Yazı yazmaya başlayalı dört yıl olmak üzere. İlk öykü kitabım Küflü Virgül’deki son öykümü yazdığım zamanlar tam da bu zamanlar, yani kasım aylarıydı. Bir yandan doktoramı bitirmeye çalışıyor, bir yandan da çalışıyordum ve öykülerimi yollarda, bindiğim otobüslerde, dolmuşlarda yazıyordum. Sanırım o günlerden kalan bir alışkanlıkla hâlâ yazarken ara ara ev basar ve kendimi sokakta bir bankta, parkta çimenlerde, arkadaşlarımın birinin evinde bir koltukta bulurum. İşte o günlerde tanıştım Arsız Sanat’La. Önce okuru oldum, sonra yazarı. Böyle bir yıldönümü nostaljisinde istedim ki bu anlamda bana benzeyen birini de dergiye takdim edebileyim. İnsan kendisi ile benzer yollardan geçenlerle hemen empati kurar. Bir de bana bu yolda o kadar çok hoca destek oldu ki… Mario Levi, Semih Gümüş, Yeşim Cimcoz, Yekta Kopan. O kadar ışık tuttular ki… Ben de kendimden genç birine ışık tutma aşkı ile yanıp tutuştum hep. Kendisini Ruhsar olarak tanıtmak isteyen bu çiçeği burnunda yazar da işte o ışık tutmak istediğim gençlerden. Düşünüyor, tartıyor ve kaleme alıyor. Gelin kulak verelim hikâyesine ve yolunun açık, benimki kadar şanslı olmasını dileyelim. Keyifli okumalar!
Anladım ki bu hayat ben varken var ama ben yokken yine var. Peki ben yokken var olan bir dünyayı sırtlanmam ne kadar doğru?
Hepimizin belli başlı hayat tecrübeleri var ama insanın kendisinin bir tecrübe olması daha zor. Mesela uçan bir kuşu kafese koysan ne olur? Bir süre sonra ölür çünkü onun hayat gayesi kafesten ibaret değildir. Hayatın bizi oluşturduğu kimlikler de böyle. Kimimiz kafesteki kuş, kimimiz uçan kuşuz.
Şimdi bizi oluşturan kimlikleri bir kenara bırakalım; başkaları tarafından doğru görülecek karar doğrumuz olmasın, bizim doğrularımızı biz yaşarken görsünler. O hâlde içimizdeki sese kulak verip yolculuğumuzu başlatalım…
İnsanın yapmak isteyip de yapamadığı birçok şey vardır. Peki bu isteklerimizi engelleyen unsurlar nelerdir?
Bu dünya basma kalıplarla çevrili. Adeta sürü metodunda ilerliyor. Kim ne yaşıyorsa herkes onu yaşayacak olgusu var. Oysa yaşanılan her şeyin sebebi vardır. Ben her birimizin bu dünyada bir amacı olduğuna inananlardanım .. Evet, hepimizin payına düşen birtakım şeyler olmuştur, her zaman büyüklük bizde kalmış da olabilir. Fakat önemli olan şu an. Şu an bizim ne istediğimiz ama şunu unutuyoruz. Biz herkes değiliz. Her insanın kendisine göre bir hayat serüveni, bir yaşam stili ve düşünce yapısı vardır. Ben mesela yaşıyorum; senelerdir neyin içinde olduğumu bilmeden.
Evet yaşıyorum…(düşündü bulamadı), evet yaşıyorum…( düşündü bulamadı), evet sadece yaşıyorum koca bir girdap içinde. Hayatın beni oluşturduğu kimlikle.
Peki ben neredeyim? Beni ben yapan duygularım, düşüncelerim, hatalarım nerede?
Seni sen yapan her şey dünyada ve kendi içinde. Hayatın bizi oluşturduğu bir sen ve bunu kabul etmeyen bir sen. Daha asıl başlangıç da burada değil mi zaten? İkimiz de imkansızlığa vurduğumuzda ikimiz de biliriz ki imkansız diye bir şey olmadığını…
En başında dediğim gibi içindeki sese kulak ver ve kendi keşfine çık. Böyle bir sohbetin ardından insan geriye dönüp baktığında kendini görmek istiyor ama…
Miyop gözlerimden öpüyorum.