Utanç verici olan, yalnızca ruhun günahlarıdır.

Oscar Wilde, De Profundis

Bugün kendilerinden birer eşcinsel olarak bahsedebileceğimiz pek çok şâir, pek çok filozof ve pek çok yazar var – (bir kısmı tartışma götürür olsa dahi); Lesboslu Sappho, Arthur Rimbaud, Paul Verlaine, Walt Whitman, Oscar Wilde, Virginia Woolf, Michel Foucault, Ludwig Wittgenstein, James Baldwin, Sait Faik Abasıyanık ya da Hüseyin Rahmi Gürpınar gibi. Bu uzayıp gidecek olan listeden, iki Britanyalı isme özellikle dikkatinizi cezbetmek istiyorum: Yani Oscar Wilde’a ve Virginia Woolf’e; ve dahası, Oscar Wilde’ın erkeklerine ve Virginia Woolf’ün kadınlarına…

On dokuzuncu asrın kapanıp yirminci asrın açıldığı – ve (Nietzscheyen ifade ile) apaçık bir nihilizmin kapıya dayandığı zamanlarda; Virginia Woolf henüz ilkgençliğinde bir kadın ve Oscar Wilde ise artık ölüme yakın, iyiden iyiye hasta, düşkün ve düpedüz yoksul bir kimse idi. Bu zamanlarda, Oscar Wilde için çürümeye yüz tutmuş olan “yaşam”, Virginia Woolf için henüz tazecik ve Ouse Nehri’ne doğru sürüklenmekte ivecen bir çiçek gibiydi. Ve şöyle devam ediyor:

1854 Ekim’inde (evet, Arthur Rimbaud’dan hemen birkaç gün önce) dünyaya gelen Oscar Wilde, 1900 Kasım’ının sonunda (evet, Friedrich Nietzsche’den hemen birkaç ay sonra), henüz kırk altısındayken yeryüzü konukluğuna veda etti. Oscar Wilde’ın 46’sı, en az Charles Baudelaire’in 46’sı (1821-1867) kadar esin vericiydi. Apaçık şekilde erkeklere ilgi duyan Wilde, 1884 senesinde Constance Lloyd ile evlendi ve bu evliliği izleyen senelerde, Cyril ve Vyvyan isimli iki çocuk dünyaya geldi – ve daha sonra onlar, −Wilde’ın sansasyonel davasının sonrasında− Holland soyadını aldı. Lâkin Wilde’ın yaşamına dair alâkamızı cezbeden kısım bu değildi: Wilde, evliliğinden önce ve sonra, birçok erkekle ilişkiye girmiş, bir çok erkeğe âşık olmuştu. Alsager Vian, Frank Miles, Walt Whitman (ki Wilde’ın bir arkadaşına Whitman’dan “onun öpücüğü hâlâ dudaklarımda” diye bahsettiği rivayet edilir), Robert Baldwin Ross ya da onun yargılanmasına sebep olacak ilişkileri; Alfred Taylor ve Lord Alfred Douglas. Wilde, eşcinsel ilişkilerinden ötürü 1895 senesinde yargılandı ve bu “sansasyonel” yargılamanın sonucunda “ahlâksızlık”tan suçlu bulunup iki yıl hapis cezasına çarptırıldı. Hapiste geçirdiği süre zarfında bir aşk mektubu niteliğindeki De Profundis’i kaleme alan Wilde için, hapisten çıktıktan sonra yaşama yeniden başlamak neredeyse imkânsızlaşmıştı. Sağlığı iyiden iyiye bozulmuştu ve yaşamının bu son döneminde meteliğe kurşun atmaktaydı. Böylesi bir yaşama ancak birkaç sene katlanabilmişti Oscar Wilde ve spekülatif yaşamını hemen ardında bırakarak, yirminci yüzyılın hemen kıyısında yeryüzü konukluğuna veda etmek zorunda kalmıştı. Lâkin tarihsel seyrimiz burada kesintiye uğramadı, sadece seyir yönümüz değişti. Henüz on sekizinde, genç bir kadın tarihin sahnesinin orta yerine doğru hızla koşturmaktaydı: Virginia Stephen (Woolf)…

1882 Ocak’ında (Fyodor Dostoyevski’nin ölümünden hemen sonra ve Franz Kafka’nın doğumundan hemen önce) dünyaya gelen Virginia, Oscar Wilde kadar olmasa da apaçık ki bir eşcinseldi. Tıpkı Wilde gibi hemcinsi olmayan birisiyle, Leonard Woolf ile evlenmişti (ki ona karşı asla bir sevgi yoksunluğu içinde değildi – bilakis onunla mutlu ve huzurluydu). 1912’deki evliliği, yaşamının sonuna kadar sürecekti ve lâkin Virginia’nın kadınlara karşı duyduğu arzu ve tutku da her zaman için genç ve diriydi. 1928 senesinde yayınlanan Orlando, Virginia’nın aşkla bağlı olduğu bir kadına, Vita Sackville-West’e adandı. Vita, Virginia’dan on yaş küçüktü – tanıştıkları yıl, 1922’de, Virginia kırkında, Vita ise otuzundaydı. İkisi arasındaki “aşk” kendisini hemen hissettirecek denli coşkulu başlamıştı. Vita’nın günlüklerinden ve mektuplarından anlaşıldığı kadarıyla, Virginia’ya beslediği duygular gizlenemeyecek taşkınlıktaydı. Zihni her zaman Virginia ile dolu olan Vita, onun zarâfeti ile mest olmuş gibiydi. Virginia da Vita’nın bu duygularına karşılık veriyordu. Hatta Virginia için bir esin kaynağı oluvermiş gibiydi Vita. Sözgelimi, Mrs. Dolloway, Orlando ya da Kendine Ait Bir Oda, Vita ile tanışıklığın sonrasında ortaya çıkmış eserlerdi. Gelgelelim Virginia, Vita’nın varlığı ve kocası Leonard’ın bütün iyi niyetine rağmen, içinde bulunduğu ruhsal bunalımdan ve ağır izleyen depresyondan bir türlü kurtulamamıştı. II. Dünya Harbi’nin sürdüğü sıralarda –yani o vahşet çağında− ve Stefan Zweig’ın kaygıyla beslediği intiharından bir sene evvel; 1941 Mart’ında, Virginia Woolf ceplerine taşlar doldurarak kendisini Ouse Nehri’ne bıraktı. Leonard Woolf’e olan minnetini ise son mektubunda şöyle ifade etmişti Virginia: “Her şey beni terk edip gitti ama senin iyiliğin hep benimle kaldı. Artık senin hayatını mahvetmeyeceğim. Kimse bizim seninle mutlu olduğumuz kadar mutlu olamazdı.”

Gelgelelim Oscar Wilde ve Virginia Woolf’ün yeryüzü konuklarına veda edişlerinin üzerinden hayli zaman geçti: Bugün onları anımsıyoruz ve hâlâ aşkları ile, hâlâ tutkuları ile – Ve bu aşkların ve tutkuların birer belgesi niteliğindeki eserleri ile. De Profundis ile, Orlando ile…Tarih pek çok tesadüf gibi, pek çok kaygıyı, pek çok kırılganlığı, pek çok aşkı, pek çok tutkuyu ve pek çok kederi de içinde saklıyor. Lâkin renkler asla silinmiyor, yalnızca birbirine karışıyor…

Hölderlin yurdunuz, Tagore göğünüz,
Camus yâr ve Nietzsche yardımcınız olsun.

Okumalar:
WILDE, Oscar, De Profundis, Can Yayınları, 2015.
WOOLF, Virginia, Orlando, Kırmızı Kedi Yayınevi, 2014.