Türk Dil Kurumuna göre; ölüm nedenini tespit etmek amacıyla bir cesedi inceleme işi, ölü açımı anlamına gelen otopsi, Yunanca kökenli bir sözcük olup “oto” ve “opsis” kelimelerinin birleşmesi ile oluşmuştur ve kendi gözleri ile görme, kendine bakma anlamına gelmektedir.
Otopsi, Özge Lena’nın geçtiğimiz ay dördüncü baskısını yapan ilk kitabı. Kadınlık hâlleri, kadınlık rolleri üzerine sert bir yüzleşme. Onları sorgulayan ve onlarla hesaplaşmaya giren bir roman. Romanı bitirdiğinizde neden bu adın verildiğini çok daha iyi anlıyorsunuz çünkü bir kadının kendini lime lime edişine, bedenden ziyade bir kadının kendi ruhunun otopsisini yapmasına tanıklık ediyorsunuz; bir ruhun parçalanışına, paramparça edilişine!
“Hep bir şeyler eksik. Bazen bir anı, bazen bir his, bazen kendilik. Ve bazen de bir kelime, bir imge ya da yaşam. Yaşamın içinde bir düşünce. Düşüncenin sonunda bir eylem. Eylemin yanında bir isyan.”
Bir benliğin, bir var olma çabasının ama var olamayışın acı ve ıstırap dolu hikâyesi okuduğunuz. Okurken hisleriniz birbirine karışıyor, acı zaman zaman yerini öfkeye bırakıyor, öfke hınca, hınç umuda kendiliğinden dönüşüyor.
“Eksik olan, içimizde bir boşluk suretinde var oluyor.”
“Boşluk büyüdükçe kendilik sıkışıyor, ruh büzüşüyor.”
Boşluk! Boşluk, olumsuz. Boşluk, korkunç. Boşluğa düşen bu kadar çok insanın olduğunu bilmek, ürkütücü. Boşluk aynı zamanda olumlu çünkü boşluğun üzerine yeni şeyler inşa edebilirsiniz.
Toplumun bir gelenek, bir dayatma olarak biz kadınlara yüklediği, aslında biz kadınların da pek düşünmeden üstlendiği, tüm etiketleri, rolleri, klişeleri sağlam bir şekilde silkeliyor Otopsi.
“Acınası bir sefalet içinde yüzüyor. İşe gidiyor, eve geliyor, kızıyla oynuyor, yemek yapıyor, televizyon izliyor, uyuyor ve normal olarak adlandırılan ne varsa tümüyle birden bezemeye çalıştığı yaşamının güvenli olduğunu sandığı duvarları arasında ruhunu tüketiyor.”
Kitapta anlatılan tek bir kadının hikâyesi, onun iç dünyasının ve o dünyanın derin dehlizlerinin, çelişkilerinin hikâyesi. Hayatta bir tutkusu olan fakat o tutkunun peşinden gitmemiş, kendini gerçekleştirmemiş, sevdiği şey için emek harcamamış, mücadele etmemiş, sürekli ertelemiş herkesin hikâyesi. Bu anlamı ile birden çok kadının, erkeğin ve hatta kendinden vazgeçmiş tüm bireylerin.
“Gidemiyor, kalamıyor, ölemiyor ve yaşayamıyor.”
Gerçek bir yazma tutkunu olan kahramanımız bir yandan kendisini yazmaktan alıkoyan kadın kimliğinin, hayatın içindeki sorumluluklarının hesaplaşmasına girerken diğer yandan yazma aşkı ile annelik görevleri arasında sıkışıp kalıyor. Hâkim erkek egemen bakış açısı ve toplumsal baskılara rağmen dayanılmaz yazma tutkusuyla gelen öfke, içinde büyüdükçe büyüyor ve bu hesaplaşma onu giderek bir seçim yapmaya zorluyor. Ya yazmayı, böylece kendi olmayı ya da onu boğan varoluşunu tehdit eden gündelik yaşamı seçecek, başka bir ifade ile özgürlük ve kölelik arasında bir tercih yapacaktır.
“Zihninde öldürdüğü, doğurmadan katlettiği hayal parçacıkları. İsyankâr ruh atıkları. Şimdi artık her an gebeydi. Kelimelere, hikâyelere. Kendini bile sil baştan doğurabilirdi isterse.”
Evli, dışardan bakıldığında iyi bir işi ve kariyeri olan, küçük bir kız çocuğu annesi kahramanımız. Çocukluk travmalarını da yanında taşıyor, hayatında yazmaya yer açamadığı için çektiği mutsuzluğu, zaman zaman kendine olduğu kadar küçük kızına da öfke olarak yansıyor. Çünkü onu da yeniden yazabilmeye giden mücadelesinde bir engel olarak görüyor.
“Ve onlara göre o soğuk bir anne, sert bir çalışan, huysuz bir eş. Hepsi yargılayıp acımasızca etiketlendiriyor onu ve hiçbiri şunu sormuyor: Neden böylesin?”
Başkaları için yaşamanın, kendinden başka herkesi mutlu etmeye çalışmanın yükünü omuzlarında ve tüm benliğinde hissediyor kadın. Ne de olsa bir uzantı o! İnsanlık tarihinin değil, kadınlık tarihinin uzantısı!
Nesiller boyunca öğretilmiş, dikte edilmiş rollerin içinde toplumsal bir varlık olarak onay görme ihtiyacı ile kadın zaman zaman kendine başkalarının gözüyle de bakıyor. Oradan baktığında kendini hep başarısız buluyor. Suçlu hissediyor ve derin bir vicdan azabı çekiyor.
Lena gerek etkileyici anlatım biçimi gerek samimiyetinden gelen gerçekçiliği ile kahramanın acı verici bu iç yolculuğuna okurlarını ortak ediyor. Eşlik ettiğiniz yolculuk boyunca siz de kendi hesaplaşmanızı yaşamaktan, kendinize sorular sormaktan ve mecburen otopsinizi yapamıyorsanız da kendi aynanıza bakmadan geri duramıyorsunuz!
Otopsi, bir yaranın kabuğunu kaldırıyor, kaldırmakla kalmıyor adeta deşiyor!
Aynaya baktığında gördüğün kim?
İşte o senin öz benliğin!
Önce öz benliğini bul, tüm maskelerinden soyun, sonra kendine sor: Ben kimim?
Her şeyden sıyrıldığında kalan kim?
Onu tanıyor musun?
*Mart 2019
Anadolu Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünden mezun oldu. Boğaziçi Üniversitesi’nde İnsan Kaynakları okudu. Uzun yıllar çok uluslu şirketlerin Lojistik ve Finans birimlerinde üst düzey yöneticilik yaptı. Halen kurumsal firmalara danışmanlık yapıyor. Birçok STK’da gönüllü olarak çalıştı, bireysel yardım projeleri aktif olarak devam ediyor. Yollar, kitaplar ve fotoğraf en büyük tutkusu. İlk kişisel fotoğraf sergisini 2018 yılında açtı. Kafalar Hep Karışık projesinde yer almaktan mutluluk duyuyor. Şiire, yollara, çocuklara ve gelecek güzel günlere inanıyor. Çizdiğini yazdığını kendine saklıyor. Okuyor, okuyor okuyor…