Ben Şena. Kral Sertel’in kızı. Sidal’in tek varisi. Yeni yetme sayılabilecek bir astronom. Beni, başta babama sonra da Sidal’e ihanet etmekle suçluyor, cadı olduğumu iddia ederek yakmakla tehdit ediyorsunuz. Nasıl yakacaksın beni baba! Diğer gezegenlerdeki bilim kadınlarını, öğretmen kadınları, sanatçı kadınları yalanlarınla koca bir binaya toplayıp yaktığın gibi mi? Odayı gazla doldurup bir kibrit çakarak mı? Yoksa o çok sevgili atalarının cadı kadınları çalı çırpı arasına tıkıp yaktığı gibi mi? Şibal’den kaçanların nerede olduğunu size asla anlatmayacağım! Foton kuşağını bulduğumu anlatmadığım gibi.
Foton kuşağını çok uzun zaman önce buldum saygıdeğer yargıçlar, sevgili babacığım. Ben küçük bir kızken sen çok uzaklara gider, yıllarca gelmezdin. Sana nerede olduğunu sorduğumda foton kuşağını anlatırdın. Devasa, ışıktan bir halka. Nefes kesici, büyüleyici. Işık çizgilerinin, ışık noktalarıyla dans edişlerini hayal ederdim. Müzik eşliğinde bir Kuyaş sistemine girip gri gezegenleri rengarenk boyadığını düşlerdim. Foton kuşağının boyadığı her gezegeni ziyaret ettiğini sanırdım. Seni orada neşeyle karşıladıklarını hayal eder, kıskanırdım o varlıkları. Ziyaret ettiğin her yerden bana çeşitli hediyeler getirirdin. Sevinirdim. Hediyelere değil, senin gelmene. Gitmeni hiç istemezdim çünkü. “Evrenin iyiliği için Şena,” derdin bana. İnanırdım sana. Şimdi düşünüyorum da iyilik, ne olduğunu anlayamadığım garip bir şey. Kafamın içinde oluşturmayı bir türlü beceremediğim tuhaf bir sembol. Ağızdan kolaylıkla çıkıp kulağımızı okşayan gizemli bir kelime. En çok babamın dilinde saygıdeğer yargıçlar. Sanki onun dili için özel olarak tasarlanmış. “Evrenin iyiliği”. Küflenip kokuşmuş bir yiyecek tadı bırakıyor benim dilimde. Tiksindirici, mide bulandırıcı, ürkütücü. Zavallı evren. Koskocaman ve babamın iyiliğine muhtaç.
Gerçeklerin benim hayallerimle örtüşmediğini komutan Arel sayesinde anladım. Foton kuşağının içinden geçmeden önce bir gezegen, oraya nasıl ulaştıklarını ve sistemli bir şekilde katliamları nasıl yaptıklarını anlattı. İlk başta bunun korkunç bir şaka olduğunu söyledim. İnanmadım. Arel de benim şaka yaptığımı zannediyor, gerçekleri bildiğimi sanıyordu. Sık sık Arel’le buluşur olmuştum. Ormanın derinliklerinde, toprağın altında kendimize bir mabet inşa etmiştik. İşte o sıralarda buldum foton kuşağını. Koskoca evrende devasa, rengarenk bir halka. Ekibim yoktu o gece. Tanrıma şükürler olsun ki yalnızdım. Büyülenmişçesine seyrettim varlığını. İçim içime sığmıyor, içimden taşanları birine anlatma ihtiyacı duyuyordum. Sadece Arel’e anlattım. Bütün olanlardan onu sorumlu tutup katledeceğiniz hiç aklıma gelmedi. O gece Arel’e gerçeği babama söylemeyeceğime dair yemin ettim. O da bana yemin etti. Etmese de inanırdım ona. Arel, babamın kısa zamanda gerçeği anlayacağı konusunda uyardı. Yapabileceğimiz hiçbir şey olmadığını, Kuyaş sistemindeki altı gezegenin de babamın askerleri olduğunu söyledi.
Yapabileceğim bir şey yok değil mi baba? Sen, Sidal’in kralı, Kuyaş sisteminin başkomutanı. Elinde milyonlarca tohum var. Binlerce çeşit tohum değil mi? Yüzlerce yıllık deneyim. Bire bin veren bereketli toprakların var değil mi? Topraklarını işleyen güçlü, bilgili rençberlerin, makinelerin, aletlerin var değil mi?
Benim elimde sadece küçük bir tohum vardı. Büyükannemin hediye ettiği minik bir tohum. Çorak toprağa atacağım tek bir tohum. Yeşerir mi? Bilmiyorum. Yeşersin lütfen. Filizlensin. Ağaç olsun. Meyveleri yerlere dökülsün. Kurtlar, kuşlar yesin, sincaplar çekirdekleri gömüp unutsun, karıncalar tohumları uzaklara taşısın. Dilerim tohumlar genişçe bir alana yayılsın. Yeşersin yeni tohumlar. Yeniden ağaç olup meyveye dursunlar. Dilerim yüzlerce yıl devam etsin bu durum. Gözlerden ırakta. Sessizce. Öyle bir dallanıp budaklansın ki uçsuz bucaksız ormana dönüşsün tek bir tohum.
Foton kuşağını bulmadan önce haftada bir çalışmalarımla ilgili babama rapor verirdim. O hafta babamın yanına gitmedim. Ertesi gün kahvaltıya çağırttı beni. Gerçekleri öğrendiğimden beri işlerimi bahane edip babamla yemeklere oturmaz olmuştum. Görevli, odamdan çıktığında nefessiz hissettim kendimi. Pencereyi açtım. Derin bir nefes çektim içime. Yüce Kuyaş öfkeyle tepemde dikiliyordu. Şu kadim ormana, göz alabildiğine uzanan okyanusa, kudretli dağlara, sarsılmaz gök kubbeye nasıl da güler yüzlüydü. Çalışanların şarkıları odama kadar ulaşıyor, kadınlar dans ediyordu. Erkekler el çırpıyor, çocuklar kahkahalarla gülüyordu.
Gergindim. Her şeye rağmen babamı seviyor yine de ondan çok korkuyordum. Çünkü gerçeği sadece ben görüyordum ve gördüklerime anlam veremiyordum. Babam masasına oturmuş önündeki kâseden aldığı kocaman, kırmızı bir elmayı dişliyor diğer taraftan da şarabından yudumluyordu. Arada bir ağzına bulaşanları elinin tersiyle silmekteydi. Foton kuşağını bulduğum için bu kadar sarsıldığımı söyledi beni görünce. Beni sarsan onu bulmak değildi, sonrasında olacaklardı.
Babama çalışmaların iyi gittiğini sadece zamana ihtiyacım olduğunu söyledim. Babam da “Yeter ki bir gezegene ulaşıp canlılar üzerinde mutasyonu oluşturmadan orada olalım. Onları bu ağır sorumluluktan kurtaralım,” dedi. Sonra bana tanrımız Sado’yu anlatmaya başladı. “Sado iki doğru yarattı,” dedi. “Biri yaratma, diğeri yok etme doğruları. Bir gün bu doğrular kesişti. Kutsal ışık halkası doğdu işte orada. Bu halka hangi gezegeni içinden geçirse o gezegen halkını mutasyona uğratıyor. Mutasyona uğrayanlar her canlının hayatını kendi içlerinde hissediyorlar ve en sonunda kendilerini tanrı ilan ediyorlar,” dedi.
İştahla hem konuşmaya hem de yiyip içmeye devam ediyor hem de elinin tersiyle ağzını siliyordu Kral Sertel. Ellerine bulaşan kırmızılıktan, konuşurken ağzından fırlayanlardan tiksiniyordum.
“Sado yaratma doğrusunu kendisine sakladı. Atalarıma da yok etme doğrusunu bahşetti. Sidal’li atalarım akınlar düzenleyerek Kuyaş sistemindeki diğer altı gezegene Sado’nun sözlerini bildirdiler. Hepsi öyle ya da böyle doğru yolu buldu. Biz Sado’nun bize verdiği görevi yerine getiriyoruz. Öldüğümüzde bizi salonunda ağırlayıp kutsaması için. Aksi taktirde hepimiz Kuyaş’ın içinde utanca gömülüp sonsuza kadar yanarız,” dedi.
İçinde Tanrı Sado’nun adı geçen her cümle kötü de olsa sıradanlaşıyor, kabul görüyordu. Düşünüyordum: Ya atalarım da yanlış yoldaysa? Foton kuşağını bulduktan sonra anladım ki karanlık, ışığın insanlaşmasından başka bir şey değilmiş.
Beni yakmak istiyorsanız mahkemeyle zaman kaybetmeyin! Ben Şibal’in çorak toprağına tohumumu attım bir kere. O tohum kocaman bir ormana dönüşmeden önce onu asla bulamayacaksınız!