Müzik ile şiir arasında ne gibi bir bağ vardır? Şiirin gücü müziğe ya da müziğin gücü şiire sirayet edebilir mi?

Müzik, özünde politik ve kültürel etkiler barındırır. Bunun yanında bireylerin mental dünyasının dışavurumudur şüphesiz.

Rilke’nin de iddia ettiği gibi müzik varken tam anlamıyla yalnız kalmamız mümkün değildir.

Müziğin gücüne inandığım kadar şiirin gücüne de aynı derecede inanırım. Belki de doğarken çıkardığımız ‘ağlama’ olarak nitelendirilen harmonik seslerimizde kendi şiirimizin, müziğimin bu dünyadaki ilk izidir(!)

Türk edebiyatının ilk geleneklerine baktığınız zaman ‘şiir’in uzun yıllar tek başına hakimiyet kurduğunu, bunun yanında şiire eşlik eden ‘kopuz’ adında bir çalgının varlığına tanıklık ederiz. İnsanlar yaşamlarını şiire aktarmış hatta bunu anonimleştirerek savaşlarını, avlarını, göçlerini yüzyıllar sonrasına aktarabilmişlerdir. Bir anlamda yaşamın kendisi şiir ya da şiirin kendisi yaşam olmuştur.

Türklerin yüzyıllar sonrasına uzanan şiir geleneği içinde şiir hep özel hem bir edebiyat kolu olarak görülmüş ve değer kazanmıştır.

Sabahattin Ali de bu şiir geleneğine bir mana katan sanatçılarımızdandır.

Öğrencilik yıllarında sevdalanmıştır şiire Sabahattin Ali. Hayatından kesitleri sunmuştur şiir aracılığıyla. Bunu şiirin büyülü dili ve muzip karakteri ile birleştirerek buluşturmuştur bizlerle.

‘Kadın’lara düşkündür Sabahattin Ali. Ruhu aşkla beslenir. İlginç olan şudur ki daha öğrencilik yıllarında bu tutkusunu dizelerle buluşturmuştur.

‘Erkek Muallim Mektebi layık ulvi hürmete

Kız Muallim Mektebi gibi dalmaz gaflete.’

dizeleriyle şairliğe adım atsa da ilerleyen zamanlarda hayatının daha ‘özel’ anlarını yansıtmıştır şiirine.

Balıkesir Muallim Mektebinde öğrenimine devam ederken Kız Muallim Mektebi en büyük eğlencesidir. Nitekim bir gün Kız Muallim Mektebinde bir gösteri düzenleneceğini öğrenir. Beğendiği kızların da orada olacağını bildiği için onlara ulaşmanın çaresini arar. Çareyi kadın kılığına girmekte bulur. Kimse fark etmez onun kılık değiştirdiğini. Ancak onu kıskanan öğrencilerden biri onu okul müdürüne ispiyonlar. Müdür Beyin ‘Paranı harcama, seni babana göndereceğim,’ demesi üzerine büyük bir korkuya kapılır. Okuldan atılacağını düşünür.

Sınıf arkadaşı Naci Erçevik’in anlattığına göre Sabahattin Ali kendisine bir zarf bırakır ve ilerleyen zamanlarda açmasını rica eder. Naci Bey, Sabahattin Ali’nin halinden şüphelenerek zarfı açar. Şüphesinde haklı çıkmıştır.

‘Kardeşim Naci beni

Kovacaklar mektepten

Ya kovsalardı seni

Ne yapardın acep sen

İşte ben karar verdim

Bu gece öleceğim

Üzülme sen çünkü ben

Göklerde gezeceğim’

 

Şiiri okur okumaz Naci Bey soluğu nöbetçi öğretmenin yanında alır. Edebiyat öğretmeni Hamdi Bey, okul bahçesinde bir çam ağacının altında kendini asmak için hazırlanan Sabahattin Ali’yi bulur ve ona okuldan atılmayacağını müjdeler.

Bu olay tabii ki Sabahattin Ali’nin bir oyunudur. İntihar etmeye niyetli değildir. Kadınlara duyduğu tutku kadar hayata karşı da tutkuludur. Tek amacı okuldan atılmaktan kurtulmaktır. Nitekim başarılı da olmuştur. Ancak bu olay onu tamamen okuldan soğutmuştur.

İstanbul Muallim Mektebinde öğrenimine devam etme kararı almıştır. O dönemin önemli şair ve yazarı Ali Canip Yöntem, Sabahattin Ali’nin edebiyat öğretmenidir. Bu, Sabahattin Ali için büyük bir şanstır çünkü fırsat buldukça edebiyat üzerine Ali Canip Yöntem’le konuşma fırsatı yakalamıştır.

Okul günleri bir şekilde sürüp giderken annesinin asabi halleriyle aile düzenlerine ciddi zarar vermesi ve büyük saygı duyduğu babasının çocuklarının bu olumsuz durumdan etkilenmemesi büyük çaba göstermesi Sabahattin Ali’yi büsbütün edebiyata yöneltmiştir.

Acı bir haber Sabahattin Ali’yi yıkmıştır. Babasını, çok sevdiği ve saydığı babasını kaybetmiştir.

Babasının ölümünün ardından babası için yazdığı ‘Babam İçin’ şiiri, Orhan Seyfi Orhon’un yönettiği ‘Güneş’ dergisinde yayımlanır.

 

Babam İçin

Allahım! .. İşte bugün,

Şu zavallı ömrümün

En matemli bir günü.

Elim böğrümde kaldım,

Ben bugün haber aldım:

Babamın öldüğünü.

Bitti hayatın tadı,

Bu haber bırakmadı,

Dudağımda tebessüm.

Kalbim oyuldu yer yer,

Aman Yarabbi, meğer

Ne acıklı imiş ölüm

Daha birkaç gün evvel,

Yüzümü okşayan el,

Şimdi toprak oluyor.

Kendi vücudum kadar

Bana yakın olanlar,

Birden, uzak oluyor.

Ah Baba! ..Daha düne

Kadar senin göğsüne

Saklıyordum başımı.

İnan babacığım, inan,

Bu ateş, menbaından

Kuruttu gözyaşımı…

 

Aslında bu şiirden önce de şiirleri yayımlanmıştır. Balıkesir’de çıkan ‘Çağlayanlar’ dergisinde ilk şiirlerini yayımlanmış, ardından dönemin önemli edebiyat dergisi Serveti Fünun’da da yer almıştır. Bu dergilerin dışında Sabahattin Ali’nin adına ‘Güneş, Hayat, Meşale, Irmak’ gibi birçok dergide rastlamıştır okuyucular.

Öğrencilik günlerinin ardından Yozgat’ta ilkokul öğretmenliği yapmaya başlamıştır. Burada büyük bir yalnızlığa düşmüştür.

Yozgat’ın kendisini çıldırtacağını düşünüyordu. Üstelik buraya gelmeden önce öğretmen olmak için gittiği kursta tanıyıp aşık olduğu Nahit Hanıma yazdığı mektuba da cevap alamamıştı. Yalnızlığına bir de aşık olduğu kadının özlemi düşünce daha da köşeye sıkışmış hissetmiştir kendini. Nahit Hanım belli ki bir arkadaş olarak gördüğü Sabahattin Ali ile arasına bir sınır koyma derdindeydi.

‘…. Ah Nahit, yalnızlık asıl böyle kalabalık yerlerde belli oluyor. Halbuki insan ıstıraplarını, tahassüslerini söylemek için mutlaka birisine muhtaç… Ne yalan söyleyeyim, beni senin kadar anlayacak kimse aklıma gelmiyor… Oradan gelirken aramız biraz şeker renkti… Fakat buraya gelince hissettim, anladım ki –hiçbir başka düşünce ve olmamak şartıyla- seni kardeşim kadar seviyormuşum… Ah ayın on dördü Sultan, ne olurdu benim de senin gibi bir kardeşim olaydı…’

Yazdığı bu satırlar ile Nahit Hanımı rahatlatmak ve belki de kim bilir yalnızlığına yaren bir dost arıyordu Sabahattin Ali.

Ancak beklediği cevap bir türlü gelmedi Sabahattin Ali’ye…

Yalnızlığı, aşkı, özlemi, karamsarlığı gitgide büyüyordu.

Serveti Fünun dergisine yolladığı ‘Bir Macera’ şiiri ile adeta bunu haykırıyordu.

 

Bir Macera

Önce kalbim ufak bir kıvılcımla tutuştu,

Bir yığın saman gibi şöyle parladım gitti…

Fakat şimdi saçlarım beyaz, yüzüm buruştu;

Daha yirmi yaşında ihtiyarladım gitti!..

Neticesiz bir aşka verdim gençliğimi,

Ne ufak bir temayül, ne bir iltifat gördüm…

Önünde yalvararak söylerken sevdiğimi,

Gözlerinde yüzüme inen bir tokat gördüm…

Bu bir taraflı aşkta hiç durmadan, Allahım,

Ümitsizlik sararken beynimi bir ağ gibi;

Ben yine seviyorum onu… Aman Allahım!…

Bir macera görmedim ben bu macera gibi…

Yozgat onu büsbütün şair kılmıştı. Şüphesiz Yozgat’taki günleri onun kalemine çok şey kattı.

Yozgat’tan yaz tatili için İstanbul’a döndüğü sırada Almanya’da öğrenim görme fırsatı doğmuştur. Yozgat’a dönmekten çok daha iyi seçenek olarak görünür gözüne. Başvurularını tamamlar ve Almanya’da soluğu alır. Ancak Almanya’da da mental olarak hissettiği şey hep ‘yalnızlık’ ve ‘özlem’dir.

(…)

İçim büsbütün sızlar hatırlarsam Yozgat’ı:

Damağımdadır içki alemlerinin tadı…

Soğuk yüzümü yakar, kar diz boyu olurdu;

Yine gözümde tüten imamsuyu olurdu…

Sürüklerdim yampiri sokaklarda mesleri;

Meyhanede okurdum yazdığım nefesleri…

İstemezdim odamda oturup sıkılmayı,

Adet ettim her gece sokakta yıkılmayı,

-Bu cesareti yalnız insana rakı verir.-

Kendini sıcak, kara şöyle bırakıverir,

Kar üstümü örterken ben orada gecelerdim,

Ne de ılık bu akşam yattığım yatak derdim.

(…)

 

Almanya’da olduğu günlerde de şiir yazarak tutunmaya çalışır hayata. Bu dönem yazdığı şiirlerini ‘Kurbağanın Serenadı’ adındaki şiir kitabında toplamıştır. Tabii ki kitabın en başında büyük aşkı Nahit’e ‘Yılbaşı Hediyesi’ adıyla sunduğu bir şiire yer vermiştir.

 

(…)

Ben de şimdi maziyi zihnimden atıyorum;

İşte, mahcubiyetle sana uzatıyorum:

İlk üç şiirden bir yıl başı hediyesi…

Nahit Hanım, 1929 yılında kendisi için yazılan bu şiirden yaklaşık üç yıl sonra hala dizelerinin misafiri olmuştur Sabahattin Ali’nin.

‘Eskisi Gibi’ şiirinde hala Nahit Hanıma sevgisini haykırmaktadır.

 

Seneler sürer her günüm,

Yalnız gitmekten yorgunum;

Zannetme sana dargınım,

Ben gene sana vurgunum.

Başkalarına gülsem de,

Senden uzakta kalsam da,

Sevmediğini bilsem de

Ben gene sana vurgunum.

Dağları aşınca başım,

Geri kaldı her yoldaşım,

Gerl sevgilim, gel kardaşım,

Ben gene sana vurgunum.

Gönlüm seninkine yardı,

Aynı şeyleri duyardı;

Ayaklarımız uyardı…

Ben gene sana vurgunum.

 

Ancak Almanya’dan elim bir olay üzerine dönen ve Konya’da Almanca öğretmenliği yapmaya başlayan Sabahattin Ali, yüreğine yeni bir aşkın temas etmesiyle, üstelik karşılık bulduğu bir aşkı doyasıya yaşamaya başlamasıyla ‘mutlu aşk şiirleri’ yazmaya başlamıştır. Belki de en verimli dönemini burada yaşamaktaydı.

Üstelik, şiirlerinin yanında Türk edebiyatının kilometre taşlarından ‘Kuyucaklı Yusuf’ romanını da bu dönemde kaleme almaya başlamıştır. Ancak Konya’daki mutlu günleri talihsiz bir olayla cezaevinde son bulmuştur.

Kuyucaklı Yusuf romanı Yeni Anadolu gazetesinde tefrika edilmekteydi. Roman gazetenin satışını bir hayli artırmıştı. Ne var ki Sabahattin Ali’ye ödeme yapılmıyordu. Bunun üzerine Sabahattin Ali romanın devamını gazeteye vermekten vazgeçti. Gazetenin sahibi gazetenin zarar etmesi nedeniyle Sabahattin Ali’ye büyük bir öfke duyarak intikam planları yaptı. Yalancı tanıklar da tutarak Sabahattin Ali’nin Atatürk aleyhinde şiir okuduğunu ispiyonlamıştır.

Şiirde Atatürk’ün adı geçmediği gibi Atatürk hakkında olumsuz bir anlama gelebilecek tek bir dize de yer almamasına rağmen Atatürk’e hakaretten 12 ay hapis cezasına çarptırılmıştır. Sabahattin Ali, derhal temyize başvursa da temyiz için hazırladığı savunmadaki cümleler nedeniyle cezası iki ay daha uzatılmıştır. Özgür olmayı bekleyen Sabahattin Ali’nin elinde 14 aylık mahkumiyet kalmıştır.

Bu cezanın ilk dört ayını Konya’da çekmiş, ardından Sinop’a gönderilmiştir. ‘Gurbet Hapishanesi’ olarak nitelendirmiştir Sinop’u.

Cezaevi süreci Sabahattin Ali’nin üretkenliğinin bir başka yansımasıdır. Biz onun şiirlerine belki hiçbir zaman kitaplarından ulaşamadık ancak Edip Akbayram, Sezen Aksu, Ahmet Kaya, Ali Kocatepe, Volkan Konak, Grup Çağrı, Nükhet Duru, Zülfü Livaneli gibi birçok ses ustasının aracılığıyla temas ettik onun dizelerine.

Yazımı sadece şarkılaştırılan Sabahattin Ali şiirlerini sıralayarak oluşturabilirdim şüphesiz. Herkes için de okuması bir hayli kolay olurdu. Ancak Sabahattin Ali’nin şiirleri hakkında hiçbir şey bilmeden bu şarkıları dinlemenin Sabahattin Ali’ye büyük haksızlık olacağı kanısındayım.

Nihayetinde o mahpus olduğu günlerde yazdığı şiirlerini ‘Dağlar ve Rüzgar’ adıyla yayınladığı şiir kitabının ‘Hapishane Şarkıları’ bölümüyle bize sunmuştur.

Cezaevi süreci yüreğini yaralamıştır Sabahattin Ali’nin. Her bir satır yüreğinin derinlerinden gözyaşlarıyla ortaya çıkmıştır.

Sabahattin Ali’nin şiiri demek, yaşamın ta kendisi demektir. İliklerine kadar hissete hissede ortaya çıkmış bir ‘insan’ın varlığının kanıtı demektir.

http://https://www.youtube.com/watch?v=SKzpmXzNmIM

http://https://www.youtube.com/watch?v=OZ-W9sKJKHg

http://https://www.youtube.com/watch?v=E0lI5169AYM

http://https://www.youtube.com/watch?v=G27N7HzANSo

http://https://www.youtube.com/watch?v=o6PZsAitVCc

http://https://www.youtube.com/watch?v=ibU4dhh_gBs

http://https://www.youtube.com/watch?v=pOO7Q1jg-TM

 

 

Kaynakça: A’dan Z’ye SABAHATTİN ALİ, Sevengül SÖNMEZ

Sabahattin Ali, Asım BEZİRCİ

Şarkıdaki Şiir, Hilmi TEZGÖR

Başın Öne Eğilmesin, Hıfzı TOPUZ