Sorularımı bu kez ressam Canan Çakır, Rafet Arslan, Aybala Yalçın, Ayşe Kapusuz ve Beriwan Doğan’a yönelttim.
Birgül Sevinçli: Şiddet toplumun her kesimine sirayet etmiş insanın da yaşadığımız çağın da en büyük problemi. Gücünü çoğu zaman iktidarlardan ve onların politikalarından alıyor. Psikolojik ya da fiziksel bir şiddet eyleminin faili olduğunu bildiğimiz birisi tarafından üretilen bir sanat eserine bunu öğrendiğimiz andan itibaren aynı yaklaşım içinde bulunabilir, aynı sempatiyi duyabilir miyiz?
Canan Çakır: Toplumsal cinsiyet eşitliğine bakışından, iktidarın kullandığı eril dile kadar failin psikolojik ve toplumsal gelişiminde politikaların ve iktidarın etkisini ve şiddetin toplum içinde nasıl sunulduğunu oldukça dikkatli bir şekilde değerlendirmeliyiz. Sanat eseri üzerinden faile ve şiddet eylemine yönelik herhangi bir sempati ya da şiddeti toplum içinde kabul görebilecek ve meşru kılabilecek yaklaşımlara da tepkimiz net ve toplumsal taleplerimiz dile getirilir olmalıdır. Sanat eseri ile olan ilişkimiz daha direkt ve bireyselken sanatçı ile kurduğumuz ilişki daha dolaylı ve toplumsaldır. Esere yönelik yapılacak estetik-eleştirel değerlendirmenin hayli teknik olduğu ve sanatçının kişiliğinin ve kendini var etme eylemlerinin bu eleştiri ile neredeyse hiç ilgisinin olmadığı söylenebilir. Eserin ve sanatçısının yolları da yolculukları da birbirinden ayrıdır. Öyle ki eserin gücü sanki bir parça da yaratıcısından ayrı oluşundadır. Bir şiddet eyleminin faili durumundaki sanatçısına eğer duyuyorsam eski sempatiyi duyabileceğimi düşünmezken eserin bu tavırdan ayrı tutulması gerektiğini düşünüyorum.
Rafet Arslan: Bu şekilde sorulduğunda konu çok spesifikeşme riskini de taşır. Çünkü çok istisnai olasılıkları saymazsak dünya üzerindeki her bireyin, hayatının bir aşamasında şiddetin faali olduğunu düşünüyorum. İçinde yaşadığımız dünya sorunlu bir dünyadır ve her birey bunun içeresindedir. Sorun her bireyin bir farkındalık yaşayıp sebebi olduğu duygusal, psikolojik ya da fiziksel şiddetle hesaplaşmasını ve yaşamını şiddetten ayırmasını önemserim. Ki her büyük sanat eserinde de bu etik sorgulamanın izleri bulunabilir. Bu süreci yaşamamış sosyopat vb. kişiler de sanat ve hatta iyi sanat üretebilir. Bu noktada yazar, sanatçı, müzisyen her kimse ben idealleştirmeye karşıyım. Yaratıcısı ile eseri ayırırım. Tabii bu yargının da bir sınırı bulunur: İnsanlık suçları.
Aybala Yalçın: Tek başına şiddetin büyük bir indikasyon olduğunu düşünmüyorum. Şiddetin politize olduğu kısımda işin rengi değişmeye başlıyor. Ürettiği sanat eserinden bizi uzaklaştıracak en önemli etken, zemin bulduğu politik çehresidir. Politize değilse bir şiddet türü, sempati beslediğim sanatçı ve onun ürettiği sanat eseri her zaman yumuşak karnıma ulaşabilmektedir. Bu noktada açıklamaları kabul etmeye ve görmezden gelmeye daha yatkın olduğumuzu düşünüyorum. Yine de çok zor bir soruyla karşı karşıya olduğumu biliyorum. Bunun net bir cevabını vermeye çalışsam da olmadığı açıkça ortada. Eylemin tarihselliğini ve eylemin kimler tarafından yankılandırıldığını ele almadan edemiyorum. Bir yandan da tecavüzün makul görüldüğü zamanlardan bu zaman geldiğimizde bir şiddet eyleminden kurtulan sevdiğimiz insanların olabileceğini bilerek bunun engelleme yollarını bulmak istiyorum. Bu arayış içinde de fail olan sanatçı için en ufak bir sempati hissetmiyorum. Sanat eseri de umurumda olmuyor.
Ayşe Kapusuz: Şiddet, nefsi müdafaa dışında hiçbir koşulda kabul edilemez. İnsan olabilmenin temel gereklerinden biri de şiddetin sonuna kadar karşısında durmaktır bana göre. Dolayısıyla bu sorunun hiç kolay bir cevabı yok. Hayat içerisinde, beğenilerimizi oluştururken okuduklarımız, gördüklerimiz deneyimlerimizle oluşturduğumuz etik değerlerimiz üzerinden genel bir görüş ve bakış açısı geliştiririz. Beğenilerimiz de bunlarla birlikte şekillenir. İşin aslı, bizler sanat eserleriyle karşılaşmalarımızda, onu üreten kişiden ayrı bir bağ kurar ve geliştiririz. İlk anda estetik ölçülerle değerlendirebilir, işin söylediği sözden çok etkilenebiliriz veya hiç etkilenmeyebiliriz. İkinci aşamada hakkında araştırmalar yaparak edindiğimiz bilgilerle kurduğumuz “yakınlığı” artırabiliriz.
Etkilenmek, gönül bağının ilk ilmeği gibi zaten, gerisi siz çok zorlamadan geliyor. Sanatçısını tanıdıkça resme olan sempatimiz ve inancımız da artabilir veya azalabilir. Ancak, bu artış ve azalışlar, resmin estetik değerini artırmaz veya değerinden bir şey kaybettirmez, o başka bir değerlendirme alanı ve kişiye duyulan yakınlıkla aynı kulvarlarda yüzmez.
Esere olan inancımız ve sempatimiz, sanatçısının işiyle olan derin bağına, sanatsal birikimine şahit olduğumuz için artabilir. En nihayetinde, eseri satın alarak veya almasak da o imajla derinden yakınlık kurarak, çevremizle tanıştırarak eserin sanatçısına destek olmak isteyebiliriz. Çok sevilen bir esere duyulan hisler bütünü, bir anda oluşmaz, dolayısıyla ve bu durumun bir sonucu olarak da bir anda dışlanabilmeleri gerçek anlamda pek mümkün değil, bana göre. Sırf yatırım olsun diye, bir kere bakmadan, danışmanına resim aldıran insanların tutumlarıyla karıştırmayalım hislerin gücünü. Hayatın doğal giden bir akışı var ve sizin bu akış içerisinde, eserin estetik değerlerinden büyülenerek başlayan ve ilmek ilmek örülen bağınız, zaman içinde sağlamlaşır, anılarınızla birleşip sonradan bozulması güç bir hâl alır, “sevmemeliyim” diyemeyecek kadar ayrı bir yerden yakınlık kurmuşsunuzdur. Diyelim ki, resimle henüz bir alaka geliştirecek kadar temasa geçme fırsatı olmadan bu mevzuyu öğrenip resme tekrar baktınız, eserle etkileşiminizin en başında doğal akışı kesen etik değerlerinizin durdurulamaz gücü sizin resme olan beğeninizi yükseltemeden bitirebilir. Ama bu, estetik ölçülerden bağımsız, öznel duygularla bir etkiye karşı geliştirilmiş, bu anlamda bir nevi pusulasız geçilen yollardan eserden değil, sanatçısı üzerinden vardığınız bir sonuç olur.
Bu soruya yanıt ararken bir de şöyle düşünelim: Kendisine, kişiliğine çok hayran olduğunuz bir sanatçı kapı komşunuz var ve kendisi suçlar bazında sonuna kadar masum bir kişi. Bir gün ilk kez onun resimleriyle karşılaştınız ve diyelim ki içten içe beğenmediniz. Hadi diyelim çok ıkındınız sevmek için, o da anlattı biraz fakat içine giremediniz. Siz daha tepki vermeden üstüne bir de resim hediye etti sağ olsun heyecanla, haydi bakalım! Bu noktada, vicdani sorgulamalar, oturmuş estetik görüşünüz ve sanatçının kişiliğinin sizde bıraktığı olumlu etki arasında yaşadığınız gelgitlerle kıvranmanız ve bir bardak su isteyerek düşünmek için zaman kazanma çabasında olmanız çok normaldir. İnsani özelliklerinden ötürü sevdiğiniz komşunuzun işlerini, gerçekte ondan ayrı değerlendirmekte olduğunuzun sağlaması olarak görebilirsiniz, ilk anki tepkinizi.
Vicdan ağır basınca, kibarlık olsun diye söylediğiniz sözleri saymayalım. Bir resme baktığınızda size ulaşır ya da ulaşmaz. Diğer taraftan, x kişi de şiddet uygulamış, sizin sonuna kadar karşı olduğunuz eylemleri fütursuzca gerçekleştirmiş bir sanatçının işine baktığında, onu beğenebilir. Eğer kendi etik değerlerine ters düşen bir söylemi olmadığını düşünüyorsa yakınlık kurabilir fakat kurduğu yakınlık kişinin kendisiyle değil, resmiyledir. Bu yüzden kişi kendini suçlamamalı veya kendisine suçlayarak bakılmamalıdır.
Beriwan Doğan: Kuşkusuz kötü bir iklimin içinde yaşıyoruz. Kötülük de kısaca şiddet diye adlandırılıyor. Tamam, buna şiddet diyelim ama kötülükse eğer mesele bunu henüz konuşmaya başladığımızı düşünmüyorum. Evet, tamamıyla kuşatılmış durumdayız. İktidarların katkısıyla normalleştirilmiş bir kötülükle baş başayız. Böyle bir ortamda yaşamak çok zor ve korkunç. Bir kadın olarak her gün öldürülen kadınların olduğu bir ülkede, yaşamın bütün ağırlığını üzerimde hissediyorum. İstanbul Sözleşmesi’nin imzalanmış ama uygulanmıyor olması da hukukun işlemeyişi de cezasızlık politikası da ve birçok şey buna sebep. Bitmeyecek bir durummuş gibi hissediyor insan çoğu zaman. Ama işte direnen kadınlar da var. Ve biliyorum ki tek bir kadın, birçok şeyi değiştirebilir. Geçen yılın sonuna yaklaşırken “uykularınız kaçsın” hareketi başladı mesela. Kadınlar bu hareket ile yan yana ve dayanışma içinde olduklarını bir kez daha göstermiş oldu. Sorduğunuz soruya cevap vermek zor olsa da bunu düşünmeye değer. Sanatçı ve eserini ayrı değerlendirenler çokça var. Tabii ki isteyen, istediğini düşünebilir. Bu olayda beni düşündüren şey şu, şiddetin yaygınlığına bir de kolektif yargılamaların eklenmesi.
Birgül Sevinçli: Sanat eserlerini onları ortaya koyanlardan bağımsız değerlendirebilir miyiz?
Canan Çakır: Değerlendirebilmeliyiz, aksi sanat eserlerinin ortaya konulduktan sonra da onları ortaya koyanların bir uzantısı olarak varlık sürdürdüğünü kabul ettiğimiz anlamına gelebilir ve bu ön kabul sanat eserini sanatçısının propaganda aygıtına indirgeyen bir yaklaşım olabilir. Eserin kendi söyleminin, disiplin içinde kendi varoluşunun olmadığını kabul etmek gibi bir nevi. Pek çok nedenle çoğu kez kişilik özellikleri ile ilişkilendirilebilecek davranışları bağlamında, çevresi ile olan ilişkilerinin olumsuz yönlerini bildiğim ve eserlerini değerlendirirken onları ve bu davranış biçimlerini neredeyse hiç düşünmediğim pek çok sanatçı ve eseri var. Bunun anlamı eseri ortaya koyanın “olumsuz” davranışlarını olumladığım değil elbette ama eseri kesinlikle bağımsız değerlendiririm. Eseri bağımsız değerlendirmemek eseri itibarsızlaştırmak ve ona uygulanacak sansür bizi esere yönelik şiddet gibi başka bir şiddet kavramı ile karşı karşıya getirebilir.
Rafet Arslan: Ben değerlendirebilirim. Ama bunun da bir sınırı vardır, toplama kampı faali bir sanatçı olamaz.
Aybala Yalçın: Elbette ayırabiliriz. Sanatçıyı var eden fiziksel ve düşünsel unsur her zaman zamanın kendisiyle değişen şeylerdir. Değişimin hayatın temel parçası olduğunu bilmek, bunu kabullenmek çok önemli. Bir sanatçıya sadece yaptığı eserlerle bakmak büyük bir haksızlık. Bir insanı sadece sanatçı kimliğiyle ele almak da yetersiz ve o kişiyi varoluşu içerisinde arafta bırakabilecek bir tanımlama. Bu yüzden sanat eseriyle sanatçıyı bir tutamayız. Eser, artık üreten kişiden çıkıp gören herkesin yeniden hissine ve yorumuna açık hâliyle dönüşüm içinde olacaktır. İlk günden son güne kadar bambaşka şekillere dönüşecektir. Şimdiki zaman çok kısıtlayıcı bir bakış açısını beraberinde getiriyor. Bir sanat eseriyle sanatçının her zaman aynı ruha sahip olmadığını düşünüyorum. Bu ikisini birbirinin içine sokmak, sanat eserini yok etmemize neden olacaktır.
Ayşe Kapusuz: İyi sanatçı olmak, “teknik açıdan”, iyi kalpli sanatçı olmayı gerektirmediği gibi, iyi kalpli sanatçı olmanın da bir resmin tekniğine olumlu olumsuz katkısı yoktur. Bağımsız değerlendirmenin mantıklı olduğunu düşünürüm. Zaten, bizzat eserin alt metninde etik arazlar bulursam yaptığı iş zaten beni etkilemez ve ilk andan itibaren bağ kuramam, istediği kadar estetik ölçülerime uygun olsun beni çok rahatsız eden bir “koku” gelir eserden. Çocuğunuza okuması için verdiğiniz çocuk kitabında şiddeti özendiren cümleler görmek istemezsiniz elbette. Ancak, bir sanat eserinin konu içeriğinde şiddet olabilir. Bu, sanatçısının şiddet suçu işlediği anlamına gelmez mesela. Toplum, bu konuyla o kadar dolmuş taşmış ki bazı eserlere sözel linç girişiminde bulunulmasına şahit olabiliyorum. Bu ikisi ayrı konulardır. Yani çok ustaca şiddet faili suçu işlemiş bir karakteri sadece canlandıran fakat gerçek hayatta bu anlamda masum olan bir oyuncuyu yolda görüp dövmeye çalışmak ne kadar saçmaysa, şiddet ögeleri barındırabilen fakat şiddeti önermeyen bir esere tükaka demek de aynı oranda saçmadır. Tarihte büyük ustaların birçoğu bu ögeleri, kurguladıkları kompozisyonlarda kullanmıştır ve her biri önemli, değerli eserlerdir. Ancak günlük hayat başkadır, asla ve kata şiddet suçunu kaldırmaz. Bir topluluk içerisinde böyle yaşayarak barınamazsınız. Bu açık ve net bir çizgidir, ayrımdır. Toplum sizi bir şekilde kusar ve size sırtını döner… Gerçek anlamda suçluluğunuz ortaya çıktıktan sonra cezanızı çekmelisinizdir. İş bu kişinin kitabını okuyup okumamaya gelince liseden beri, hayatımın belli dönemlerinde ara ara açıp okuduğum dolayısıyla çok sevdiğim bir kitabın bana kattıklarına, o günden bugüne beslediğim sevgiye, o eserin hayatıma verdiği bir nevi emeğe sırtımı dönüp bir kalemde silebileceğimi sanmıyorum. Her ne olursa olsun ayrı değerlendirmek için çaba sarf ederim.
Öte yandan, Banksy gibi politik sözü olan adamların ürettiği işin estetik kalitesinden çok, işinin söylediği sözlere vurulduğumuz bir gerçek. Malzeme olarak duruşunu kullanan sanatçılar var. Sadece estetik ölçülerle değil, sözleriyle de bizi etkileyen sanatçılar. Bu insanlar bir gün şiddet suçu işlerse kendilerine “Kardeşim bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?” der miyiz? Deriz. Benim bu tarz işlere güvenim kalmaz, mesela, en merkezdeki, temeldeki, en iddialı olduğu malzemeyi yok edince, geriye elle tutulur pek bir şey kalmayacaktır. Ne sağlam bir kurgu ne hoş bir seda…
Beriwan Doğan: Eseri tabii ki onu yapandan ayıramayız. İnsan yaptığı şeydir. Yani yaptığı her şeyden geçip giden bir varlıktır o. Bence buna bir de şunu eklemek gerekir: İnsan yaptığı şey değildir de! Bu da şu demek, analiz veya yargı gücünün elini uzatmaması gereken sınırları da vardır insanın. Aslında yapıt denen şey son tahlilde “onu yapanın” olduğundan karakteristiktir, daima onu ortaya koyar. Hepimizin sevdiği kitaplar, müzikler, filmler, resimler vs. var. Bu eserleri üretenleri bilmek isteriz. Bu bilme arzusunu, sanatçının hayatıyla ilgili her şeyi bilme arzusu olarak söylemiyorum kesinlikle. Ama eserle sanatçı arasında bir bağ kurma isteğinin merakı kadar.
Birgül Sevinçli: Bu konu hakkında etik, ahlak gibi kavramlar üzerinden ilkesel bir karar alma zorunluluğu hisseder miyiz?
Canan Çakır: Etik ve ahlak kavramları zaman zaman daralarak sadece kavramsal varlıkları ile bile bir tehdide dönüşebilmekte. Eserin dışında sanatçı ile kurduğumuz, kuracağımız ilişki özelinde bireyin toplumsal pratiklerini üreten psikolojik yapısında mevcut toplumun ve politikalarının da rolünü yadsımadan tartışmak ve belki her seferinde tartışmak şiddet eylemlerinin tekrarlanmasının önüne geçmek için ilkesel bir tavır olabilir. Faili övmeyen, şiddet eylemini kabul edilebilir ve meşru kılmayacak yaklaşımların yanı sıra eseri yaratıcısının eylemlerinden bağımsız düşünmek konu hakkında verilecek tepkilerin toplumsal bir linç eylemine dönüşmesine engel olacak ilkesel sınırlardan biri olabilir.
Rafet Arslan: İnsan türünün tarihine bakarsak ahlak kavramı genelde ahlaksızlık inşasında kullanılmış gözüküyor. Bu açıdan genel ahlaka karşı bireysel etikten yanayım.
Aybala Yalçın: Etik ve ahlak dediğimiz şeylerin, bütün göstergelerin ne kadar değişken ve rastgele olduğunu bilmek, karar alma zorluğunu beraberinde getiriyor. İnsandan insana, toplumdan topluma çağlar boyunca değişen iki kavramdan bahsediyoruz. Keskin kararlar almak bir inanışa köle olmaktan başka bir şey değil. Yine de bireyin kaçınamadığı, doğum ve ölüm arasında oluşturduğu bazı kitschler var. Kaçınabilmeye çalışsak da şiddet karşısında bir tavır alma ihtiyacını beraberinde getiriyor. Empati seviyesi yüksek olan hayvanlar olarak hayatta kalanlar yerine kendimizi koyarak şiddet eylemlerinin ne kadar kötü olduğuna karar veriyoruz. Zira gündelik hayatta bu tür kodlara ihtiyacımız var. Her şeyi yeniden tanımlamaya çalışarak harcanacak zihinsel enerji bizi hareket etmekten alıkoyacaktır. Hareketsiz bir yaşam yerine kolay karar verebilmeyi çoğunlukla tercih ediyoruz.
Ayşe Kapusuz: Zorunluluk değil de başka türlüsünü yapamayacak kadar sorumluluk duygusuyla dolma hâli olarak nitelemeyi tercih ederim ben. Evet, yaşam haklarına saygı duyan, böylesi güçlü toplumsal yumuşak karnımız olan mevzularda insanlar, bir tavır sergileme ihtiyacı duyabilir ve kişisel görüşüm çok anlaşılır bir eylem olur, sınırlar aşılmadığı sürece(!). Aslına bakılırsa işlediği suçu öğrendiğiniz sanatçının eserine olan sempatinizin değişip değişmeyeceği size kalmıştır. Önemli olan, o sempatiyi besleyemeseniz de nasıl bir duruş sergileyeceğinizdir.
Bu aşamada, psikolojik veya fiziksel şiddet faili sanatçının eserini almaya devam ederek yaşıyorsa ona para kazandırmak dolayısıyla tutumunu doğru bulmadığınız kişinin ekmeğine yağ sürmüş olma potansiyelini de yok sayamayız… Satın almamayı tercih etmek de anlaşılabilir bir tutumdur. Bu aşamada vicdan ve resme olan beğeniniz arasında yaşadığınız ikilemler, kafanızda gidip gelirken zorlamayla duygu geliştirilemeyeceğinin veya duyguyu dönüştüremeyeceğinizi eskiden olduğu gibi hissedemeyeceğinizi düşünüyorsanız, şiddet görmüş insanlara saygınızdan, resmi asılı olduğu duvardan kaldırmak isteyebilir ve/veya elinizden çıkarabilirsiniz, bunların hepsi anlaşılabilir ve beklenen tepkilerdir. Başka bir duruş sergilemek isterseniz de düşüncelerinizi, belki resmin yanına iliştirdiğiniz bir notta sosyal ve online ortamlarda, neden elinizden çıkardığınızı paylaşabilir ve/veya kendisiyle iletişiminiz varsa kesebilirsiniz. Bunlar da yine tercihtir. Fakat bunun tam tersi bir tavır olarak bahsi geçen resmi yok etmek isteyecek onlarca insan gözlemledim ve benim bilmediğim binlercesi var eminim dışarıda. İşte bu, faşizmin bir başka türüdür bana göre.
Şiddeti şiddetle kırmaya çalışmanın yıkıcı sonuçlarından, hepimiz haberdarızdır eminim. Resmi yapan kişi, yüzlerce insanı katletmiş bile olsa, öfkemiz algılamamızı engellese de gerçek şu ki, eserlerin onları yok etmenize, zarar vermenize sebep olabilecek bir suçu yoktur. Sanatsal bir üretim, dünyada bir zaman yaşamış veya yaşamakta olan kanlı canlı bir insanın olumlu olumsuz duyguları ve mantığından süzülüp ve bir düzleme dökülmüş öznel bakışının bir yansıması, yaşamının gerçeklerinin bir kanıtı niteliğinde belge, dokümandır ve bu açıdan da bakılabilir. Resme saygı duymak, o resmi yapan sanatçının suçlarını bağışlamak anlamına gelmez. Dünyada maalesef sadece “iyilik” yok, “kötülük” de var. Bu iki gerçekten birini tasvip etmiyoruz diye onu yadsıyamaz, görmezden gelmeye çalışamaz ya da onu yok etmek için aynı şiddeti kullanamayız. Şiddet suçu işlemiş sanatçı kişiye zerre inancınız olmayabilir. Fakat resmine sizden minimumda beklenen saygıyı duyarak ona zarar vermemeyi tercih etmek sizi insanlık çerçevesinin içinde tutar.
Sahipleri suçlu olsalar bile eserleri, eninde sonunda milyonlarca insan içinde tek bir insanın gerçekliğinin belgesi olarak varlarsa, suçsuzluk karinesinden ilhamla şunu söyleyebilirim: Eserler, aksi kanıtlanana kadar, masumdur. Yani estetik teknik açıdan değerlendirilip söyleminin içeriğine bakılarak bir sonuca varılır, sanatçısı suç işlemiş mi sorusundan hareketle mantıksal bir cevap alınamaz. Bu, belki bazı görüşlere göre fazla ruhsuz kaçabilir ancak gerçekler ve akıl bunu söyler.
Bu konular üzerine herkes gibi ben de zaman içinde belirli değerlendirmeler yaparak bir görüş yapılandırmış olsam da, sorular önüme geldiğinde, kendi değerlerimle çeliştiğim noktalar oldu ve sorular düşüncelerimi daha da derinleştirmeme, farklı açılardan bakabilmeme destek oldu, bunun için bizzat sana teşekkür ederim. Dünyada kötüye giden birçok şeyin, her bir kişinin bunun gibi sorular üzerine biraz zaman ayırıp düşünmesiyle olumlu yönde değişebileceğine her zaman inandım.
Unutmayalım ki şu anda görmediğiniz bir yerlerde birileri, birilerine şiddet uyguluyor ve bunu gizli tutmayı başarabilen çok insan var maalesef ve sanatçı olanlarının ürettiği işlere, bu durumdan bihaber olsanız da için için bayılmaya devam etmekte olabilirsiniz…
Sizin bu insanların üretimini “aslında işlenen suçların farkında olmadığınızdan dolayı” destekliyor olmanız detayı, en fazla sizin vicdanınızı rahatlatır, finansal desteği gerçekte vermediğiniz anlamına gelmez. Bu anlamda zaten mayın tarlası gibi bir dönemde yaşadığımızı unutmayalım. Toplumsal bütünlüğü korumanın, şiddet olaylarının önüne geçebilmenin, insanların dışarıda güven içerisinde yaşayabilmelerini sağlamanın bir yolu uzun vadede, çocukluktan itibaren doğru eğitimi her çocuğa verebilmekten geçiyor. Ayrıca, ülkelerin adalet sistemini olumlu yönde geliştirmeleri, ona işlerlik kazandırmaları şarttır. Ve her durumda eşit derecede vicdanlı davranmayı öğrenebilmek, mühim…
Beriwan Doğan: Daha önce söylediğim gibi ortada kötülüğün yaygınlığı ve buna dair bir iklim var. Prensipler bizi yağmurdan veya çamurdan nasıl korumuyorsa burada da işe yaramaz. Eğer bir etik çalışma olacaksa bunu yargı gücüne taviz vermeden yapabilmeliyiz. Bunu da zayıf tepkilerle değil, gücümüzü kullanarak yapabiliriz. Bu güç de herhangi bir şey düşünmekle herhangi bir şey yapmak arasındaki gerilimden doğan aşktır. Tabii ki kötülüğün her formuna karşı bir tutum belirlemeliyiz. Ama önce gündelik dilin kırılganlığına karşı daha korunaklı olmalıyız. Artık her sözcük ağzımızdan anlamıyla dışarı çıkmıyor. Kanaatler her şeyi daha da zorlaştırıyor. Alain Badiou demişti, bu kanaatler doğru ve yanlışın altındadır ne doğru ne de yanlışı barındırlar, tek özellikleri iletilebilir olmaları. İşte buna iletişim çağı diyoruz. Bir şeyi ilettiniz mi yerini buluyor. Ne doğru ne de yanlış. Başa dönersek, evet etik bir tutum almalıyız, bize sadece bir yağmurluk gerekiyor.
Birgül Sevinçli: Sanat eserini üreten kişinin yani failin ölmüş olması ile bugün hayatta olması konuyu değerlendirmede davranış ve düşünüş farkı yaratır mı?
Canan Çakır: Şiddetin toplumsal kabul sınırlarında zaman içinde ve farklı toplumlarda kısmi değişiklikler olası. Bugün bizim kabul edilemez bir şiddet eylemi olarak kabul ettiğimiz bir eylemin geçmişte daha kabul sınırları içinde gerçekleşmiş olması fail lehine bir davranış ve düşünüş farklılığı sağlamış, sağlıyor olabilir. Diğer yandan unutuşun hızı bu farkın görünürlüğünü elbette artıracaktır ve konuya bağlı olarak davranış ve düşüncelerin tepkisel şiddetinde de fark olacaktır ama bugünün kitle iletişiminin muazzam hızı düşünüldüğünde sanırım ölü bir fail olmak, yaşayan bir fail olmaktan yine de daha kolay olmalı.
Rafet Arslan: Her tarihsel dönemin kendi yargıları içinde ele almak zorundayız. Bu manada yaşayan ve ölen arasında bazı etik farklılıklar olacaktır.
Aybala Yalçın: İyi anlamda da kötü anlamda da yaratıyor. Özellikle bazı sanat formları için daha da baskın oluyor. Ne kadar da gerontokrasiden etkilenmemeye çalışsak da bir önceki zamanların estetik formları şimdiki zamana sirayet ediyor. Bu etkiden dolayı da ölmüş sanatçıyı ve eserlerini de yeniden cilalıyor. Yine de failin eyleminin güzellemesini yapamayız. Dönemin şartları yorumuyla da işin içinden çoğu kez kolayca çıkabiliyoruz. Anın vermiş olduğu kızgınlıkla içinde bulunduğumuz zamanda ilk tepkiler bir süre sonra norma dönüşmeye meyilli. Bizim geçmiş için takındığımız tavrın aynısını yüzyıllar sonra başka insanların bizim fikirlerimize karşı takınmaması için de bir neden göremiyorum.
Ayşe Kapusuz: Bu bakış açısıyla yaratmaz. Sanatçı, öldükten sonra eserin estetik değerine katkı sağlayacak veya değerinden düşürecek bir müdahalede bulunamayacağı için estetik açıdan da yaratmayacaktır.
Beriwan Doğan: Şiddeti uygulayan sanatçının hayatta olmaması konu ile ilgili düşüncelerimi değiştirmiyor. Camille Claudel’in hayat hikâyesini okuduktan sonra Rodin’e büyük öfke duyduğumu hatırlıyorum. Bu öfke hâlâ geçerli. Kadınlar yüzyıllardır aynı şeyleri yaşıyorlar maalesef. Ama artık daha başka her şey. Daha fazla kadın yaşamın her alanında üretmeye çabalıyor. Ve kendi adıma bu çabanın eşsizliği güç veriyor bana. İstiyorum ki kadınlar bir şeyler yapmak istediklerinde veya bir kaçışı gerçekleştirmek istediklerinde hiç beklemesinler, çünkü beklemek demek zamana bırakmak demek ve bu da hiç gelmeyecek bir zamanın kesinkes algısıdır. Çiçeklenmek ve yeşillenmek için beklemeye zamanımız yok.
Anadolu Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünden mezun oldu. Boğaziçi Üniversitesi’nde İnsan Kaynakları okudu. Uzun yıllar çok uluslu şirketlerin Lojistik ve Finans birimlerinde üst düzey yöneticilik yaptı. Halen kurumsal firmalara danışmanlık yapıyor. Birçok STK’da gönüllü olarak çalıştı, bireysel yardım projeleri aktif olarak devam ediyor. Yollar, kitaplar ve fotoğraf en büyük tutkusu. İlk kişisel fotoğraf sergisini 2018 yılında açtı. Kafalar Hep Karışık projesinde yer almaktan mutluluk duyuyor. Şiire, yollara, çocuklara ve gelecek güzel günlere inanıyor. Çizdiğini yazdığını kendine saklıyor. Okuyor, okuyor okuyor…