Friedrich Nietzsche, babası Carl Ludwig’i kaybettiğinde henüz beş yaşında bir çocuktu. Babasız geçen çocukluk zamanlarının ardından, ilkgençlik zamanları Nietzsche için bir “arayış ve keşif çağı”ydı. Bu arayışı ve keşfi motive eden şey ise, belli-belirsiz şekilde, bir baba figürüydü – ki görülebilir şekilde, onun heyecanla yöneldiği hemen her şey, babası Carl Ludwig’i andırmaktaydı. 1858 yılında kaydolduğu Schulpforta (bu okul uluslararası bir prestije sahipti), Nietzsche’nin arayışına yanıt verecek yerdi. Burada geçirdiği altı sene boyunca o, Hölderlin’le ve Hölderlin şiiriyle, Wagner’le ve Wagner müziğiyle ve biraz sonra Schopenhauer’la ve Schopenhauer felsefesiyle tanıştı. Bu isimlerin hepsinde ortak bir yön bulunuyordu: Ağırbaşlı bir tavırla, yol gösterici bir bilgelik. Nietzsche’nin şiirde, müzikte ve felsefede bulduğu coşkunluk, bu isimler sayesinde yerli yerine oturuyordu: Onları bir öğretici olarak benimsiyor ve gençliğini bu bilgelerin ışık tuttuğu yolda dizginliyordu…
Friedrich Hölderlin, Nietzsche’nin doğumundan bir sene önce yaşama veda etmişti. Nietzsche onunla henüz onlu yaşlarının ortalarında tanıştı ve onun şiirlerinden ve şiirlerindeki felsefeden oldukça etkilendi. Nitekim onun şiirleri üzerine inceleme metinleri kaleme aldı. Nietzsche’nin Schulpforta’daki ilk keşiflerinden birisi Hölderlin’di − ve esrarengiz şekilde, tıpkı Nietzsche’nin son on bir yılını aklını kaybetmiş vaziyette geçireceği gibi, Alman şâir de neredeyse son kırk yılını aklını kaybetmiş bir vaziyette, bir daha başka yere girmemek üzere bir kulede geçirmişti. Bu tarihsel yakınsayış, Nietzsche’nin aradığı şeyi bulmakta ne kadar usta olduğunu bize gösterir bir nitelik taşıyor. O, yalnızca şiirsel yolculuğu için bir rehber aramıyor, aynı zamanda bedensel yolculuğu için de bir yol arkadaşı arıyordu.
Nietzsche’nin Arthur Schopenhauer’la tanışması ise yirmili yaşlarının başını buluyordu. O, bu yaşlarında kendisi için eğitici olabilecek samimiyete ve saygınlığa sahip bir filozof arıyordu. 1874’te yazdığı Eğitimci Olarak Schopenhauer eserinde şöyle yazmıştı: “Arzularımı kalbimin hoşnutluğu için seferber ettiğim gençlik günlerimde, kaderin, kendimi eğitmek gibi korkunç bir çaba ve görevden beni kurtaracağını düşünürdüm: tam da doğru bir zamanda eğitimcim olacak bir filozof, ona kendimden daha çok güveneceğim için daha fazla düşünmeden kendisine itaat edebileceğim gerçek bir filozof bulacaktım” Nietzsche, aradığı filozofu sandığından daha erken bulmuştu, 1865 yılında, bir ikinci el kitapçıda, Schopenhauer’un başyapıtı olan İstenç ve Tasarım Olarak Dünya eseriyle tesadüfen karşılaştı. Daha ilk andan itibaren Nietzsche, Schopenhauer’a güvendi ve felsefî bakışını ona çekincesiz teslim etti. Bu sadakat ve inanç yıllar sonra bile devam edecekti: “Ben Schopenhauer’un, ilk sayfayı okuduktan sonra her sayfayı okuyacağını ve onun söylediği her söz üzerinde özenle duracağını kesinlikle bilen okurlarından biriyim. Schopenhauer’a duyduğum inanç derhal ortaya çıktı ve bu inanç bugün dokuz yıl önce olduğu kadar. Bu inancı ifade etmek, tevazudan uzak ve aptalca bir davranış olsa da, anlaşılabilir bir şeydir: ben Schopenhauer’u sanki doğrudan bana hitaben yazmışçasına anladım” (Nietzsche, 2003, ss. 18).
Gelgelelim, Nietzsche’nin yüzyüze tanışabildiği tek kişi Richard Wagner’di. Wagner’in müziği ile tanışıklığı yine Schulpforta zamanlarına dayansa da, onunla yüzyüze ilk görüşmesi 1868’te gerçekleşti. Richard Wagner, tuhaf denebilecek ölçüde Nietzsche’nin babası Carl Ludwig’i andırıyordu. Yüz hatlarından doğum yılına kadar. Wagner ve Nietzsche kısa zamanda sıkı dost oldular. Bu dostluk, meşhur bir düşmanlıkla bitecek olsa dahi. Wagner Olayı olarak bilinen hadisenin kesin nedeni bilinmemekle birlikte, Wagner ve Nietzsche’nin sıkı dostluklarının talihsiz bir düşmanlıkla sona erdiğini biliyoruz. Belki de Wagner, Hölderlin ve Schopenhauer gibi yalnızca eserleri ile varolsaydı Nietzsche’de, bu dostluk ömür boyu sürebilecekti. Nitekim Wagner’den yüz çeviren Nietzsche, yeni müzikal ufkunu, yıllar önce ölmüş olan Georges Bizet’de ve onun Carmen’inde bulacaktı.
Bu üç durakta anlaşılacağı üzere, Nietzsche, en başta iyi bir arayışçı ve iyi bir keşifçiydi. Her ne kadar Wagner ile tanışıklığı bir hüsranla neticelenmiş gibiyse de, Nietzsche asla bulduğu şeyden pişman olmadı. Bütün bu arayışların temelinde yatan, babası Carl Ludwig’in zamasız –ama Nietzsche için belki de tam vaktinde− ölümü olabilirdi. Fakat bu, bir yerden sonra önemsizleşti. Çünkü o, arıyor olmanın cazibesinde, oradan oraya savrulmaktan memnundu. Daima aradı ve daima buldu. Şiiri de, müziği de, felsefeyi de; tam da aradığı yüreğinde…
Siz de arayışta olunuz, elbet karşınıza çıkacaktır.
Hölderlin yurdunuz, Tagore göğünüz,
Camus yâr ve Nietzsche yardımcınız olsun.
Kaynaklar:
NIETZSCHE, Friedrich, Eğitimci Olarak Schopenhauer, Say Yayınları, 2003.
NIETZSCHE, Friedrich, Richard Wagner Bayreuth’da, Say Yayınları, 2006.
YOUNG, Julian, Nietzsche, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2017.
Hamza Celâleddin, 1991’de Konya’da dünyaya geldi. 2013’te Süleyman Demirel Üniversitesi Felsefe bölümünden mezun oldu ve 2014’te Konya Üniversitesi Felsefe bölümünde yüksek lisans programına başladı. 2017’de Katil Nietzsche Asker Kant, 2018’de Dehşetli Peygamber Zarif Cellat, 2019’da Nietzsche’nin Altı Günü eserleriyle birlikte; Destek Yayınları felsefe serisi için Albert Camus, Søren Kierkegaard ve Jean-Paul Sartre derlemelerini kaleme aldı. Son olarak ise Fihrist Kitap’tan Bir Otto Weininger Kritiği isimli kitabı yayınlandı. 2014’ten itibaren pek çok dergi ve online gazetede yazıları yayınlandı ve 2017-2019 yılları arasında Düşünbil Felsefe Dergisi editörlüğünü yaptı. 2019 yılından itibaren ise kendi dergisi, Henidik Felsefe ve Filoloji Dergisi’ni çıkarmaya başladı. Ayrıca bir süredir tiyatro sahnesinde Felsefe Konuşmaları yapmaktadır.