Her filmin senaryosu haricinde bir hikâyesi vardır. Yazılış aşamasında yaşanan bir olay, yazılmasına sebebiyet veren bir kişi, yapılmasına sebep veren ilginç bir hikâye, yeni yıldızlar doğurmak gibi birçok hikâye. Biz genelde bu hikâyeleri ya filmin yapım aşamasında ya da film vizyona girmeden önce filmi tanıtmak amaçlı çıkılan kültür sanat programlarından öğreniriz. Ama büyük filmlerin böyle bir şansı yoktur. Büyük filmden bahsettiğim filmler; yapım süreci, bütçesi, castı gibi birçok etmenle takip edilen ve film vizyona girmeden bile filmle ilgili birçok detaya hâkim olduğumuz filmlerden bahsediyorum. Mesela büyük stüdyo filmleri. Mesela Tarantino filmleri. Son film “ Once Upon a Time in Hollywood” u izlemeden filmde bizi neleri beklediğine dair birçok detaya hâkimiz. Çünkü her hareketi haber niteliğinde. Bunun sebebi ise sinema dünyasının büyük starlarını barındırıyor olması. Günümüz sinema dünyasının en bilinen ve tanınan yönetmenine sahip film. Neyse konumuza dönecek olursak bugün mevzu bahis olan filmimizde öyle bir film. Senenin en çok merak edilen filmlerinden biri olan, başrolünde Pop dünyasının son yıllardaki en ikonik kişisi Lady Gaga ve son dönemlerin önemli Jönlerinden Bradley Cooper’ın oynadığı ve aynı zamanda yönettiği “A Star Is Born”.

Filme geçmeden önce biraz Lady Gaga’dan bahsetmek istiyorum. Kendisi 2000’lerin ortalarında müzik piyasasında sükse yaptı lakin daha lise yıllarında ilk şarkılarını yazmış. Öyle ki özellikle pop şarkıcılarının önem verdikleri tek şeyin dış görünüş olduğunu düşünüp yansıttığı bir dönemde “kalıplaşmış güzellik anlayışına” uygun olmamasına ve aslında tamamen objeleşmiş kadın kültürüne hizmet eden pop müziğin içerisinde yer almasına rağmen bir duruş sergileyen ve yeteneğiyle tüm bunları unutturmayı başarmış birinden bahsediyoruz. Lady Gaga. Özellikle kendine has şarkıları ve şarkı sözleriyle dikkatleri üzerine çeken Lady Gaga, eşcinsellik, kadın özgürlüğü, öteki kavramı, toplumsal sınıflar, dinler gibi birçok tabuya karşı savaşan, bir başkaldırı niteliğinde duruşu ile ikonlaşan bir yıldız. Her şarkısını alt metinlerle bezeyerek derdini dinleyicisine adeta işleyen sanatçı o ikonlaşmış karakter özlememizi adeta gideriyor. Döneminin en büyük pop ikonu demek bence abartı olmaz. Kendine has tarzıyla fark yaratan Gaga müziğini her geçen dönemde daha da olgunlaştırdı ve oturttu. Sansasyonel bir kişiyken son dönemlerinde inzivaya çekilerek daha olgun bir tavırla müziğini icra ediyor. Kendini ifade etmek için sadece müziğin yetmediği nokta da gelen teklifler doğrultusunda sinema oyunculuğuna yöneldi. İlk olarak Danny Trejo’nun aksiyon serisi “ Machete” rol alan Gaga, daha sonra korku dizi olan “American Horror Story” ile ilk büyük tecrübesini yaşadı. Özellikle AHS de gösterdiği performansla göz dolduran Gaga o projeden sonra Bradley Cooper ile birlikte “A Star Is Born” de oynadı.

Filme bakacak olursak 1976 yılında Frank Pierson’un aynı isimle çektiği başrolde Barbara Streisand ve Kris Kristofferson’ın oynadığı filmden günümüze uyarlanıyor. Ama filmin temeli 1937 yılındaki Janet Gaynor’lı ismi yine aynı filme dayanıyor. Filmde yönetmen koltuğunda ise Bradley Cooper var. Bu film ile ilk kez yönetmen koltuğuna oturan Cooper çalıştığı yönetmenlerden bir şeyler öğrenmişe benziyor. Öyle ki film tamamen odaklandığı karakterlerden asla uzaklaşmadan seyirciyi hikâyenin hep tam ortasında tutuyor. Genel planlardan ve uzak çekimlerden minimum faydalanan yönetmen Cooper, yakın planlarla karakterlerden ve karakterlerinin hayatlarından seyirciyi uzaklaştırmıyor. Herhangi bir yapı bozumuna izin vermeyen çekim teknikleri ve hareketli kamera ile adeta seyirciye hikâyeyi en ince ayrıntısına kadar yaşatıyor. Görüntü açısından neredeyse kusursuz bir tekniğe sahip diyebiliriz. Bradley Cooper’ın ilk deneyimi için ise gayet başarılı. Kendini çok zorlamadan kuralına uygun ve amacına hizmet eden tekniğiyle Cooper’ın sınıfı geçtiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Senaryosuna bakacak olursak filmin senaryosunu Will Fetters ve Eric Roth ile birlikte Bradley Cooper yazıyor. Konusuna gelecek olursak  “Jackson Maine ünlü bir rock yıldızıdır. Aynı zamanda da alkol bağımlısıdır. Bir gün konser çıkışı içecek bir şeyler almak için bir bara girer. Barda çeşitli performanslar sergilenir. İçkisini yudumlarken Ally’nin performansına şahit olur ve çok etkilenir. Ally’deki ışığı fark eder onunla sohbet etmek ister. Kızın hem sesinden hem de kendisinden etkilenen Maine Ally’i konserine davet eder. Aralarında müzik ile beraber bir aşkta başlar. Ally yeteneğinin fark edilmesiyle şöhret basamaklarını hızlıca tırmanırken Maine alkol ve uyuşturucunun etkisiyle düşüşe geçer.”

Konusu itibarıyla aslında eski filmlere sadık kalınmış. Fakat bazı klişeler filmde göze çarpmıyor değil. Özellikle alışagelmiş bir “şöhret hikâyesi” oluşu bu durumu tasdikler nitelikte. Lakin günümüze uyarlanması ve ufak dokunuşlarla değiştirilmiş bu klişeler rahatsız etmiyor. Hikâyenin klasik şekilde devam edişi ve tahmin edilebilirliği seyirciyi biraz sıkıyor. Ama film müzikal yönünün kuvveti ve oyuncularının performansı ile bu durumu da çok iyi kotarıyor. Senaryo açısından klasik kalan film “müzikal- drama” türüne ait olmasının gücünü kullanarak günümüze rahat bir şekilde ayak uyduruyor. Film günümüze ayak uydururken var olan sektörel duruma ve eleştirel bakış açısını da geri planda bırakmıyor. Özellikle Ally’nin evrimi üzerinden sektörün ticariliği ve sanattan uzak oluşu, şarkıcıların kişilik kayıpları ve kullandıkları sektör personalarına sağlam salvolar gönderen film, bu konuda ciddi anlamda başarılı. Güzel diyaloglara sahip filmin ayrıca harika şarkı sözlerine sahip mükemmel şarkıları var. İnanılmaz bir soundtrack listesine sahip filmin bu özelliği filmin en güzide özelliklerininden biri.

Film ismindeki gibi ciddi anlamda sinema dünyasına bir yıldız doğuruyor. Lady Gaga! Özellikle türler arası geçişte bu denli başarılı kişi görmek çok az. Ama Lady Gaga harika performansı ile adeta filmin önüne geçiyor. Baştan sona kusursuz performansı ile kendine hayran bırakan Gaga yine kusursuz bir performansa sahip Bradley Cooper yokmuşcasına adeta filmi sırtlıyor. İnanılmaz performanslar, harika jest ve mimikler, bir saniye bile sırıtmayışı ve adeta karakteri yaşayışı takdire şayan. Benim diyen oyunculara taş çıkartıyor. Filmin en güçlü kısmı da zaten bu. Bu filmi “Lady Gaga oynuyor acaba nasıl?” diye izlemeye gidecek seyirciler ummadıkları kadar iyi bir performansla karşılaşacaklar.

Filmin en büyük sorunu belirttiğim gibi tahmin edilebilirliği ve klasik bir hikâye oluşu. Filmi izlerken şimdi bu olacak fikrine kapıldığınız anda beklediğinizin olması aslında günümüzde bir kusur gibi kabul edilse de hikâyesi adına amacına uygun bir hareket. Sonuç itibari ile aslında “Alkol ve uyuşturucunun etkileri” ve “şöhretin kötü yüzü” kısmını seyirciye net bir şekilde aktarıyor. Günümüzde doyumsuz sinema seyircisi hep bir ters köşe beklediğinden aslında filmin buna cevap verememesi filmin en büyük handikapı gibi gözüküyor. Hikâyenin gücünü arttırmak adına birkaç sahnedeki ajitasyon ve dramatizenin dozajını tutturamayışları ise yönetmenin tek toyluğunu belli ettiği kısım. Ama her ne kadar böyle söylesem de bu kısımlar filmi izlerken kesinlikle göz ardı ediliyor. Filmde ufak nüanslar olarak kalıyor. Çünkü film inanılmaz güçlü iki oyuncu performansı,  güçlü bir klasik hikâye ve harika soundtrackler barındırıyor.

1937’den sonra; öncelikle 1976’da sonrasında 2018’de tekrar izleyiciye sunulan “ A Star Is Born” hikâyesine sadık, güçlü oyuncu performansları ve başarılı tekniğiyle senenin önde gelen filmlerinden. Oscarda adını illa ki duyacağımıza inandığım film güzel bir seyirlik sunuyor. Özellikle Lady Gaga’nın artık iyice oturan oyunculuğunu, uzun süredir gözükmediği piyasadaki halini ve aslında istese çok farklı tarzlarda da başarılı olabileceğini gösterdiği filmi sinemada izlemenizi tavsiye ederim. Ne de olsa “ Film sinemada izlenir.” İzleyenler “Afiyet olsun” izlemeyenlere ise “İzleyiniz ve dinleyiniz “ diliyorum. Bir hatam olduysa affola. Saygılar…