamanın ruhunu içselleştirdiğimiz bir eğitim paradigmasına ve sonra da bu paradigmayı yaşama geçirecek bir eğitim seferberliğine ihtiyacımız var.
Konu tam da bu.
İhtiyacımız olan bu eğitim paradigmasını üretecek bir felsefe ve kültürümüz var mı?
Yalana karşı gerçeği kucaklayacak cesaretimiz var mı?
Üç çocuk babası, uslanmaz bir eğitim gönüllüsü, moda deyişle mentor, insana dair her şeye tutkun, öğrenmeye ve öğrendiklerini paylaşmaya takıntılı, bilime ve felsefeye âşık, kitapsız ve kahvesiz asla olmaz diyenlerden, yemeği içmeyi seven, yaşamı boyunca “sizinle tanıştıktan sonra…” diye başlayan cümlelerin muhatabı, kısacası yaşam ustasının daimi çırağı…