Dionysos’un Çocukları röportaj serimizin bu defaki konuğu çok genç bir oyuncu, kendi ifadesiyle “daha oyuncu adayı olmaya aday ” Gökhan Demir.

Kerem Gökçer’in yönettiği “Kanlı Nigar”ı izlerken, Narçın karakterini yaşar kılan aktörün sahne hakimiyeti/sempatisi (bakışları kadife gibi yumuşak, sevgi dolu ve derinlerde bir yerlerde o tarifi zor iç yalnızlıklarla dolu ışık çakımları), salonu dolduran seyircilere de geçen tılsımlı aurası kadar rolüyle kurduğu duygusal ilişki ve sahne aralarında aldığı yüksek alkış, ister istemez dikkatimi çekmişti.

Antrakta Kerem’e Narçın‘ı oynayan aktörün başarısından söz edip kim olduğunu sordum. “İzleyiciden reaksiyon almanın formülünü bulmuş,” diye de ilave ettim hemen.

Belli mayasında oyunculuk vardı. Perde kapanırken yüzünde mutlu bir tebessüm. Gözlerinde belli belirsiz bir buğu.

Oyun sonrası defterime şu notu düşmüştüm:

Yönetmenliğini Kerem Gökçer’in yaptığı, Sadık Şendil’in ‘Kanlı Nigar’ oyununda, Gökhan Demir üstlendiği ‘Narçın’ karakterinin altından tekniği, yeteneği, komedi zamanlamasıyla kolayca kalkarken yaşar kıldığı personaya da kendine özgü başka bir boyut katmayı başarmış. Dahası rolünü büyük bir rahatlıkla oynuyor, neredeyse kırk yıllık aktörlere taş çıkartacak yorumuyla göz dolduruyor. Belki de en önemlisi, rolünü canlandırırken abartıya kaçıp şablonlara klişelere yaslanarak ortaya son derece itici, karikatürize bir tip çıkartmak gibi tuzaklara düşmemiş olması. Kısaca oyundaki en etkileyici performanslardan birine imza atmış Gökhan Demir. Bu rol kendisi için yazılmışcasına rahat çünkü. Bir aktör olarak gelecek vadediyor.”

Gökhan Demir ile geçtiğimiz günlerden birinde buluşup tiyatrodan, “konservatuvarım oldu” dediği Derya Yıldırım’dan konuştuk. Hayattan, yakamıza yapışmış trajik yalnızlıklardan ve pandemi sürecinden de. Zaman zaman da anıların, hatırlayışların resmi geçidine bıraktık kendimizi.

“Covid 19 salgınıyla boğuştuğumuz karanlık, fırtınalı, belirsizliklerle dolu günlerden sonra aralanan pencereden yeni bir sabaha merhaba, demiş gibi, hissediyorum kendimi. Kuşkusuz, yaşamın bundan sonra bana neler getireceği bir soru işareti ama yeni rollere, yeni amaçlara doğru umutlarım çoğaldı. İçimdeki kıraç yeşerdi, diyelim.”

Bir an susuyor:

“Bir oyuncu tiyatro yapamazsa, yapamazsa nasıl var olabilir ki? O zorlu, o karanlıktan karanlık süreçte bunu yaşadık. Karaya vurduk resmen. Perde kapanmıştı. Bitiş, diye düşündüğüm oldu. (Boğazının düğüm düğüm olduğunu hissediyorum, yutkunuyor.) Şimdi tekrardan nefes almaya başladığımızı hissediyorum.”

“Sahneydi hayatım. Engel tanımadan, mücadele ettim. Ailemle, en başta kendimle…h Hem de yıllarca. Havlu atmadım, pişmanlık duyup vazgeçmedim. Tiyatroyu seviyorum çünkü. Çok seviyorum. Sahnede olmak bir masala uyanmaktır aslında. Oyuncu ve seyircinin kalp buluşmasıdır, büyülü bir andır.”

“Kendi gerçeğini role katarak onu inandırıcı kılmak, role hayat suyu vermek, bir kişilikten diğerine geçişte hem Gökhan hem de başkası olmak, bütün bunları Derya Hocam’dan öğrendim; duyguları, yaşamları sahnede temize çekmeyi de.”

Dediğim gibi, bu defa yolun en başında bir aktör vardı karşımda. Aklıma takılanı, dilimin ucuna geleni sordum tek tek.

Gökhan Demir çocukluk yıllarında fark etmişti müziğe, resme olan tutkulu hayranlığını. Birkaç okul müsameresi, bir iki şiir, müzikli ront.

Resim yapmak hoşuna gidiyordu. Hatta okul yıllarında katıldığı yarışmalardan, kazandığı dereceler de vardı.

Aslında, giderek kendine de ifade edebildiği, bir gerçekle yüzleşmişti: Oyunculuk bir başkası olmak, bir başka hayatı, hayatları sahnede, ekranda canlandırmak, yeni bir ‘ben’ olmak demekti. Kendine ait olmayan bir kimliğe bürünmek, o kimliğe ruh üflemek… Neden olmasın? Ama…

“Ailem okul yıllarımda folklordu, müzik, drama kursuydu, böyle etkinliklere olan eğilimime karşı hep mesafeli ve soğuk davrandı. Ben de üstelemedim pek. Susmayı tercih ettim. Israrcı, talepkar biri olmadım hiç. Ama o iç kırıklığını da hep yaşadım. Bugün bile…”

Liseyi (makine ressamlığı) ikincilikle bitiren Gökhan Demir çok istese de, konservatuvar yerine Marmara Üniversitesi Makine Teknikerliği Bölümü’ne kaydını yaptırır. Ama asla masa başında görevli bir teknik eleman olamayacağının ayırımındadır. Sahnede, ışıklar altında olmak, izlenmek, fark edilmek, alkışlanmak istiyordur. Eskişehir Anadolu Üniversitesinde, biraz da babasını kırmamak için işletme bölümünde okur ve lisans, pedagojik formasyon eğitimini, başarıyla tamamlar.

Bir yolunu bulup oyuncu ajansları kanalıyla dizi setlerine gider. O ortamı gözlemlemeye çalışır.

Kayıt, Kestik, Başla komutlarıyla devam eden bir süreçti. Oyuncu bu komutlarla kamera karşısına geçiyordu… Senaryoda belirtilen duygular tam olarak ortaya konulabiliyor muydu, çok düşündüm bunu…”

Bir yeteneği olduğunun farkındaydı aslında.

Günlerden bir gün Gaziosmanpaşa Belediyesi’nin açtığı tiyatro kursunun ilanı çarpar gözüne…

“Ve Derya Yıldırım ile tanıştım. Temel Eğitim Sınıfı’ndaydım. Derya Hocam ben de bir şeyler görmüş olacak ki beni bir üst gruba dahil etti.”

Turgut Özakman’ın “Fehim Paşa Konağı”nda Zilli Ömer Çavuş adlı kabadayı rolünü üstlenir Gökhan Demir. Çok çalışır, provalarda bir an olsun yorulmaz, sıkılmaz, yaşar kılacağı role bir şeyler katmak için uğraşır durur.

Oyun bittiğinde alkışını alır. Başarmıştır. Sahnededir. Ancak gözlerinden yanaklarına düşen o yaşlar, yüzünde o poyraz esintisi, içinde harlanan hüzün demeti… Hep o eksik bırakılmışlık duygusu.

“Ailem o gün beni izlemeye son derece sudan bir bahaneyle gelmedi. Oysa onlara, nasıl desem, o güven duygusuna öyle ihtiyacım vardı ki. Bana inanmalarını, yanımda olmalarını beklemiştim sadece. Gelmediler…”

Büyük bir düş ve kalp kırıklığı yaşasa da havlu atmaz Gökhan Demir. Kararından, çabasından vazgeçmez. Oyuncu olmak için mücadele edecek, hiçbir surette geri adım atmayacaktır. Tiyatro güçlü bir anafor gibi onu içine çekmiştir çünkü. Mutludur. Hiç olmadığı kadar mutlu.

“Bayrampaşa Belediyesinin düzenlediği kurslara katıldım. Tiyatro tarihi, sahne sanatları, şan dersleri aldım bu süreçte. Okumaya başladım; tiyatro kitapları, oyunculuk tekniklerine dair kitaplar ve tabii tekstler… Bu arada Derya Hocam ile bağlantım hiç kopmadı. Onun yönlendirmesiyle çeşitli okullarda ve belediyelerde çocuk tiyatrosu yapan bir kuruluşla tanıştım. Açılan sınava bir şiir, dans, komedi ve dram metniyle hazırlandım ve sonuçlar açıklandığında çok mutlu oldum, kazanmıştım. Oyunculuğum bir biçimde onaylanmıştı.”

Beğenilmek, önemsenmek, takdir görmek ve sevildiğini hissetmek mutlu etmişti onu. Bazen bir parkta otururken, bir pastahanede kahvesini içerken, gelen geçeni dikkatle seyrediyor, gelecekte canlandıracağı kimlikler için belleğinin çekmecelerine, hiç durmadan bilgi aktarımı yapıyordu. Kendisinin en hunhar eleştirmeniydi aynı zamanda. Hep daha iyiye erişmeye zorlayan bir eleştirmen. Sert. Yer yer acımasız. Hain!

“2014′ ün Ekim’inden itibaren, yaklaşık sekiz ay boyunca çeşitli ilkokullarda çocuk oyunları oynadık. Pek çok çocuğun tiyatroyla ilk karşılaşmasını görmek heyecan vericiydi. Bir o kadar da sorumluluk yüklüyordu bize. Çünkü onlara iyi bir izleyici olmayı öğretiyorduk her şeyden önce. Kim bilir belki de aralarından geleceğin oyuncuları, yönetmenleri, piyes yazarları, sahne tasarımcıları da çıkacaktı.”

Gökhan Demir, İstanbul Devlet Tiyatrosu dramaturglarından, oyun yazarı Volkan Taha Şeker’in kurduğu Mavi Kumpanya’ya geçer bir süre sonra. Zaten dünyaya kaç defa gelecek olursa olsun, yine sadece oyuncu olmaktır isteği. Sahnede olmak. Bu arada çocuklara drama eğitmenliği yapmak.

“Mavi Kumpanya on bir yetişkin, kırk adet çocuk oyunu, otuz oyuncusuyla gerçek bir repertuar tiyatrosu aslında. Okullarda, belediyelerin kültür merkezlerinde oyunlarımızı sergiliyoruz. Turnelerimiz oluyor arada.”

“Fehim Paşa Konağı”nın ardından, başta Şems Tebrizi‘ yi canlandırdığı  “Mevlana’ya Sözümüz Var”, “Beklenmeyen Komedi”, “Mucit Olmama Az Kaldı”, “Baloncu Baba”, Suna Selen ile oynadığı “Ali, Veli, Marya” gibi pek çok oyunda rol alır. O sahneden diğerine koşar durur.

Gökhan Demir, bir yandan oyunculuk yaparken İstanbul İSMEK (1996 yılında faaliyete geçen, İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından sürdürülen sanat ve meslek eğitimi kursları) bünyesinde tiyatro eğitimine devam eder.

 Ve Kerem Gökçer ile tanışma…

“Bir kez daha doğru yerde, doğru kişiyle kesişti yollarımız. Kerem Hoca’dan da çok şey öğrendim. İzleyici sahnede gördüğü insanın gerçekliğine inanmalıdır, der Kerem Hoca ve bir oyuncunun söylediği her repliğin altmetinlerini bulup çıkartması gerektiğini vurgular. “Kanlı Nigar”da Kerem Gökçer ile çalışmak çok güzeldi benim için. Narçın’ı severek oynadım. Onun kırılgan, zarif, ince ruhunu tam olarak vermeye çalıştım. Sesimle, mimiklerimle, bedenimle Narçın olmaya çabaladım. İlk antremde, Abdi’nin ‘Ooo, Narçın Bey de gelmiş. Nasılsınız, Narçın Bey?’ sorusunu, boynumu kırıp süzülerek nazenin bir edayla ‘Efemmmm bir şey mi buyurdunuz?’ diye yanıtladım…”

Ve o an izleyici uzun boylu, sert görünüşlü beyzade Narçın’ın “Efemmmm”iyle kahkahalara boğuldu.

Gökhan Demir’in amacı çok tanınmak, popülarite kalıplarında hareket etmek olmamış hiç. Doğru bildiği yolda yürümeyi seçmiş. Hani, Müjdat Gezen “Kağıtları insan yapan sihirbaz aktördür,” der ya, işte o sihirbazlardan biri olmak tüm çabası. Yolu ışıklı olsun.