Deniz Tavşancıl Kalafatoğlu 18 yıldır hayvan haklarıyla ilgili mücadele veren bir hukuk insanı… Diyor ki; “Benim özgürlüğümün, diğer insanların özgürlüğünün başladığı yerde bittiğini ben çok içselleştirmiş bir insanım.” Birçok şey öğreneceğimiz, mücadelemizi nasıl vereceğimiz konusunda da önerileri var.

Deniz Hanım hayvan haklarıyla ilgili çok uzun yıllardır savaş verdiğinizi biliyorum. Yaklaşık bir hafta önce sizin, “Haklarımızı da haddimizi de bilelim!” diye bir cümlenize denk geldim. Kendi adıma konuşmam gerekirse bu zor süreçte ben haddimi bilme konusunda zorlanıyorum! Ne demek istediğinizi anlatır mısınız?

Esasında ben haddini bilmeyi orada hayvan severler için kullanmadım. Eğer o günkü röportajda öyle anlaşıldıysa çok üzgünüm. Ben sadece, “Vatandaşlarımız haklarını bilmiyor,” dediğinde sunucu, “Ben bunu yıllardır söylüyorum zaten!” dedim. Bu ülkede iki çok büyük problem var. Kural tanımamak ve saygısızlık! Mesela hastanedeki doktoru dövmek veya sıraya girdiğinde, insanlarla kavga edip yumruk atmak! Bunların hepsi had bilmemekle alakalı…

Toplumsal, psikolojik bir varlığız, cemiyet içinde yaşıyoruz ve yasalara, kurallara uymakla yükümlüyüz. Bunlara riayet etmek zorundayız. Ben ağzıma gelen her şeyi söyleyemem, çünkü hakaret suçu var. Ben insanlara iftira atamam TCK’da bu suç kapsamına giriyor. Toplumsal kurallara uymamayı ben had bilmemek olarak anlatıyorum. Yoksa bunu hayvan severlere dair asla söylemedim.

Haklarımızı da bilmiyoruz! Bugün, yolda bir vatandaşı çevirsek hem hakkını bilmez, saçma sapan konuşur hem de haddini bilmez. Böyle bir şey arasında sıkışmış bir yerlerdeyiz. Ben haddimi nasıl koruyorum? Bir defa özel hayatımda ve toplumsal olarak, benim özgürlüğümün diğer insanların özgürlüğünün başladığı yerde bittiğini çok içselleştirmiş bir insanım. Neredeyse birkaç yıl sonra babam avukatlık hayatında 50. yılını dolduracak. Yani 50 yıllık avukat bir babanın kızıyım. Dolayısıyla ben otoriteye, bürokrasiye saygıyla büyüdüm. Öyle öğretildi. Bir hâkimin odasından ben hâlâ geri geri çıkarım. Çünkü öyle öğretildi. “Sayın Cumhurbaşkanı” derim. Makamına saygım vardır. İlişkilerimde de insanlara karışmam, haddimi bilirim. Kimse hakkında, onun ayakkabılarında yürümeden konuşulmaması gerektiğini bilirim. Büyük büyük konuştuğumda evrenin, Allah’ın, kaderin siz nasıl adlandırıyorsanız sistemin yedirdiğini bilirim. Had bilip bilmemek bunlarla alakalı…

Bize süreçten bahseder misiniz? Bundan sonra neler olacak? Haklarımız neler

Benim hukuki mücadelem hayvan hakları alanında 18 yıldır devam ediyor. Ve ben hayvanlar ile alakalı bir dosya almıyorum. Bizim büromuz gayrimenkul hukuku üzerine çalışıyor. Biz tahliye davaları alırız ama ben hiç hayvan tahliyesi davası almadım. Çünkü ben, benim için hiç kimse bunun üzerinden para kazanan bir avukat desin istemedim. Şimdi sitelerin, apartmanların bir yönetim planı var ve bu yönetim planlarında ne yazıyorsa anayasadır. Fakat her şeye rağmen anayasadır dense de sonuçta o maddeler hukuka, ahlaka, kamu yararına, TC. Anayasasına aykırılık teşkil edemez. O anlamda da esasında 5199 sayılı kanun, ev hayvanlarının korunmasına dair Avrupa Sözleşmesi hep hayvanın bağımsız bölümlerde yaşayabileceğini, sokağa terk etmenin yasak olduğunu söyler. Bu anlamda da esas yönetim planında hayvanların beslenmesini yasaklayan keyfi maddelerinde hukuka aykırı olması gerekir. Ama doğrudan hayvan beslenmesi yasaklanıyorsa, bu bir keyfiyet oluyor ve sadece hayvanın varlık sebebi bile tahliye sebebi oluyor. Biz de diyoruz ki; hayvanın varlığı tek başına tahliye sebebi olamaz. Zaten, birincisi bu hayvanların terk edilmesi yasak, ikincisi ise bu konuda şunu asla atlamamak lazım, yeni yasaya göre bu hayvanların terk edilmesi hâlinde barınağa gidecekler ve orada onları doğrudan ölüm bekliyor. Bu hayvanları ölüme terk edemezsin. Bölge adliye mahkemelerinin istinaf kararları vardır. Çıktı, “Yönetim planı taraflar arasında kamu hukukuna, ahlaka, kanunlara aykırı olamaz” dedi. Nitekim, benim evimde mesken dokunulmazlığım var. Bu mesken dokunulmazlığı, sadece evin dış cephesine dokunmama hakkı değil ki…Benim içinde kimseyi rahatsız etmeden özgürce yaşama hakkını da içine alıyor. Burada hayvanın varlığını tahliye sebebi yapman esasında benim özgürlük hakkımı da ihlal ediyor. Benim mesken dokunulmazlığıma da aykırı… Ben evimin dört duvarının içinde istediğimi yaparım ama kimseyi rahatsız etmemekle yükümlüyüm. Bu da şöyle anlaşılmasın, evin dört duvarı içinde karımı bıçaklarım durumu tabii ki söz konusu bile değil. Burada gene bir aykırılık olmayacak. Başka birinin hakkına tecavüz etmemek kaydıyla, onu demek istiyorum.

Şimdi bölge mahkemesi bozdu, yerel mahkeme direndi, direnince Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna gitti. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu çok tehlikeli bir karar verdi. Ben 2023 Ocak ayında bazı kanallara çıkarak bunu anlatıp kamuoyu oluşturmaya çalıştım. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, “Yönetim planı her şeydir,” dedi. Ben de dedim ki; “Çok tehlikeli bir karar bu, hayvan haklarıyla alakalı olduğu için ses çıkarmıyorsunuz ama bunu yarın herkes, her şey için kullanabilir. Yönetim planı her şeyse o zaman ben de, çarşamba günleri kızartma yapmak yasak diyebilirim. Bu sitede üç çocuktan fazla çocuğu olan ev alamaz ya da kiralayamaz. Hayvan hakkı olunca kimse umursamadı ama bu durumda kendilerine dokunursa umursarlar. Çünkü siz yönetim planı her şeydir dediniz.” Bakın yönetim planı evet her şeydir ama hukukun üstüne çıkamaz ve kanuna aykırı bir durumu mahkeme kararıyla tesis etmek çok büyük bir hatadır. Şimdi toparlayayım hemen; bu tahliye kararı, bu aşamada çok tehlikeli bir karar oldu. Bu süreçte eğer bir yasa yapılacaksa şu aşamada mutlaka şunu yapmalıydık. 6. maddeyi korumalıydık. Çünkü mevcuttaki, mahalledeki hayvan saha koruması yapar, alan koruması yapar, kuduz bariyeri oluşturur. Bunlar için bile bu hayvanlar çok kıymetli. Mahallelinin bildiği hayvan kalmalı. Belediyeler yıllardır görevlerini yerine getirmedikleri için artan popülasyon sebebiyle çoğalan hayvanları toplayın ama bunları mutlaka STK’larla iş birliği içinde yapın ve asla belediyelere emanet etmeyin. STK’larla iş birliği içinde olduğunuz alanlarda yaşatın. Oradan sahiplendirmeler yapın. Başıboş, saldırgan hayvan diyerek yeni bir tür oluşturdular. Sokaklarda böyle bir hayvan yok. Eğer varsa da tamam topla, rehabilite et, yeniden sahiplendir. Senin toplayın, öldürün diyebileceğin bir hayvan yok ortada… İşte yıllardır bunları anlatmaya çalıştık. Üretim ve satış en büyük problem, sen önce bunları zinhar yasakla. Üç yıl boyunca bu ülkede hayvan satışını, üretimini yasakla, biz içeridekileri sahiplendirelim. Bu nüfusa böyle sahip çıkalım. Ve yine hayvan sahiplenilmesi için teşvik et, bakımevinden hayvan sahiplenildiğinde belediyende yaşamı boyunca indirimli hizmet ver. Mamada vergi indirimi yap. Bir de kat mülkiyeti kanununa madde ekle, hayvanlar sahiplendirildiğinde yaşam haklarını güvence altına al, tahliyeleri mümkün olmasın.  Yönetim planındaki keyfi hayvan beslenemez maddeleri hükümsüz kılınsın. Böyle yaparsak bunu çözebiliriz dedim her yerde…

Bugün bu ülkede 1434 belediye var. Bakımevi sayısı yanılmıyorsam 324, neredeyse %80’ine tekabül ediyor. Bakımevi yok. Ve belediyelere bakımevi yapmak için 4,5 senelik bir süre verdin. Yani 31 Aralık 2028’e kadar. Çok güzel ama hemen topla dedin. Sayın Tarım Bakanı “Burada nerede katliam yazıyor” diyor. Masa başında yasa yaptığın zaman, sahada nasıl okunacağını bilmen lâzım. 20 yıldır biz görüyoruz ki, 5199 sayılı yasa öncesinde hayvanların öldürülmesiyle ilgili ciddi yasaklar vardı ve belediyeler yine öldürüyordu. Çünkü bakım evlerindeki çalışanlar, belediyelerin hep ceza verilmek istenen, sürülen ve sabıkaları olan insanlar. Umurlarında değil. İçinde canlı sevgisi yok, saygısı yok, cahil. Ve biz dedik ki; mutlaka ve mutlaka bakımevlerinde çalışan insan eli hayvana değen, yüreği hayvana değen, aklı hayvana değen herkes eğitilmek zorunda… Bu insanları merhametli insanlardan seçin ve mutlaka bu işte gönüllülerle çalışın. Gerekiyorsa bakımevlerinde çalışan işçilerin maaşlarını arttırın. Çünkü bu insanlardan günün sonunda oraları temizlemesini istiyorsunuz. Eğer sen pislik temizliyorum diye düşünen bir adamı işe alırsan o, o hayvanı öldürür. Ben o hayvanın yaşamına güzel ve sağlıklı yetişmesi için hizmet veriyorum diye düşünen birini işe alırsan o gözünün içine bakar. Senin şu an çalıştırdığın adamlar, kaldırım taşı söker gibi hayvan topluyorlar. Bir süredir tüf tüflerle direkt öldürüp topluyorlar. Çünkü götürecekleri bir yer yok. O yüzden toplu mezarlar çıktı ama diğer taraftan hayvana şiddet, hayvanı öldürmek hâlâ yasak, hâlâ suç. Hayvanı kasten öldürmenin 6 aydan 4 yıla kadar hapis cezası var. Bu cezalar belediye yetkilileri içinde var. İşte burada Adalet Bakanlığına çok iş düşüyor. Bunu bizzat takip edecek, cezalandıracak, yasayı her açıdan uygulayacak. Bizde öyledir ya bir yasa yapılır ama uygulanmaz. Bize dediler ki; “Bırakın, endişe ettiğiniz gibi olmayacak.” İyi de bir yasa çıkarılıp zaten uygulanmıyor diye içine öyle maddeler konur mu? Ya uygulanırsa? Uygulandı!!! Zaten bu ülkede hep öyle oldu. Hayvanın aleyhine bir madde varsa hep uygulandı, lehine bir madde varsa hiç uygulanmadı. Bakımevlerinin yapılması gerekiyordu ama yapılmadı. Kısırlaştırmaların yapılması gerekiyordu ama yapılmadı.

Şu an öyle bir noktadayız ki; hayvanları katletmeseler alıp barınaklara koysalar, orada da açlık, susuzluk ve bakımsızlık var. Aslında her durumda bu hayvanların sonu ölüm…

İşin vahameti de zaten burada başlıyor. Altındağ ve Niğde’de yaşanan toplu katliamları gördük. Bunların bakımevleri var ama boş. Şu zihniyete bakın %20’sinin bakımevi var, %20’sinin bakımevi varken onlar bile katliam yapıyor. %80’inin bakımevi yok ama yasa hemen topla diyor, zaten onların ne yapacağı belli. Şimdi bu noktada;

1- Fiili imkânsızlık var. Kanunun uygulanması mümkün değil.

2- Hâlâ yasanın uygulama yönetmeliği çıkmadı. Toplama usul ve esasları belli değil. O nedenle yine toplayamazlar.

3- Şu anda iğnelerle hayvan topluyorlar. İğne dediğinin içinde uyuşturucu madde var. Bunları atarken mutlaka başlarında veteriner hekim olmalı, içlerinde veteriner hekim olmadan toplama yapamazlar.

Adamlara hazırlanmış her şey ama veteriner hekim hazırlamamış bu iğneleri… Üç, beş tane adam hayvanları hedef tahtası gibi kullanıp iğne atıp topluyorlar. Ve ben bunun kasıtlı olduğuna inanıyorum, dozu fazla koyuyorlar. Bu arada hayvan büyük ihtimalle orada ölmüyor, içine koydukları madde onaylı değil. Bu sebeple ölümün kaç dakikada gerçekleştiğini bilmiyoruz. Hayvanlar etkisiz hâle getiriliyor ama hâlâ hissediyor da olabilirler.

Tabii yaş unsuru da var değil mi? Hayvan genç mi, yaşlı mı, bir hastalığı veya bir alerjisi var mı? Ve bir de bildiğim kadarıyla bu iğnenin dozunun kiloya göre ayarlanması gerekiyor?

İşte bu sebeplerden dolayı veteriner hekim kontrolünde yapılması gerekiyor. Ben şuna inanıyorum, biz bir insanlık sınavına tâbi tutulduk. “Ölümden yana mı, yaşamdan yana mı oy kullanacaksınız?” dendi. Maalesef mecliste ölümden yana oy daha fazla çıktı ve biz insanlık sınavını kaybettik. Bence bu topraklar artık lanetlenmiştir. Bunca hayvanın kanı yerde kalmaz. Bir hukukçu olarak söylüyorum ki adalete inancımı kaybettim ama ilahi adaletin asla şaşmadığını çok iyi biliyorum. Görürüz, görmeyiz ama ilahi adalet yerini bulacaktır. Bir de şunu söylemek isterim; bize bir avuçmuşuz gibi davranılıyor. Bu yasaya karşı çıkmak için hayvansever olmaya gerek yok. Cana saygı duymak, Allah’ın yarattığı her şeyi sevmekten geçiyor. O yüzden biz bir avuç değiliz. Allah’ın yarattığı her canlıyı seven, her canlıya saygı duyan bireyleriz. Röportajın başında ne dedim, “Benim özgürlüğüm, karşımdakinin özgürlüğünün başladığı yerde bitiyor.” Bu bilinçle olan hiç kimse zaten öldürmeyi savunamaz.

Ben hayvanın yaşam hakkını savunurken insanın da yaşam hakkını savunuyorum. Biz çocuk tacizlerine, orman yangınlarına da karşıyız. Gene bir parantez açmak istiyorum, orman yangınlarında hiç can kaybı yok denmesine de çok içerliyoruz. O yangınlarda milyonlarca can ölüyor. Ağaçlar ölürken çığlık atıyor. Böyle bir düzende biz tabii ki sonuna kadar hayvanın yaşam hakkını savunacağız. O mecliste, bu yasa, 50 vekil farkıyla geçti. Çok kafa kafaya kaybedilmiş bir yasadır bu ve düşünün ülke genelinde 24 milyon seçmenin hayır demesiyle geçti. Ona rağmen geçti. O nedenle bir avuç olmadığımızın altını çizmek istiyorum. Geçen yasa 24 milyonun vicdanını, merhametini, yüreğini yaralamıştır. Bunu ifade etmek isterim. Ben vatandaşlık hakkımı, hukuka uygun çerçevede ifade etme özgürlüğüne sahibim. Vatandaşlık bilincidir bu. Taşkınlığa gerek yok.

Yasayı bir de şöyle bir hâle getirdiler; sokaklarda çocuklar mı hayvanlar mı olsun? Ne münasebet!!! Benim de evladım var. Hiçbir canlı ölmesin. Bu ülkenin topraklarında hep merhamet hüküm sürmüştür. Ben bu yasanın bir şekilde sayın Cumhurbaşkanı’ndan döneceğine inandım. Çünkü merhamet konusunda tüm dünyaya örnek teşkil ederken hayvanlar içinde aynı merhameti göstereceğine inandım. Kendisinin de hayvanları var. Üç bacaklı Yedikule barınağından aldığı Leblebi Kız var. Bu konuda hassas olduklarına hâlâ gönülden inanıyorum. Fakat çevresinde oluşturulan etten duvar, bence oraya ulaşılmasına engel oluyor. Bu topraklarda Selçuklulardan, Osmanlılardan itibaren sokaklarda hep hayvanlar oldu. Bizde evde hayvan beslemek Batılılaşmayla gelmiş bir şeydir. Paralel hayattan, dikey yaşama geçilerek yani apartmanlara geçilerek bize gelmiş bir durum. Anadolu’da hayvanlar hâlâ kapının önünde durur, eve almazlar. Biz, böyle bir kültürden geliyoruz. Filmlere, belgesellere, kitaplara konu olmuştur İstanbul’un kedileri, köpekleri… Hep diyoruz ya, “Bizi kıskanıyorlar.” Belki de bizi kıskandıkları en güzel özelliğimiz merhametimiz, sokak hayvanlarıyla olan ilişkimiz. Mesela ben, sokakta bir kedi, köpek gördüğüm zaman bu benim gülümseme sebebim. İstanbul bir kanalizasyon şehridir. Kedileri, köpekleri topladığınız zaman, kanalizasyonda yaşayan bütün canlılar yukarı çıkacak. Soruyorum; o zaman ne yapacaksınız? Bu sefer onları zehirlemeye başlayacaksınız. Etrafa fare zehirleri atıldığı zaman, bunun çocuklara zararı olabileceğiniz düşünmediniz mi? Bu hayvanlar sahada kuduz bariyeri yapıyordu. Yaban hayvanları giremiyordu. Yaban domuzları, yılanlar, bazı yerlerde ayılar. Şimdi sen kedi, köpeği öldürdün, bunların hepsini içeri aldın. O kadar yanlış, o kadar konuya hâkim olmayan, o kadar üstünkörü, eko sisteme aykırı bir yasa çıkarıldı ki, bunun sonuçlarını tüm toplum olarak çok ağır bedellerle ödeyeceğiz.

Bu arada tabii ki bir umudumuz var: Anayasa Mahkemesi

Deniz Hanım 15 Ağustos’ta yasanın durdurulması için Anayasa Mahkemesi’ne başvuruldu. Bu kadar uzun sürer mi?

Anayasa Mahkemesi yaklaşık iki yılda yargılamayı bitirmek zorundadır ama buna karşı bu dava tedbir talebiyle açıldı. Biliyorsunuz 17 maddelik bir yasa bu. 17. maddesi yürürlük maddesi, diğer 16 maddesine iptali için dava açıldı. Hiçbirine bakmayalım, kanunun uygulanması için çıkarıldığı bir alan var, sırf o nedenle bile yürürlüğü durdurma kararı verilir. Mesela belediyeler 4,5 sene veriyor bakımevi yapması için ama hemen topla diyor. Bu bile tek başına bir çelişki olduğu için durdurma kararı bile verebilir. O zaman da bu yasa askıda kalır. Çünkü zaten bu yasa askıda kalmalı. Şunu yapabilirlerdi; 1,5 sene ver belediyelere, bakımevlerini yapsınlar. Bu zaman zarfında toplamayı bırakın, kısırlaştırın, sahiplenmelere teşvik edin, vatandaş bu hayvanları toplayabileceği alanlar yaratsın. Yasada var. Gerçek veya tüzel kişiler hiçbir menfaat gütmeksizin, orman alanlarını tahsis ederek hayvan bakabilirler. Sen bunu 1,5 seneye yay hem ölüm olmasın hem de sonuç olsun. Bakın, şu anda bakımevine giren hayvan, oradan çıkamayacağı için ülkede kısırlaştırmalar durdu. Zaten belediyeler görevlerini yerine getirmediği için popülasyon sorunumuz vardı, şimdi bir de üstüne hiç kısırlaştırma yapılmayan bir döneme girdik. Yani şahtık şahbaz olduk.

Ben bir gazetede okumuştum, kimin lafıydı hatırlamıyorum, “Sonuçta toplum neyse, meclis de odur.” Yani eğer senin toplumunda bir çürüme varsa, artık insanlar eskisi kadar kültürlü, bilgili, aklı selim değillerse diyor ki; “Siyasetçilerde bu ülkeye ithal edilmiyor, onlarda bu toplumun insanları.” O nedenle ben diyorum ki 2004’teki yasayı çıkaran aynı hükümet, 2021’de hayvanları mal olmaktan çıkarıp can olması yönündeki yasayı çıkaran aynı hükümet, 2024’teki ölüm yasasını çıkaran da aynı hükümet ama farklı meclisler, farklı insan dokuları… Öyle kıymetli vekillerle çalıştım ki ben Ak Parti’de, Serap Yaşar, Mustafa Yel… Bu yasayı çıkarırken bu insanlara soramazlar mıydı?

İlk defa bu ülkede 2019 yılında meclis çatısı altında Hayvan Hakları Araştırma Komisyonu kuruldu. Ben o komisyonda üç defa sunum yaptım. Beş siyasi parti, 12 milletvekili canla başla çalıştılar ve rapor hazırladılar. O raporun gerçekleştiği gün, bu ülkede çok farklı bir noktaya geleceğiz. Kaliteli ve güzel insanlar maalesef bu dönemde mecliste değiller. Olmuş olsalardı her şey çok daha farklı olurdu. Meclisin dokusu değişti. İnsanlarda merhamet yok, sevgi yok, ilim yok…

Peki, neden yok?

Ben bunun global bir düzen olduğunu düşünüyorum. Ben bunu hep söylüyorum; benim ağzıma almaya, yüksek sesle dile getirmeye utanacağım sözleri insanların sosyal medyada, postların altında dile getiriyor olmaları her seferinde beni hayrete düşürüyor. Bu dönemde başkalarının adına utandığım çok fazla şeye şahitlik ettim. Ve bunun sadece Türkiye’ye has bir şey olmadığını, toplumsal, global olarak yeryüzünün bir çöküş içinde olduğunu, insanlığın, kötülüğün gerçekten üst düzeye tırmandığını gözlemliyorum. 2001 – 2002 yılları arasında Amerika’da yaşadım. Geçtiğimiz sene Amerika’ya gittiğimde orada bile küfür, hakaret, tahammülsüzlük üst seviyelere tırmanmış. Yani bizim ülkemize has bir durum değil. Zaten sosyal medya araçlarının kasıtlı yaratıldığını, insanları kutuplaştırmak üzere var olduğunu ve bu kutuplaştırmayla da bir parmak şıklamasıyla birbirlerine girecek şekilde örgütlenebildiklerini ve bunun çok tehlikeli olduğunu düşünüyorum. Yeryüzünde insanlık olarak bir çöküşe doğru gidiyoruz. Eğer kıyamet kopacaksa vakti geldi de geçiyor.

Bir yozlaşma olduğu muhakkak… Peki, bunun sebebi çok fazla üniversitenin açılmış olması olabilir mi? Sizce nitelikli eğitim veriliyor mu?

Üniversiteye gitmek vatandaşlık hakkıdır. Çok üniversitenin olmasında bir sıkıntı yok ama şöyle yapılabilir: Öğrenci mesleki yeterlilik sınavına tâbi tutulabilir. Herkesin üniversiteye gitme hakkı olmalı ama o üniversiteden mezun olan herkesin mesleğini icra etme hakkı olmamalı. Bu da mezuniyet diplomasını getiren herkese değil, belirli becerilere ve bilgilere sahip olanlara verilmeli. Sınavlar olmalı. Ben mezun olduğumda bu ülkede dokuz hukuk fakültesi vardı, bugün ise 130 hukuk fakültesi var. Sen her eğitim diploması getirene bu meslekleri icra ettirirsen, senin yaptığın bina da çöker, baktığın hasta da ölür, baktığın dava da batar. Bunun üstüne bir de sen merhamet ve ahlaken zayıf insanlar yetiştiriyorsan, sen o zaman direkt diplomalı suçlu yetiştiriyorsun. Ben öyle düşünüyorum. İnanın bu dünyanın doktora, mühendise ihtiyacı yok. Bu dünyanın ahlaklı, merhametli, dünyaya sevgi gözüyle bakan insanlara ihtiyacı var. Ben hayvan hakları mücadelemi de bu çerçeveden veriyorum. Çünkü bir insana; “Sen aptalsın, sen cahilsin” diyerek bir mücadele veremezsiniz. Bu mücadeleyi zor olsa da karşındaki insana saygı duyarak vermek zorundasın. Bu çok zorlaştı bunu farkındayım ama onları anlatarak bir şeyleri kazanabiliriz.

Merhametsiz bir tür yaratıldı. Hiç acımaları yok. Ben bunun çok ağır bedelleri olacağını biliyorum. Bekleyip göreceğiz. Umarım Anayasa Mahkemesi’nin, “Bu ülkede hakimler var!” dediğimiz hakimlerin hukuka uygun kararları hepimizi sevindirecek. Biz ne zaman ki taraf gözetmeksizin haklıya haklı, haksıza haksız deriz, o zaman medeni bir toplum oluruz. Aklı başında bir toplum olarak yaşarız. Herkes her şeyi takım tutar gibi tutuyor.

Biliyorsunuz bu yasa, sözde çocuklarımızı korumak için çıkarıldı. Ben size bir hukukçu ve bir anne olarak soruyorum: Katledilen hayvanların görüntüleri çocuklar üzerinde nasıl bir etki bırakır?

Esasında şuradan başlamak istiyorum; yasa çıkmadan haftalarca önce Türkiye Psikiyatri Derneği paylaşımlar yaptı. “Bu yasa gençler ve çocuklar için çok kötü bir örnek teşkil edecek her açıdan. Bir problemle karşılaştıkları zaman çözmek yerine yok etmeyi ve merhametsizliği öğrenecekler,” dedi. Merhametsiz nesiller yetişecek. Bunun yanı sıra çocuklar sokaklardaki bu arbedeye, haberlerdeki katliam olaylarına şahitlik edecek. Bugün hemen hemen her çocuğun elinde cep telefonu var, sosyal medyaya ulaşma imkânları var. Bu çocuklar ölümlere şahitlik ediyor. Bunlar onları çok kötü etkileyecek. Bu yasayı çocukları korumak için çıkardılar ama bu aşamada çocukları yine koruyamıyorlar. Bu çocukların ölümlere ve şiddet haberlerine tanıklık etmemeleri için de devletin onları koruması gerekiyor. Tanıklık etmelerini engellemek için de baştan bu şiddet olaylarının yaşanmasına izin vermemeleri gerekiyordu. Sonuçta bu ülkede ahlaklı nesiller yetişsin diye yola çıkıldı ama maalesef merhametsiz nesiller yetişeceğini görüyoruz ve bu hepimiz için çok üzücü. Bunun yanı sıra bir anne olarak, ben kendi adıma evladıma, bana sorduğu zaman ne bunun cevabını verebiliyorum ne de hesabını… Eminim ki bu yapılanlar tarihe geçecek, onlarda bir şekilde tarihe bunun cevabını veremeyecekler.

Son olarak neler söylemek istersiniz?

Bir defa girdiğimiz dönem ağlama dönemi değil, mücadele dönemi. Uçakta bile bir tehlike anında maskeyi ilk önce anne takar sonra çocuğuna takar. Bizlerin hayvanlar için bu mücadeleyi verebilmemiz için kendimizi iyi tutmamız gerekiyor. Bizlere bir şey olursa bu hayvanlara sahip çıkacak kimse kalmaz. O nedenle bizler iyi olacağız ve hayvanlarımız için mücadele vereceğiz. Çünkü onlar için vazgeçme lüksümüz yok.

Deniz Hanım verdiğiniz bilgiler çok değerliydi. Ben kendi payıma düşeni aldım. Umarım herkes de bilgilerinizden faydalanır ve kendi payına düşeni alır. Bu yoğun gündemde değerli vaktinizi ayırdınız, çok teşekkür ederim.