Anneliğimin birinci yılına doğru adım adım yaklaşırken ben hayatımdaki bütün değişimlere yeni yeni adapte olabiliyorum. İlk altı ay hissettiğim şeyleri tanımlayamıyorum. Uykusuzluk, yorgunluk, yetersizlik, şaşkınlık hissettiklerimden sadece birkaçıydı. Ama sanırım en ağır basan ve tahammül sınırlarımı zorlayan şey uykusuzluktu. Çünkü ben uyku ile kendini yenileyebilen biriyim. Yani biriydim. Anne olmadan önce!
Mutsuz muyum hop uyku, düşünmek istemediğim bir şey mi var hop yeniden uyku, yapmak istemediğim ama mecburiyetten yaptığım bir şey beni huzursuz mu ediyor, o zaman yine uyku. Kısacası uyku benim için güvenli bir sığınaktı. Oğlum birden elimden aldı bu konforumu!
Sanırım anneler doğumdan önce birçok şeye hazırlık yapıyor. Ben yapmadım. Böyle bir enerji hiçbir zaman hissetmedim. Hamile yogası yapmadım mesela. Baby shower işlerine hiç girmedim. Zaten kendi doğum günümü kutlamak bile benim için bir yüktür. Hâliyle olabildiğince sakin bir hamilelik geçirdim. Bol bol yürüyüş yaptım, köpeklerimi sevdim, okumak istediğim kitapları okudum, işime devam ettim. Bebek için heyecanlanıp alışveriş çılgınlığına da başvurmadım mesela. Çevremdekilerin çocuğu büyüdüğü için elinden çıkarmak istedikleri malzemeleri mutlulukla kabul ettim. Çünkü sınırlı sürede kullanılacak bir şey için büyük paralar dökmeye ne gerek var!
Bu anlattıklarımdan anne olmak için heyecanlanmadığım anlamı çıkmasın. Aksine uzun yıllar evli ve çocuksuz bir hayatı tercih eden ben ve eşim için bebeğimiz neredeyse tek gündemimiz oldu. Yıllarca kaçtığım, korkularım nedeniyle anne olmamamın daha iyi olacağını düşündüğüm her ne varsa barışıp anne olmayı bu kez kendim istedim.
Sorunsuz bir hamilelik geçirdim. Hatta hayatımın en sağlıklı dönemini geçirdiğimi söylesem yanlış olmayacaktır. Benim ve bebeğimin değerleri hep çok iyi çıktı. Planlandığı gibi de bir doğum geçirdim.
23 Ağustos 2021’de benim istediğim gün ve saatte doğum da gerçekleşti. Kısacası her şey saat gibi ilerliyordu. Ta ki bebeğim artık ben varım, patron benim diyene kadar!
İlk gün hastanede olduğumuz için bir sıkıntı yaşamadık. Bebeğim her ağladığında hemşireler gelip mememi çekiştirip bebeğimin doymasını sağlıyordu. Eve geçtiğimiz ilk gün de bir şekilde memeyi tutmasını sağladık. Evdeki bütün kadınların tek tek mememi çekiştirdiğini söylememe gerek yok sanırım! Ancak ne olduysa bebeğimin doğumunun üçüncü gününde birden ağlamaya başlamasıyla oldu. Memeyi tutmak istemiyor, ağlıyor, çok ağlıyor ve çevremdeki herkes bir şey diyordu. İşte korktuğum, kaçtığım ne varsa yavaş yavaş hayatıma girmeye başlıyordu. Ve beklenen oldu. Kontrolümü kaybetmeye başladım. Bebek ağlıyor, ben ağlıyorum, bebek ağlıyor, ben ağlıyorum. Lohusalık diye bir gerçek varmış, yaşadım, her saniyesini, her duygusunu yaşadım! Ablamın eşi nasılsın diye sorduğunda direkt ağlamaya başlamam da neydi? Tam olarak saçmalık şeklinde yorumlanabilse de o an onlar benim gerçek duygularımdı.
Ben çaresizce olanları izlerken bebeğim mama almaya başladı. Mecburen verdik çünkü gerçekten açtı. Bebek sarılığına yakalanmaması için tok olması önemliydi. Ama ben o an bu yazdıklarımı bu kadar soğukkanlılıkla kabul edemiyordum. Kendimi dünyanın en kötü ve en beceriksiz annesi olarak çoktan zihnimde konumlandırmıştım. Doktorumuzun bir önerisiyle bebeğime yeniden emmeyi öğretmeye çalıştım eşimle beraber.
Siz, hiç bir bebeği üç kişi ile emzirdiniz mi?
Ben emzirdim.
Can dostum Meral’e yetiş diye mesaj attım ve o işe gitmek yerine bana koştu. Meral, eşim ve ben bebeğimi emzirmek için yarım saatten fazla uğraştık ve başardık. Ama bu sadece bir öğündü. Ya diğer öğünlerinde ne yapacaktım? Eşimin babalık izni bitince ne olacaktı? Bunları düşündükçe iyice kontrolümü kaybediyordum. Bebeğimin uyanmaya başladığını anladıkça geriliyordum. Şimdi yine uyanacak ve ağlayacak diyordum. Uyumak istiyordum, sadece uyumak!
Uykusuz birkaç gündüz ve gecenin ardından kazanan eşim ve ben olduk. Artık oğlum memeyi reddetmiyordu. Memede kaldığı süre oldukça uzundu. Emmeyi öğreniyor diye sabırla bekliyordum. Ama mememdeki ağrı da neydi böyle? Başladım araştırmaya, okudukça kayboldum bilgilerin içinde. Okuduklarım neticesinde anladım ki oğlum mememi tam kavrayamıyor, hâliyle tam boşaltamıyordu. İyi de bu çocuk memede 40 dakika ne yapıyordu Allah aşkına!
Gündemimde yeni bir sorun daha vardı. Ve ben çok yorgundum, çok uykusuzdum. Hayal ettiğim şeyler bunlar değildi.
Lafı uzatmayacağım bu sorunu da çözdüm. Burnu tıkandı çokça, ona da çözüm buldum. Tırnaklarını kesmekten ürküyordum. Bunun da üstüne giderek tırnaklarını kesmeyi başardım. Hanemde yapılacaklar işler, başarılacak görevler tiklerle doluyordu. Başarıyordum ama neden kendimi yeterli, mutlu hissetmiyordum?
Ve ben terapiye başlamaya karar verdim. Terapistim neden buradasınız diye sorduğunda bir süre önce anne oldum diye yanıtladım. İlk zamanlar terapiye gittiğimi herkesten gizledim. Bir doğum yaptı, kafayı kırdı diyeceklerinden emindim insanların. Onlar da doğum yapmış, hiç de böyle şeyler yaşamamıştı ne de olsa! İyi de bundan bana neydi! Ben kendimi düzlüğe çıkarmalı, önce kendim için iyi olmalı, sonra oğlum için sağlıklı bir anne olmalıydım.
Anneliğim bende çok şeyi tetikledi. Çocukluğum, kadınlığım, toplumdaki rollerim, her şey üstüme yığılıp kalmıştı. Ben hayatımın hiçbir döneminde bu kadar başarısız, yetersiz hissetmemiştim kendimi. Sessizleştim. Terapistime söylediğim gibi adeta makineleştim. Hızlı tepki veremez olmuştum. Ağlayamıyordum mesela. Bebeğimin doğumunun ardından gelen gözyaşları kurumuş, beni duygularımdan uzaklaştırmıştı. Büyük olaylar yaşıyor ama bunları kucaklayamıyordum. Eşim neyin var dediğinde tek bir cevabım vardı: Bilmiyorum.
Gerçekten de bilmiyordum.
Bu sürede bebeğim büyüyor, benimle daha fazla etkileşimde bulunuyordu. Karnını doyurması, altının temiz tutulması, uykusu dışında ihtiyaçları çoğalıyordu kısacası. İlk günden bu yana güvenli bağlanmayı önemsemiş, ten tene temaslarımızı bol tutmuş olsam da başka şeyler de yapmam gerektiğini hissediyor ama bulamıyordum.
Benimse hâlâ uykum vardı. Biraz uyusam olmaz mıydı?
Aslında olurdu ama ben bebeğim uyanıkken onu birine emanet edip uyumayı anneliğime yakıştıramıyordum! Bebeğim uyurken de uyumayı bir türlü başaramıyordum. Bazı anlar biraz yatsam da tam derin uykuya geçeceğim zaman bebeğim uyanıyordu.
Göz altlarım mosmor, duygularım yastık altı konumdayken Ezgi Fındık hocam ile tanıştım. Montessori felsefesi ile çocuklarımızın gelişimini konuştuğumuz harika bir eğitim süreciydi. Kitabi bilgilerin tekdüze anlatımından çok uzakta bir anlayışla Ezgi hocam kalbini açarak, annelik deneyimlerini de paylaşarak benzersiz bir tecrübe yaşattı bize. Kendisi için ikinci terapistim desem asla abartmış olmayacağım. Çünkü bana hep yaşadıklarımın normal olduğunu, zorlanmalarımın her kadının hisleri olduğunu ve özşefkatin önemli olduğunu hatırlattı. Daha da önemlisi annelik sürecimde yanlış yapsam da bunu her zaman telafi edebileceğimi örneklerle gösterdi.
Bağımsızlık kavramı benim için çok önemli. Ezgi hocam bakım veren kişi ya da kişiler ile sevgi ve güven ortamında büyüyen bir çocuğun beslenmesinde, uykusunda, sosyal hayatında nasıl bağımsızlaşacağını ve çocuğumuzu gözlemleyerek bu süreci nasıl yönetebileceğimizi anlatırken ben hem rahatlıyor hem de ufkumu genişletiyordum. Eğitimlerde şu oyuncağı alın şu işe yarar, bu ekipmanı alın bu işe yarar güzellemeleri yerine karşımda, “Bana evinizin planını atın, çocuğunuzun orayı nasıl daha aktif değerlendireceğini konuşalım,” diyen müthiş bir eğitmen vardı. Ek gıdada sıkıntı yaşıyoruz dediğimde, oğlumun keyfinin yerinde olup olmadığını, kilo alımını sorup ek gıda almayan bebeğimin bende yarattığı duyguyu görmemi, fark etmemi sağlayan bir mentör vardı.
Öğrendiğim onca şeyin yanında bana beni hatırlatan Ezgi hocama teşekkürlerimle. Bize kalbini açtığı için, bilgilerini eşsiz bir anlatımla paylaştığı için minnettarım.
Bu eğitimler bittiğinde bir arayış içindeydim. Tam da bu noktada ablam, mayıs ayında Doğan Kitap etiketiyle okurlarıyla buluşan Elif Doğan’ın ikinci kitabı Meğer Ben Feministmişim ‘i hediye etti bana. Elif Doğan’ın ilk kitabı Annelik Her Zaman Tozpembe Değildir’i okumamıştım ancak kendisinin Instagramda sıkı takipçisiydim. bell hooks’un Feminizm Herkes İçindir kitabını onun paylaşımlarından görmüş, podcastinde dinlemiş, öyle edinmiştim örneğin.
Kitaba dair ne düşünmem gerektiğini bilmeden okumaya başladım.
“Annelik hiç de beklediğim gibi değildi. Daha doğrusu, o zamana kadar anneliğe dair beklentilerimin gerçeklikten çok uzak olduğunu fark ediyordum.”
Bir dakika, bir dakika bu satırlar adeta benimdi. Elif Hanım’ın başından geçen birçok şeyi birebir yaşadığıma yemin edebilirdim.
Elif Doğan’ın anneliği ile başlayıp ülkenin gündemi ve okumalarıyla daha derinleştirdiği aydınlanma yolu ilgimi çekmeye başlamıştı. Feminist bakış açısını oluşturmanın gerekliliğini biliyor, her kadının kendisine bunu borçlu olduğunu hissediyor ama kelimelere dökemiyordum.
Neyse ki blogcu annemiz Elif dökmüştü yazıya. Peki nelerden söz ediyordu kitabında?
Bir Söz, El Yordamıyla Feminizm, Anne Olmak, Annelik Yapmak, Annesel Olan da Politiktir, Ben de Anlattım, Meğer Ben Emekçiymişim, Aynı Dünyanın İnsanları, Birkaç Son Söz, En Son Söz bölümleri ile bu aydınlanmanın adımlarını anlatıyor.
Bir Söz bölümü ile kitaba hızlı bir giriş yapıyor, Meğer Ben Feministmişim kitabının doğuş hikâyesi ile buluşuyoruz.
“21 Kasım 2014’te, ilk kitabım Annelik Her Zaman Tozpembe Değil’in yayımlanmasından yaklaşık bir buçuk sene sonra, elimde tuttuğum kurşunkalemle çizgili bir deftere not alırken çektiğim bir fotoğrafı Instagram’da paylaşmış, ‘Dün gece ikinci kitabımı yazmaya başlamış olabilirim. Kağıt kalemle başladığımdan, biraz uzun sürebilir,’ diye yazmıştım altına,” cümleleriyle kitabının ilk adımlarından söz ediyordu Doğan.
Ancak benim bu paylaşımda sevdiğim şey ağzımızdan çıkan sözün gücüydü. Nitekim Elif Hanım bu paylaşımdan sonra hayatındaki birçok gelişme (üçüncü bebek sürprizi de dahil) nedeniyle kitabını yedi yılda tamamlayabilmişti. İyi ki de olumsuzluklara ve sürprizlere rağmen vazgeçmemişti, iyi ki de böyle bir güç bulmuştu kendinde.
Elisabeth Gilbert’in dediği gibi evrende hayvanlar, bitkiler, bakteriler ve virüslerin yanı sıra fikirler de yaşıyordu ve ben o evrene bu kez planlarımı, hayallerimi tüm içtenliğimle söyleyecektim. Bu gücü yine bana sevgili Elif Doğan verdi.
Çünkü benim gibi annelikte kendini yetersiz hisseden biri için Elif Hanım bir el uzatıyordu. Bak ben de bir kadınım ve zorlanıyorum, bu çok normal diyordu. Çocukları ile geçirdiği harika anları paylaşmanın yanında zorlandığı, öfkelendiği hatta kendini kontrol edemediği anların da olabileceğini gösteriyordu.
Üçüncü oğlu Derya doğduktan bir süre sonra burnu kıpkırmızı bir paylaşım yapmıştı Instagramda. O zamanlar benim anne olmak gibi bir fikrim yoktu ama dikkatimi çekmişti o fotoğrafı. Uykusuzluk nedeniyle ağlıyordu ve ben bu kadar özel bir anı paylaşabilme cesaretini takdir etmiştim.
Çünkü Instagram biraz da başka bir hayattı! Herkesin en mutlu anlarını paylaşmayı tercih ettiği bu platformda Elif Hanım bırakın hayatını, duygularını açmayı başarıyordu. Kitabında da aynı cesaretle yürümüş ve ben bir insanım ve kadına yüklenen gereksiz yükler nedeniyle kendimi yetersiz hissetmeyi reddediyorum diyebilmişti. Bunu da yine hayatımıza #yardımdeğilişbölümü olarak soktu. Ben de aynı hataya düşüyor, eşim bana yardım ediyor diyordum eskiden. Sonra beraber yaşadığımız bir evde, ortak sürdürdüğümüz bir yaşamda onun “yardım”ı bu kadar kıymetli bulunurken benim iş yüküm neden görülmüyor diye sinirlenirken buluyordum kendimi. Şimdi bana ne kadar şanslı olduğumu söylendiğinde ben de eşimin ne kadar şanslı olduğunu çünkü bütün işi ona yıkabilecekken iş bölümü yaptığımızı söylüyorum. Ortalık sütliman oluyor çok şükür.
Elif Hanım’ın duygularını açmayı başardığını söylemiştim biraz önce. Kitabında ilk bebeğinden vazgeçme hikâyesi ve yıllarca buna dair yaşadığı duygular, ikinci bebeğin içinde tutunamaması, ardından Deniz’e hamile kalması, Deniz’in doğumuyla birlikte yaşadığı şok, ülke değiştirmesi, Derin’in hayatlarına dahil oluşu, eşi Doğan Bey ile ilişkisi tanıklık ettiğimiz olaylardan sadece birkaçı oluyor. Bu anıların hepsi oldukça kıymetliyken yine ilk kez Instagram paylaşımı ile öğrendiğim ama kitabında okuduğumda cesaretine bir kez daha hayran kaldığım bir başka hikâyesi ile de buluşturuyordu bizi sevgili Elif Hanım. “Ben de Anlattım” bölümü ile uğradığı istismarı yıllarca çeşitli sebeplerden saklayan ama artık bir gün bunu paylaşma ihtiyacı ve mecburiyeti hissetmesi ile dönüm noktası olacak bir başka önemli an ile de buluşturmayı başarıyor bizi. O sayfaların arasına bolca gözyaşı, çokça soru bırakıyorum.
Kitapta kürtaj, kadın cinayetleri, politikacıların ve sanatçıların talihsiz açıklamaları ve feminizm de detaylıca konu ediniyor.
Elif Hanım her ne kadar kitabın türünü deneme olarak belirtse de bu kitap kaynakça bölümünde de referans aldığı isimler göz önünde bulundurulduğunda feminizme kaynaklık edecek bir giriş metni özelliği de taşıyor.
Bu kadar zengin bir anlatımın her bir bölümünü tek tek sunmamın imkânsız olduğu ortada. Ancak çoğu zaman yüzünüzde bir gülümseme ile kimi zaman ah ki ne ah sitemleriyle okuyacağınız bu kitap size kadınlığınız ve anneliğiniz ile barışmak için bir dost eli uzatıyor.
Kendisiyle aynı sebeple terapist kapısını çaldığımı okuduğumda hissettiğim yakınlık ise her bir sayfayla derinleşiyor benim için.
Kucağımda 10 aylık bir bebek ile bu satırları yazmaya çalışıyorsam, uykuya direnen bir bebeğe ve uykusuzluğuma rağmen kendi sanat sitemde röportajlar çıkarmak için zaman yaratmaya çalışıyorsam, öfkemi, potansiyelimi, duygularımı açığa çıkarmaya çalışıyorsam kendi yolumda yürüyecek o adımları atacak cesareti elde etmişimdir. Bu cesaretimi diri tutan, enerjisiyle beni büyüleyen, doğum yaparken yanı başımda beni bilgisi ve şefkatiyle sarıp sarmalayan ve bu kitapla buluşmamı sağlayan ablam Kıvılcım Doğdu’ya dakitabındaki her bir satırla yoluma ışık tutan Elif Doğan’a da teşekkür etmek istiyorum. Bu yazıda söz ettiğim canım kadınlar olmasaydı da belki ben yine ben olurdum ama biliyorum ki “yalnız” olurdum hem de çok yalnız.
Hem ne diyordu Elif Hanım: “Dünyayı söküp yeniden kurmalıyız.”
Başka seçeneğimiz yok, dünyayı yeniden kuracağız ve verdiğimiz rahatsızlık nedeniyle özür dilemeyeceğiz!
Görüyor musunuz meğer ben de resmen feministmişim!
Edebiyat öğretmeni olmanın yanında çocukluk hayalinin peşinden emin adımlarla ilerliyor. Kendi platformunu oluşturarak dostlarını bir araya topladı. Dostlarıyla sanatın her alanında üretim yapıyor ve inatla yapmaya devam edecek. Saplantılı edebiyat takipçisi. Kimi zaman Kafka’nın böceğinin peşinde, kimi zaman Slyvia Plath’in kafasını soktuğu fırının içinde. Kimi zaman Dostoyevski’nin yarattığı ‘Öteki’ ile ilgileniyor.
Çok içten, akıcı bir anlatım. Edebiyat dediğimizi duygularımızın en uygun cümlelerle ifade edilip okuyucuya yansıtılması ise bu yazı onu başarmış. Doğumdan sonraki sürecini adeta hissettim. Ellerine, kalemine sağlık arkadaşım.
Samimi bir yazı olmuş. Anneliğe öyle şeyler yükleniyor ki bizi kendimiz olmaktan çıkaran bunca şeye rağmen hem feminist hem anne olabilmenin olabilirkigini hissettirebiliyor olman olağanüstü. Tebrik ederim.
çok teşekkür ederim, yorumunuz hem mutluluk verdi hem de yazma isteğimi daha anlamlı kıldı.
bir dostun desteği ne kıymetli, çok teşekkür ederim