Birkaç yaprak kalmış ağaçlarda, yırtılmış küçük yelkenler gibi,”Ezginin Günlüğü”, o adına yakışır eşsizlikteki gruba ait “Gemi” şarkısındaki küçüğün yelkenleri sanki. Tek başına, “Küçük Kara Balık” misali, bilinmeyen yollara düşen bir gezgin, Amorphis’in gezgini, “The Wanderer”, düşlerinin peşinde, hiç bitmemecesine, yaşam devam eder ancak böyle. Daha geçen haftalarda üzerinde sarı, kocaman yapraklarıyla fotoğraf çektirdiğimiz incir ağacı, iskelet parmaklarını uzatmış göğe, gözleri kapalı, bekliyor sabırla. Okşayıp beyaz gövdesini, başımı yaslayıp dinliyorum iç çekişlerini. Kendi sularıma çekildim ben de, uzak ve yalnız, istediğim gibi. Çok iyi dostum ben benimle çünkü.
Bir dosttur uzaklaşan bazen, istemsiz, rüzgârın akışına bırakıp kendini. Bitmez sohbetler yankılanıp durur yalnızlık kuyularında, karanlık gecenin tadı sessiz dostça fısıltılar. Bir şarkıdır bazen paylaşılan gecenin akışında yıldızlara doğru, kitap sözcükleri bitmemecesine, gülüşler akseder aynasında derin saatlerin. Birkaç damla gözyaşı birikir de yürekte, duyulmadan derin vadilerine sızar ruhun. Dokunmak ister parmaklar kalp kırıklarının uçlarına, kan karışır hüzün nehrine, dostlar, bilinmez hangi uzaklıklarda yitirilmiş. Bir şarkı yükselir kırıklardan sonra, “Bir Yalnızlık Ezgisi”, Hüsnü Arkan’dan, nasıl bir şarkıdır o, gençlik kokan buram buram, bitmeyen, galiba bitmeyecek bir “eşsiz ateş”. Evet, yüksek sesle tutmak ritmi, “Bizi yalnız özgürlük için, mutluluk için yarattılar”, özgürlük ve mutluluk, yan yana, öyle kardeşçe ve sevgiyle, bunun için varız. Yaşam, dostlarla, uzakta da olsalar, düşlerimizi düşleyen, kitapların büyülü dünyasında nefes alıp müziğin tutkulu coşkusunda yüreği ritim tutan. “Mevsim neyse esrimek”, kışın ürperten soğuğunu bir bardak bergamot kokulu çayın buğusunda, bir kitabın sonsuz açılımlı nefesinde ısıtmak. Islak caddelerde nilüferler gibi açan incir yapraklarında güzün bir tebessüm olup yerleşmesi dudaklarımızda, serin rüzgârlarına yaslanıp son yasemin kokularıyla arınmak. Doyasıya gün batımları, bir başına bir teknenin kızıl yansımaları, kuşlar kanat çırpar bitimsiz kıyılarında umutların.
Düşleri bile sonsuz neşe kaynağı, yaz, “yaşamak içindir bu cihan” diye kahkahaları duyulan masmavi yaz. “Suyun tadı” dolarken içimize eşsiz, güllük gülistandır her yanımız, denize sığınırız sırtımızı dayayıp güneşe. Kısa gecelerin ateşi, ay ışığı gezintileri, “Moonlight Drive”, The Doors, kapılar, gizemli ve çılgınca, aralanır, ağustosböceklerinin yoldaşlığında, uzun gecelerinde kışın sayıklamalarımız. Arıların son bulmayan aşk vızıltıları, antik şehrin bağrında uzanırken, “sevdalanmak içinse bahar.” Mahmut Çınar’la mavi bir İzmir rüyası sonra, “gel senle İzmir’e kaçalım”, İzmir hem bahar hem yaz, İzmir özgürlük, yaşam sevdası, deniz kokusu delice, düşler sığınağı, yürek ışığı, benlikte bitmez gülüşler nasıl da çıldırtıcı; “düşmem uçurumlardan”, çünkü buradasın, “geldin”, avuçlarımda hissediyorum, o güzel gönlünü. “Çimen Yaprakları”nın dost kucağına sığınmak sonra, Walt Whitman’la yan yana, tükenmez hazine, asla terk etmeyen, uzun süre aramasan da hiç küsmeyen, hep sarıp sarmalayan, karşılık beklemeyen sevgisiyle. Kendimizdeki saklı mücevheri bulup John Keats gibi, çevremizdeki herkesi kaybetsek de kendimizle dostluğumuzda bitmez bir huzur tatmak.
Neye sahipsek güzellik adına, önünü ardını düşünmeden, kucaklamak, o anı yaşamak, yudum yudum bu tatlı anları tatmak, işte yaşamak budur. Yaşam, bilmediğimiz ne parlak yollarla dolu, hangi kavşakta bir gökkuşağının önümüze çıkacağını, hangi bilinmez ufukta serin, düşsel yaşantıların olduğunu tahmin bile edemeyiz. Yürümek, yüreğimiz ışıltılı yağmurlarla dolu, yürümek, ileri, geçmişi ait olduğu yerde, ait olduklarıyla bırakıp yürümek. Paylaştığımız güzel anları kucaklamak, gece boyu yıldızlara ulaşan sohbetleri sarmak, yaşam önümüze aydınlık uçan halısını serdiğinde, galaksileri geçip sevgi ateşini taşımak gerek o içten gözlerden taşan. Yolculuklar bitti zannedildiğinde, düşler yoluna düşeriz yine bir de bakmışız ıssız gecelerde. Karanlığın tadı kucaklar benliğimizi ve geri dönüşü yoktur o şarkılar duyuldukça bağrımızda. Kendi kendimize de olsa söylenecektir o esrarlı türküler kaleden saklı da olsa mücevherler. Aç kollarını yaşama, “kiss, while your lips are still red”, Nightwish’in ardından gidip “öp, dudakların hala kırmızıyken”, hayatın dudaklarından, ilk tutkunun alevi sarsın benliğini.
Not: İngilizce yazılarımı artidelight.com linkinden takip edebilirsiniz.
1972 yılında İstanbul’da doğdum. Liseden sonra İngilizcemi geliştirme amacıyla bir yıllığına İngiltere’ye gittim. Döndükten sonra İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdim. Mezun olduktan sonra yurt dışı ve yurt içinde özel sektörde çalıştım. Küçüklüğümden itibaren amatör olarak şiir, deneme, öykü ve roman çalışmalarım oldu. Evli ve iki çocuk annesiyim. Kitap okumayı, müzik dinlemeyi, film izlemeyi, tiyatro, opera ve baleye gitmeyi, müze ve sanat galerilerini ziyaret etmeyi severim.