Sorularımı tiyatro sanatçısı Arif Pişkin’e, senarist Meriç Demiray ve yönetmen Sezer Bildiren’e yönelttim.
Birgül Sevinçli: Şiddet toplumun her kesimine sirayet etmiş insanın da yaşadığımız çağın da en büyük problemi. Gücünü çoğu zaman iktidarlardan ve onların politikalarından alıyor. Psikolojik ya da fiziksel bir şiddet eyleminin faili olduğunu bildiğimiz birisi tarafından üretilen bir sanat eserine bunu öğrendiğimiz andan itibaren aynı yaklaşım içinde bulunabilir, aynı sempatiyi duyabilir miyiz?
Sezer Bildiren: Ben insanım ve insana dair hiçbir şeye yabancı kalamam der, Romalı yazar Terence. İyilik de kötülük de insana özgüdür. Bugün hem aile içerisinde hem de kamusal alanda giderek artan şiddeti ve yıkıcı tavrı durdurabilmenin en iyi yolu aslında onu iyi kavrayabilmekten geçer. Yani beslendiği kaynağı keşfetmek ve kesebilmek. İçinde yaşadığım toplumda ve dünyada bunları duymak beni üzüyor ve korkutuyor. Bunun için bir şeyler yapmak istiyor vicdanım. Fakat ben bir hâkim değilim. Onları yargılayamam. Cezalandıramam. Toplumun vicdanını tatmin etmek benim görevim değil. Ama sanat yolunda ilerleyen bir insan olarak buradan çıkarabilecek tek ödevim bunu gündeme getirmek ve sanatımla bunu tartışmak olur. Gelelim soruya. Katil bir babanın evladına nasıl bakarsınız? Sizce o da bir potansiyel katil midir? Böyle bir ihtimal söz konusu olabilir. Fakat ben bunu anlamadan bu konuda o çocuğu nasıl yargılayabilirim? O babasıyla hem alakalıdır hem alakasız. Katil de olabilir, olamayadabilir. Sanat eseri de böyle. Yıkıcı bir insan tarafından vücut bulmuş olabilir ama sırf o yarattı diye o da salt kötücül müdür? Adolf Hitler bir ressamdır. Yaptığı resimlere bakarsanız içiniz açılır. Doğayla ve estetikle karşılaşırsınız. Tuvaller üzerinde yarattığı o ferah dünyayı, üzerinden geçtiği coğrafyalarda bulamazsınız. İşin özü bir bilim insanıyla, bir sanatçının bu duruma bakışı sıradan bir insanın bakışından farklı olmalıdır ve onun bu bakışı da öylesine kabaca yargılanmamalıdır.
Arif Pişkin: Bir sanat eserinin yaratıcısının gerçek hayatı ile ortaya çıkarttığı eser ilişkisini çok sorgulamazdım. Ortaya çıkan sanat eserini değerlendirmeyi tercih ederdim. Çelişki. Kendi adıma çünkü tam burada büyük bir çelişki içine düşüyorum. Evet, sanatçının gerçek hayatta yaşadığı şey eseriyle alakalı değildir. Ama sanatçının yaptıkları? (gerçek hayatta yaptıkları)
Örnekler o kadar çok var ki.
Meriç Demiray: Ben kişisel olarak aynı sempatiyi gösteremem ama gerçek şu ki bazen sanat eserinin gücü, kişiye duyduğumuz antipatinin üzerine çıkabilir. Bu durumda içsel bir görmezden gelme mekanizması devreye girmeye başlar ve söz konusu olayın yapıldığı zamanı, ne kadar planlı, ne kadar spontane olduğunu ya da şiddetini düşünürken, -hiçbir zaman ilişkimiz eskisi gibi olmayacaksa da- zaman zaman fail sanatçıyı anlamaya çalışırken bulabiliriz kendimizi.
Birgül Sevinçli: Sanat eserlerini onları ortaya koyanlardan bağımsız değerlendirebilir miyiz?
Sezer Bildiren: Bunu yapabilmek elbette mümkün. Bu kuramsal bir yaklaşım meselesidir. Fakat bunu yaptığımızda bence önemli noktaları da kaçırmış oluruz. Sanatın herhangi bir alanında eser ortaya koyan insanlar genelde bu davranışı kendilerini ifade etmek ve bir iz bırakmak amacıyla yaparlar. Bilinçli ya da bilinçsiz bu süreç istisnasız öyle ilerler. İşte tam da bu sebepten dolayı bir sanat eserini sanatçısından bağımsız değerlendirmek eksik bir değerlendirme olur.
Arif Pişkin: Değerlendirmemiz gerekir.
Çelişki 2.
İçim “bağımsız” değerlendirmeli derken aklım “hayır” diyor.
Meriç Demiray: Bu mümkün değil tabii ki ama eseri ortaya koyanın, eseri değerlendirmede tartıştığımız kadar önemli olduğunu da düşünmüyorum. Sanat yapıtı tamamlandığı an onu üretenden ayrılır ve kendi yolculuğuna çıkar. Bu yolculuk onunla ilişki kuran her tüketiciyle yeniden başlayan, yeniden tamamlanan, beynin içindeki sinapslar gibi dallanıp budaklanan, takibi imkânsız, karmaşık bir ilişkidir. Bu büyük ilişkilenme ağında üreten kişi bir yerden sonra görünmez olur ve kaybolur. Eseri üreten kişi, eserin ortaya çıkış şartlarını anlamamıza yaramak için önemlidir daha çok. Bir de benzer üretimlerini takip edebilmemiz için.
Birgül Sevinçli: Bu konu hakkında etik, ahlak gibi kavramlar üzerinden ilkesel bir karar alma zorunluluğu hisseder miyiz?
Sezer Bildiren: Bir çatışma yaşadığımız kesindir. Yıllar yılı takip ettiğim, eserlerini izlediğim bir sanatçı bir gün bir suç işler ve çatışma başlar. O sanatçının artık benim hayatımda yeri olacak mı? Onun yaptığı bir işi tüketecek miyim yoksa ret mi edeceğim? Sosyal yaşamda toplumun bir üyesi olarak aldığım roller ve referans aldığım ahlak anlayışı beni buna yönlendirebilir fakat ilk soruda dediğim gibi bir ayrımın farkında olmak gerekir. O yüzden böyle bir zorunluluk hissedebilirsiniz ama böyle bir karar almak zorunda değilsinizdir.
Arif Pişkin: Toplumsal ahlak normlarını hiç önemsemem. Kimin kimle beraber olduğu ya da cinsel, dinsel yönelimleri…
Ama şiddet bence hepsinin üstünde gelir. Hiçbir kutsal kitaba bağlı kalmadan karar alınabilir. Evet. Sanatsal etik mi bunun adı bilmiyorum.
Çelişki 3.
Sadece insani bir duygu benimki.
Meriç Demiray: Bizim sinema-televizyon sektöründe son yıllarda bolca tartıştığımız bir konu bu. Geçen gün, Instagram’a bu faillerden biriyle çok eski bir fotoğrafımı koydum ve bir arkadaşım mesajla “Bunu keşke yapmasaydın,” dedi. Ben de ona “Konuş Onunla” filminin bale hocasının cümlesiyle yanıt verdim: “Hayatta hiçbir şey basit değildir.” Şiddet failine net ve “amasız” tavır almamız ne kadar elzemse, ilgili kişiyi kör bir kuyunun dibine atıp onu sonsuza kadar unutmak kolaycılığı yerine “bir bebekten canavar yaratabilen” sistemi anlamak için çaba sarf etmek, mücadelenin odağına bu kısmı almak daha doğru, daha barışçıl olabilir.
Birgül Sevinçli: Sanat eserini üreten kişinin yani failin ölmüş olması ile bugün hayatta olması konuyu değerlendirmede davranış ve düşünüş farkı yaratır mı?
Sezer Bildiren: Ölmüş bir insanla hesaplaşamazsınız. Fakat yaşayan bir fail için durum böyle değildir. Toplum bir noktada kurallarını çiğneyen bir üyesini cezalandırmak ister. Fakat bugün bu görev devlete aittir. Onu devlet cezalandırır. Toplum ise bununla yetinmez, onu dışlayarak yine cezalandırmaya çalışır. Bu gayet doğal bir tepkidir. Ama aynı devlet suçluyu cezasını çektikten sonra topluma kazandırmaya çalışır. O yüzden bir fark elbette yaratır.
Arif Pişkin: Hayır, yaratmaz. Sanat eseri sonsuza kadar yaşar. Evet. Ama sanat yaratıcısının bu dünyadaki devri tamamlanmış olabilir. Bunun bir önemi yok.
Çelişki 4
Zaten beni çelişkiler yumağına götüren yaşayanlar değil, ölüler.
Meriç Demiray: Benim kişisel değerlendirmemde yaşamış, ölmüş olmasından çok, “zamanın ruhu” fark yaratır. Eskiden şiddet daha günlük, sıradan bir olguydu. Söz gelimi bizim kuşağımız ilk, orta ve lisede dayak yiyerek büyümüştür. O günleri bugünlerden anlamaya, yargılamaya, cezalandırmaya kalkarsak korkarım ki elimizde günahsız kimse kalmaz. Bugün bir okulda bir çocuğun fiske yemesi bile infial yaratır ama biz, bizim ağzımızı burnumuzu kıran hocalarımızı her öğretmenler gününde hürmetle anarız, gibi. Zaman faktörü şiddeti değerlendirmede benim için önceliklidir.
Anadolu Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünden mezun oldu. Boğaziçi Üniversitesi’nde İnsan Kaynakları okudu. Uzun yıllar çok uluslu şirketlerin Lojistik ve Finans birimlerinde üst düzey yöneticilik yaptı. Halen kurumsal firmalara danışmanlık yapıyor. Birçok STK’da gönüllü olarak çalıştı, bireysel yardım projeleri aktif olarak devam ediyor. Yollar, kitaplar ve fotoğraf en büyük tutkusu. İlk kişisel fotoğraf sergisini 2018 yılında açtı. Kafalar Hep Karışık projesinde yer almaktan mutluluk duyuyor. Şiire, yollara, çocuklara ve gelecek güzel günlere inanıyor. Çizdiğini yazdığını kendine saklıyor. Okuyor, okuyor okuyor…