Karanlıktan değil, karanlığın içinde olabileceklerden korkarız. Tanımlayamamak, belirli formlara sokamamak, insan zihninin her daim korkulu rüyası olmuştur. Peki tanımlayabildiklerimizin kendisi zaman içinde karanlık olursa… Nehir kenarında, gün batımına doğru dinlenen şarkının verdiği haz aşikardır. Ancak yinede istenir ki başka bir gün yine aynı yerde aynı şarkı dinlenebilsin. Bundan dolayıdır ki şarkılar taş plaklara, kasetlere, Cdlere kaydedilir. Yine aynı sebepten resmedilir tuvallere. Farz-ı misal bir baba, alışılagelmiş sandalye, bira, oltası ve şarkılarla yine aynı nehrin kenarında; yitirdiği oğlunun düşüncesi ile batırabilir güneşi. Karanlıktan değil, bildiğimiz simaların karanlık olmasından korkarız.

Latince kökenli olan “Post” ve “Mortem” sözcüklerinin bir araya gelmesinden oluşan Post Mortem, “ölümden sonra” anlamına gelmektedir. Dilimize “ölüm sonrası fotoğrafçılığı” şeklinde tercüme edilebilecek olan bu akım, kişilerin öldükten hemen sonrasında fotoğraflarının çekilmesi ile gerçekleştirilir.Bu fotoğraf türü ayrıca, “memento mori” (ölümü hatırla) olarak da bilinmektedir.

19. yüzyılda Avrupa ve özellikle Amerika’da son derece yaygın olan post-mortemin temelleri 15. yüzyıla kadar dayanmaktadır. O zamanlarda ressamlar ölen rahiplerin resimlerini çiziyorlardı. 19. yüzyılda salgın hastalıklar ve yetersiz tıbbi hizmetler yüzünden ölen kişi sayısı çok fazlaydı. Ölenlerin çoğunu çocuklar ve bebekler oluşturuyordu. Ölülerinin fotoğrafını çektirmekte böyle bir zamanda moda oldu. Victoria Dönemi (1837-1901) olarak geçen bu süreçte difteri, tifo, kolera salgınları ülkede çok sayıda ölüme yol açtı. 1861’den sonra da Kraliçe bir tür ölüm modası yarattı. I.Dünya Savaşı sıralarında çok fazla olan ölülerin fotoğrafını çektirme geleneği, savaş sonrasıysa nedeni belirsiz bir şekilde azalmıştır.

Post-mortemdeki asıl amaç, ölen kişinin ona dair duyulan özlemin daha sonralarda da giderilmesi için bir hatıra maksadıyla fotoğraflanmasıdır. Bu fotoğraf ölen kişinin, 19. yüzyıl döneminde fotoğrafçılığın yeni ve pahalı olması sebebiyle, belki de ilk ve son fotoğrafı olmaktaydı. Sonralarında Amerika ve Avrupa bu akım birer gelenek haline gelmiştir, yine Osmanlı İmparatorluğunda da ölü fotoğraflama işi yapılmıştır. Fakat Müslüman bir toplum oldukları için ölen kişinin bekletilmemesi nedeniyle, fotoğraflar mezarlıkta, cenaze sırasında çekilmişlerdir. Asya ve Afrika ülkelerinde de bu gelenek görülmüştür.

Teknik açıdan ise tam bir uğraş ve ustalık gerektiren post-mortem fotoğraf örneklerine bakıldığında, canlı nesnelerin ölülere yani sabit nesnelere oranla daha flu –net olmayan- görüntüye sahip oldukları fark edilir. Bunun sebebi ise o günlerin teknolojisine bağlı olarak pozlama süresindeki uzunluk olarak gösterilebilir.

Bu fotoğrafta da bahsedildiği üzere pozlama süresinden dolayı ölü kişinin, canlı yani haraketlilere nazaran daha net pozlandığı görülmektedir.

Bakıldığında bunların dışında, ayakta duran kişilerden ölü olanın ayaklarının arkasında dik durmalarını sağlayan destek aparatı, oturur vaziyette ise kucaklayan, kolları ile sabit tutan bir başka kişi ya da sabit durmalarını sağlayan bir yastık bulunabilir. Pozlama öncesi de makyaj yapılması ve özel günlere has, aileyi yansıtan kıyafetler giydirilmesi ise tekniğin diğer yanlarındandır.

İngiltere’de Kraliçe Victoria Dönemi’nde çocukların beş yaşlarını görmeden ölmeleri çok sık görülen bir durumdu, bu fotoğrafta görülen en küçük çocuk aslında maalesef ölü ve bir destekle ayakta tutuluyor.

İİlk etapta düşünüldüğünde aykırı ve yanlış gelen bu akımı, günümüz gözüyle değerlendirirken o devirde insanların hatıraları saklama yollarının da kısıtlı olduğunu göz önünde bulundurmak gerekmektedir.

Post-mortem akımından kalan diğer örnekler;