İnsanın içindeki kötü ile tanışması bir mesele ise, o kötüyü sevmesi ise başka bir meseledir. Kötü, sevildiği an huzursuzlanır- sanki sevilmeyi en başından beri hak etmiyormuş gibi. Oysa mesele hiç bunlarla alakalı değildir. Herkesin pek tabii ki bir hikâyesi var ve bu hikâyeler birbirine bağlı sıkı sıkıya. Ben artık soyut olanı değil, somut olanı yazmak istiyorum. Seni yazmak istiyorum. Size değil, sana yazmak istiyorum. Artık Sait Faik’in de dediği gibi yazmazsam boğulacağım.

Hissiz bir insan olduğumu düşündün hep. Soğuk mizacımı sevdin ve bu mizacın altında güçlü bir insan olduğunu söyledin. Aynı zamanda duygusal zekâmın da sahip olduğum mesafe disiplininden ötürü aşırı gelişkin bir yapıya sahip olduğunu kafama kazıdın. Senin deyiminle kıvrım kıvrımdı beynim. Hücreler arasındaki hız ve sahip olduğum algılama kapasitesi ise beni senin gözünde bir duygu dehası yaptı. Şu an içinde bulunduğum durumun bana dünyanın en büyük mutluluğu ile en büyük huzursuzluğunu aynı anda vermesinin altında da oldukça incelikle çözümlemiş olduğun karakter yapım yatıyor. Şimdiye kadar hissetmediğimi zannederdim. Duyguların hissedilebildiğini bilmiyordum. Benim için duygu yaşanarak öğrenilen bir bilgiydi. Yine bana kızacaksın yöntem bilimine olan cahilliğimden ötürü ama unutma ben henüz oyuncaklarıyla oynamayı bırakamamış çocuğunum. Seninle tanışmak duyguların hissedilebildiğini gösterdi bana fakat ortada daha büyük bir mesele vardı, ben bunları en derinime gömmüştüm.

Seni görmezden gelmeyi seçtim uzunca bir süre. Sanki görmeseydim yok olacaktın. Kapıdan girdiğin anda seninle benim aramda geçecekleri biliyordum. Hepsini öldürmeye çalıştım. Ölmediler, aksine doğdular. Bir spermin yumurtaya ulaşmasındaki motivasyon ve hızla doğdular hem de.

Sen beni kendini severmiş gibi sevdin. Çok sevmekten farklıydı bu. Aynı cümleleri kurabilmeye başladık. Fark ettin. Ben de senin bunu fark ettiğini fark ettim. Kafamı her kaldırdığımda karşımda gördüğüm caminin minaresi ile konuştum sen yokken. Sen varken ise asla sana bakamadım. Sanki gözlerinin böyle ta içine bakarsam anlayacaksın sandım. Ancak burada saçma olan şey bendeki seni kendime bir türlü açık edemeyişimdi. O kadar ketum ve soğuk olmaya alışmıştım ki, bir duyguyu taşımanın ne kadar onurlu olabileceğini göremedim.

Hayatımda hiç hissetmediğim şeyler hissediyorum. Bu hislere sahip olmaktan olabildiğince huzursuzum. Seni sevmek hiç eğlenceli değil. Bir insanı, bir şeyi sevmek hiç heyecanlı değil. Sevmek benim için kalbimi kemiren bir şeytanlık gibi. İnsanlara mesafe koyan ben senin ta içine girerek bu şeytanlığı sevdim. Allah cezanı versin lafını pek çok kişiden duymuştum ama bu cezanın sen olacağını bilemezdim. Sen benim bu hayatta başıma gelmiş en büyük cezasın. Seni sevmek kadar korkunç bir şey olamaz. Seni sevmek gerçeği hayatımın ortasına kor gibi düşmüş ve yakınımı yöremi yakmış bir durum. Evet, bir durum. Olay değil. Yani başı, ortası ve sonu yok.

Hayatım şu an çok karmaşıklaştı. Seni sevdiğim gerçeğini kaldıramıyorum. Bu saçma sapan yılışık duyguyu taşımanın ne denli zor olduğunu anlatabileceğim kimse yok. Sevgililer geliyor gidiyor, aşklar, sevişmeler başlayıp bitiyor. Ben ne yapıyorum peki? Oturmuş gecenin bir yarısında senin asla okumayacağın bu iç dökmeleri yazıyorum. Çünkü benim canım bir martının ekmeğine doğru uçarken çıkardığı ses kadar cırtlak bir biçimde bağırmak istiyor.

Günlerimiz birbirinin aynı gibi geçip gidiyor. Sabah hazırlanıp odaya geliyorum. Çünkü seni görmek demek dedemle geçirdiğim son bayramı yaşamak demek. Odada olduğunu bilmenin verdiği huzur ve mutluluk beni hep içimde taşıdığım kendisine güveni olmayan oryantalist eğilimleri olan budalayla karşılaştırıyor. Emin olabilirsin ki, yaşadıklarını bir deneyim olarak göremeyen o budala kadını ben de en az senin kadar hiç sevmiyorum!

Seninle ilgili kurduğum en büyük hayal ne biliyor musun? Peki, sence ben bilmeni istiyor muyum?

Hayır.