Bu yazıyı yazmak benim için hiç kolay olmadı. Büyük mücadele içindeyim. Beş aylık oğlumla ilgilenmek ve yazı yazmak arasında tercih yapma noktasında olmak vicdanen huzursuz ediyor beni. Çünkü bir kadın olarak bu topraklarda bana öğretilen bu. Ne kadar bu öğretilere karşı dursam da hayatıma sahip çıksam da bu durumun benim için de bir temel ihtiyaç olduğunu bilsem de bir yerlerde hiç susmayan bir toplum belleği benim içimde de yer alıyor maalesef. Şu an oğlumu emzirip temizleyip eşime teslim ettim ve bu yazıyı bitirmek istiyorum. Ancak oğlumun ağlama sesi masadan kalkmam için dürtüyor beni. Bir yandan da babası da bakabilir, otur oturduğun yerde ve yazını bitir iç sesim eşlik ediyor bana. Bütün bu mücadeleler neticesinde çok severek okuduğum “Öyle Değil, Böyle!” üzerine yazmam günlerimi aldı.
Evet, ben bir kadınım, bir anneyim ve bütün bu rollerin altında çoğu zaman eziliyorum. Toplumsal rolleri reddeden ve bana her daim destek olan bir eşe rağmen bu rollerin altında eziliyorum.
Kadın olarak bizlere çizilen kader “birilerine” rağmen kendimizi var etme çabamıza darbe indiriyor. Evlenmeden önce ailemizin içinde, evlenince eşimiz ve ailesinin içinde kendi benliğimizi keşfetmeye , isteklerimize, tutkularımıza, kararlarımıza sahip çıkmaya, tutunmaya çalışıyoruz. Kimimiz aile kisvesi adı altında dayatılan sorumlulukların altında ezilip kendini unutuyor. Yıllar geçiyor ki bir bakmışız gelenek, görenek, erk zihniyetine kurban etmişiz kendimizi. Çünkü kadın olmak “namus meselesi”, anne olmak “kutsal” ilan edilmiş.
Peki biz kadınlar bunu nasıl içselleştirmişiz?
Bunun sosyolojik tabanını uzun uzadıya konuşabiliriz ancak ben bugün masum görünen bir neden üzerine konuşmak istiyorum: Masallar!
Birçoğumuz yaşamımızın bir anında özellikle de çocukluğumuzda masallarla temas etmişizdir. Anneannemiz ya da babaannemiz anlatmıştır, annemiz uyku öncesinde okumuştur, okul kitaplarımızda okumuşuzdur hatta belki de o masalla ilgili sorulara cevap vermişizdir. Hâliyle toplumda kitaplara en uzak bir bireyin bile masallara aşinalığı vardır.
Peki bu yaygın anlatıların en belirgin özellikleri nedir?
İyi ve kötü, güzel ve çirkin, adalet ve haksızlık yani zıt durumlar bir mücadele ekseninde karşımızda çıkar. İyiler ödüllendirilir, kötüler cezalandırılır. Söz ettiği konular yereli aşar, evrensel değerlere sahiptir. İşte tam da bu noktada büyük bir sıkıntı ortaya çıkar.
Pamuk Prenses’i, Kırmızı Başlıklı Kız’ı, Uyuyan Güzel’i, Rapunzel’i, Gretel’i düşünelim. Bütün bu kadınlar neden bir erk’e kurban gider ve yine kurtuluşu bir erk tarafından sağlanabilirmiş algısıyla bize sunulur?
Bunu asla düşünmedik. Hatta belki de çocuklarımıza defalarca anlattık. Ta ki Aslı Tohumcu’nun Öyle Değil, Böyle! kitabı ile tanışana dek!
Masalları kadınlar yeniden yazacak!
Sadece benim için değil, tüm dünya için 2020 ve 2021 oldukça zorlu geçti. Pandemi hayatımızı sorgulamamızı, rutinimizin üzerine düşünmemizi, tüketim çılgınlığımızı, doğadan ve kendimizden uzaklaşmış olduğumuz gerçeğini gözler önüne sermeyi başardı. Pandemi süresi uzadıkça umutsuzluk hepimizin hissettiği en belirgin duygulardan biri oldu. Üstüne gündemimize kadın cinayetleri, hayvan hakları ihlali, ekonomik çöküntümüz eklenince ruhu yorgun insanlara dönüştük. Bu iki zor yılın içinde güzel şeyler de oldu kendi adıma. Yorgunluk ve umutsuzluk içinde tepinirken bana cesaret veren Öyle Değil, Böyle! ile buluştum örneğin. Hem de sevgili Aslı Tohumcu’nun “Şimdi onlar düşünsün değil mi?” notunun sorumluluğuyla sarıldım satırlara.
Aslı Tohumcu’nun masallar aracılığıyla bize dayatılan erk hakimiyetine karşı çıktığı kurgusu üzerimdeki umutsuzluk toprağını atma cesareti verdi bana. Erk hakimiyetini yıkmak için o masallardaki yalanları ortaya atan erki ortadan kaldırma planına eşlik etmek istedim.
Eserin başında bütün bu masalları yazan “Masalcı”nın çalışma masasının altında anlaşılmaz sesler çıkararak debelendiğine tanıklık ettim. Hatta kadının kaderine ilk karşı çıkış da bu sahneden başladı. Rapunzel saçlarını bir adam için uzatmadı, aksine kendilerine hep aynı kaderi çizen Masalcı’nın ellerini, ayaklarını bağlamak için kullandı.
“Ejderhalar, uyduruk nedenlerle kuleye hapsedilen prenseslerin başında nöbet tutmaktan bıkmışlardı. Her öğün prensesleri kurtarmaya gelen prenslerle karınlarını doyurmaktan da. Kurt, büyükanneyle torununu yemek; avcı, kurdun kanadını deşmek istemiyordu artık. Üvey anneleri, Hansel ve Gretel’i ormana, ölüme göndermekten kahroluyordu.”
Masalcı, kadınları erk’e kurban eden ya da kötü kalpli insanlar olarak yazmaktan hiç vazgeçmemişti. Ancak artık değişim zamanıydı. Masal insanları Masalcı’nın kitaplığındaki raflardan akın ediyor, dile geliyordu:
“Beni öptü diye tanımadığım bir prensle evlenmek istemiyorum.”
“Dünyayı tanımadan ikiz annesi olmak istemiyorum.”
“Çocuk yemektense kendimi keser yerim daha iyi!”
“Ülkeyi yönetmek değil, şiir yazmak istiyorum!”
Bu değişim için ise masallar yeniden yazılmalıydı, hem de hemen!
Masalları yeniden yazma görevini de ödevi için Masalcı ile söyleşmeye gelen Gezgin’e verdiler. Çünkü masal insanları nasıl masallara ihtiyaç olduğunu biliyor ancak masal yazmayı bilmiyordu! Gezgin bu masal insanlarını dinlese de Kraliçe’nin önerisiyle bir düzende gidilmesi gerektiğinin farkındaydı.
“Krallar ve prenslerden mi başlasak acaba? Başımıza en çok derdi onlar açıyor. Kadınları rızalarını almadan öpmek desen onlarda, savaş desen onlarda…”
Bu öneriler aracılığıyla Gezgin erkek egemenliğine eleştiri getirebileceğinin farkındaydı. Ancak masallar aracılığıyla dayatılan bazı kalıpları da yıkmak istemekteydi. Tıpkı pembe giymediği için kendisini erkek sanan ejderhanın algısını değiştirmesi gerektiği gibi.
“Bir zamanlar, herkesin dilediğince yaşayabildiği bir ülke varmış. Bale yapan prenslerin, ağaç tepelerinde dolaşan prenseslerin, kız çocuğu oldu diye sevinçten deliye dönen kralların, üvey evlatlarını öz evlatları kadar çok seven kraliçelerin, akşam yemeğinde brokoli yiyen ejderhaların yaşadığı…” şeklinde başlayan, dünyanın dört bir yanında kahramanların eşitçe, özgürlük ve barış içinde yaşadığı masallar yazdılar. Üstelik bu masalları günümüz değerleri ve sorunları üzerinden oluşturulmuş bir dille okuma imkânı sunarak… Vegan bir kurtla karşılamak da sosyal medyaya ilan veren Rapunzel’in ikizleri ile karşılaşmak da mümkündü. Masalların modernleştirilmesi de aslında suya sabuna dokunmayan bir dilin reddedildiğinin göstergesiydi.
Bu kitabı okumak özellikle eserin sonunda yer alan “Şimdi ne yapıyorlar?” bölümünü okumak yıkılması gereken kader motifini netleştirdi zihnimde.
Ben Tuba Karamuklu. Bir kadınım, bir anneyim, bir eşim, bir evladım. Evet, bugün bu yazıyı yazmak için oğlumu eşime teslim ettim. Ben bana dayatılan rollerden daha fazlasıyım. Hayır, kendimi suçlu hissetmiyorum.
Kitap: Öyle Değil, Böyle!
Yazar: Aslı Tohumcu
Resimleyen: Pelin Turgut
Yaş aralığı: 7, 8, 9 +
Sayfa: 56
Fiyat: 17,5 TL
Edebiyat öğretmeni olmanın yanında çocukluk hayalinin peşinden emin adımlarla ilerliyor. Kendi platformunu oluşturarak dostlarını bir araya topladı. Dostlarıyla sanatın her alanında üretim yapıyor ve inatla yapmaya devam edecek. Saplantılı edebiyat takipçisi. Kimi zaman Kafka’nın böceğinin peşinde, kimi zaman Slyvia Plath’in kafasını soktuğu fırının içinde. Kimi zaman Dostoyevski’nin yarattığı ‘Öteki’ ile ilgileniyor.
hiç böyle düşünmemiştim. farklı bir bakış açısı ve bana da çok mantıklı geldi, çok güzel olmuş. emeğinize sağlık
Teşekkürler. Sevgiler