Loui, küçük adımlarla koridorda koşup merdivenlerden yukarı çıktı. Annesinin çalışma odasına girdi. Loui’nin çalışma odasına girmesi yasaktı. Annesi çalışma odasının anahtarını koridordaki büyük çini vazonun altına koyardı, bazen de vazonun arkasına gelişigüzel bırakırdı. Bu defa anahtarı kapının üstünde unutmuştu. Küçücük ellerini çırparak, “Çok şanslıyım,” diye zıpladı Loui. Anahtarı yavaşça çevirdi. Kapının gıcırdamasından korkup hızlıca içeri girdi ve kapıyı ardından kapattı. Loui’nin adımları, bir farenin mutfakta yemek araması gibi temkinli ve telaşlıydı. Loui derin bir nefes aldı ve etrafı incelemeye başladı. Elini alnına siper edip bir komutan gibi bakınıyordu odaya. Çalışma masasının yanına gitti, üzerindeki evrakları, kitapları karıştırmaya başladı. Bir zarf gördü, eline aldı. Okumayı henüz bilmiyordu fakat merhum babasının aile yemeklerinde yaptığı konuşmaları taklit ederek kendince mektubu okumaya başladı. Berjerin üzerine çıktı ve okumaya devam etti. Sesi öyle yüksek çıkmaya başlamıştı ki dadısı kapıda belirdi. Gölgesi kapının eşiğinden görünüyordu fakat Loui o kadar kendini kaptırmıştı ki dadısını fark etmedi. Dadısı kapıyı hızla açtı ve Loui’nin anlamadığı yabancı dilde söylenmeye başladı. Loui korkudan berjerin üzerinde dikilip kalmıştı. Loui’yi kulağından tutup yakaladı. ‘’Ne işin var burada küçük canavar seni? Annenin çalışma odasına izinsiz giremezsin Loui.  Çocuklar annelerinin eşyalarını karıştırmamalı. Çok çirkin bir davranış bu. İzinsiz bir şekilde başkalarının özeline girmek çok günahtır. Hele ki anne babanın çekmecelerini karıştırmak… Cehennemde yanmak mı istiyorsun Loui?’’ Dadısı kulağını bırakmış, bu sefer kolundan çekiştirerek dışarıya çıkartmıştı Loui’yi. Kadın durmadan söyleniyordu. Loui’yi merdivenlerden aşağıya indirdi. Kulağı kıpkırmızı olmuştu Loui’nin. Mektubu pantolonunun cebine sokmuştu. Dadısı parmağını sallayarak cezalı olduğunu, bu gece yemek yiyemeyeceğini söyledi. Loui’nin pek umurumda da değildi yemek. Mektupta neler yazdığını merak ediyordu, bazı yerlerde mürekkep dağılmıştı. Zarfı diğer cebine sokmuştu. Yüzeyi oldukça lekeliydi. Sarımtırak lekeler ve kırmızı benekler vardı üzerinde. Çok eski bir mektup olmalı, hatta savaştan kalmıştır belki, diye düşündü. Peki neden hala masada duruyordu, annesi neden saklıyordu, anlayamadı. Annesi son günlerde Loui ile pek konuşmuyordu. Beraber yemek yemiyorlardı. Üstelik masal da anlatmıyordu annesi ona. Canının sıkılmış olabileceğini düşündü Loui. Babası öldüğünden beri sadece siyah giyiyordu annesi. Piyano çalmıyordu. Loui salonda otururken cebindeki mektuba göz ucuyla bakıyordu. Dadısı mutfaktan süt ve bisküvi getirdi. Bunları yiyip odasına gitmesini söyledi. Uslu bir çocuk olursa gece meyve yiyebilirdi. Loui her zamanki muzurluğuyla güldü. Dadısı, Loui’yi iyi tanıdığı için parmağını sallayıp yine söylendi ve mutfağa geri döndü.

Loui sütünün yarısını kedinin kabına, kalanı ise saksının dibine döktü. Şöminenin karşısına oturdu. Bisküvilerinin iki tanesinin yedi, iki tanesini de ufalayıp kedinin mama kabına koydu. Loui yemeklerini çoğu kez kediyle paylaşıyordu. Kedinin hızla kilo almasının nedenini uzun süre keşfedememişti dadısı. Ta ki bir gün köftelerini kedinin kabına koyarken yakalanana kadar. Dadısı çok kızmıştı Loui’ye. Zavallı kedi az kalsın onun yüzünden evden atılacaktı. Şöminenin karşısına oturdu. Ateşin sıcaklığı yüzüne vurdukça mayıştı, başının altına yastığı çekti ve gözlerini kapattı. Rahmetli babası, Loui’ye uyumadan önce rüya trenlerini anlatırdı. Trenleri hayal ederse mutluluklar diyarına gideceğini ve çikolata havuzlarında yüzebileceğini söylerdi. Loui o kadar mutlu olur, o kadar heyecanlanırdı ki içi içine sığmaz, ağzını şapırdatarak uykuya dalardı. Babası öldükten sonra da ne zaman kendini yalnız ya da canı sıkılmış hissetse rüya trenine bindiğini hayal etti.

Trene binmişti, yolculuğa çıkmaya hazırdı Loui. Pamuk şekerinden bulutları geçerek, şekerden yollarda keyifle gidiyordu rüya treniyle. Yüzünde kocaman bir gülümseme vardı ve ağzını yine şapırdatmaya başladı. Dadısı gelip sarsarak uyandırdı onu. Babası öldüğünden beri koltukta uyumak yasaktı. Hele öğlen uykusu kesinlikle yasaktı. Fazla uyku ve şeker insanın düşmanıydı dadısına göre. Dadısı bunun için yine ceza verecekti. Bu akşam kitap okumak ve meyve yemek yoktu. Hemen odasına gidip uyuması gerekiyordu. Loui ise kendini hala rüyada sanıyordu ve saçlarını savura savura dans etmek, zıplamak, şarkılar söylemek istiyordu. Ne yazık ki bunlar da yasaktı. Loui’ ye yetişkin gibi davranmaya özen gösteriyorlardı. En ufak şımarıklık bile aile içinde büyük saygısızlıktı. Şöminenin üzerindeki aile tablosundan korkuyordu Loui. Babası çok büyük görünüyordu tabloda. İri elleri ile annesinin omuzlarından tutmuştu, hiç gülmüyordu. Annesinin kucağında ise kundakta Loui vardı. Annesi çok zayıf ve soluk yüzlü bir kadındı. Kahvaltı ve akşam yemeği dışında gün içerisinde bir araya gelmiyorlardı. Artık beraber yemek de pek yemiyorlardı. Loui, dadısı ve aşçı dışında kimseyi görmüyordu. Televizyon, cep telefonu, bilgisayar gibi her türlü elektronik alet yasaktı evde. Aile mirası olan büyük evde on yedinci yüzyıl mimarisi ve dekorasyonu korunuyordu.               

Loui kendine hayali arkadaşlar edinmişti. Bal Kabağı Bekçisi ve Düğme Adam. Bal Kabağı Bekçisi gündüzleri kargalardan kaçmak zorunda olduğu için gündüz gelemiyordu. Düğme Adam ise gündüzleri de geliyor ve Loui’ye zıplamayı öğretiyordu.

Loui kahvaltıdan sonra bahçede gezmeye çıktı. Yanında Düğme Adam vardı. Dadısı arada sırada da olsa Loui’nin tek başına bahçede gezmesine izin veriyordu. Dadısına göre çocukların hayal güçlerinin gelişmesi için yalnız kalmaya ihtiyaçları vardı. Düğme Adam’ın Loui’ye bir sürprizi vardı. Onun elinden tuttu. Birlikte bahçeden ormana geçilen ufak bir tünele girdiler. Buraya daha önce de gelmişlerdi ama hiç bahçenin öbür tarafına geçmemişlerdi. Düğme adam artık öbür tarafı görme zamanının geldiğini söyledi. Büyük bir kayanın üzerine çıktı ve Loui’ye, ‘’Buzulların cehennemine, yolculuğa hazır mısın?’’ diye bağırdı. Loui kısa bir süre düşündü. Ateş mi daha yakardı, buz mu? Dadısı cehennemin korkunç yüzlü yaratıklarla ve zebanilerle dolu olduğunu anlatmıştı. Ateşin hiç sönmediğini ve kazanlarda günah işleyen insanların yakıldığını anlatmıştı. Günah işleyen insanların ölmediğini ve cezaları bitince yaralarının geçip cennete gittiklerinden bile bahsetmişti. Cennet kısmına Loui anlam verememişti. ‘’Cennet varsa neden oraya gitmek için uğraşmıyor insanlar da günah işliyorlar?’’ diye sormuştu bir keresinde dadısına. Dadısı da, yaramazlık yapmaya devam ederse cennete asla giremeyeceğini söylemişti. Loui’ye göre onlar yaramazlık değildi. Sadece merak ediyordu.

Düğme adam vakitlerinin azaldığını, artık bu tünelden geçmesi gerektiğini söyledi. Loui, Düğme Adam’a güveniyordu. Bal Kabağı Bekçisi olsa düşünürdü. Çünkü Bal kabağı bekçisi, son yaş gününde annesinin Loui’ye aldığı hediyeyi kütüphanede sakladığını söylemiş ve Loui orayı karıştırırken yakalanmıştı. Bu yüzden çok büyük ceza almıştı. Loui tünelin başına doğru yürüdü. Karanlık görünüyordu. Düğme Adam iki taşı eline aldı ve birbirine vurdu. ’’Asansör gelecek ve eksi yedi yüzüncü kata ineceksin,’’ dedi. Loui, “Tek başıma mı?” diye şaşırarak söyleniyordu ki asansör geldi. Loui, asansörü, babasıyla gittikleri son kış tatilindeki otelin asansörüne benzetti. İki tane kapısı vardı. İç kapı sarı metalden, dış kapı ise kahverengi boyalı tahtadandı. Sırayla açıldı kapılar. Asansörün içindeki ışıklar rengârenkti. Hepsi sırayla yanıyordu. Sarı, mavi, yeşil hatta mor ışık bile vardı. Asansörün içine girdi Loui. Düğme Adam hemen asansörün düğmesine bastı ve el salladı. Loui, yedi yüzüncü kata geldiğinde dumanlar eşliğinde kapı açıldı. Çok hızlı geldiğini düşündü. Loui saymayı bilmiyordu ama yedi yüz rakamı büyük rakam olmalı, diye geçirdi içinden. Loui’yi  Beatrice adındaki bir kedi kadın karşıladı. Elindeki evrakların arasından Loui’nin dosyasını buldu. Kedinin kadın kendisini takip etmesini söyledi. Mağara gibi bir yere geldiler. Aşağıya bakınca ateşler görünüyordu. Loui, ‘’Daha kaç kat var aşağıda?’’ diye sordu. Beatrice bir kahkaha attı. Elini yalayıp saçlarını düzeltti. ‘’Dante yüzünden maalesef yedi kat var. Âşık olacak zamanı buldu. O kadar kalabalıklaştı ki burası, gelenler sığmadığı için ne yazık ki bazı insanları sabuna çeviriyoruz. İşkence işkencedir öyle değil mi?’’ Kedi kadın Beatrice omuzlarını silkti ve saçlarını düzeltti. Loui, sabun fikrini pek anlamadı. Yıkanmayı çok seviyordu. Köpüklerle oynamak hoşuna gidiyordu. Ona göre sabun olmak eğlenceliydi. ”Benden de sabun olur mu?” diye sordu Beatrice’e. Beatrice ise bir kahkaha daha atarak, “Gel benimle,” dedi. Kuyruğunu sallaya sallaya yürümeye başladı.

Kocaman havuzun içinde gri kalın derisini kaşıyan koca su aygırı Dante, Loui’yi görünce sevinçle ayağa kalktı. Etrafa sular taştı ve kedi kadın Beatrice hemen koltukların üzerine çıktı. Su aygırı Dante, Loui’ye sarıldı. Her yeri sırılsıklam olan Loui pek hoşnut kalmadı. ‘’Sonunda tanışabildik Louicim. Düğme Adam senden o kadar çok bahsetti ki. Hemen evrakları imzalayıp işe koyulalım. Ne dersin?’’ Loui, Dante’nin samimiyetini yersiz bulmuştu. Dadısı daima ilk tanışmada çok yakın davranan insanların ikiyüzlü olabileceği konusunda uyarırdı onu. Loui, Dante’nin karşısına geçip oturdu. Koltuk da ıslanmıştı. Beatrice bir sinek görmüştü, onu yakalamaya çalışıyordu. Dante, çekmeceden bir yığın evrak çıkarttı. Loui’ye bunları okuyabileceğini ama okumanın gereksiz olduğunu söyledi. Loui, ”Ben çok iyi okurum,” diyerek kağıtları Dante’nin elinden aldı. Okumayı bilmiyordu ama babasını taklit ederek, ”Hımmm hommm…” gibi ifadelerle anlıyormuş gibi yapmayı seviyordu.

Dante’nin yeni bir cehennem sistemi fikri vardı. Loui merak etti. Anlatmasını istedi. Beatrice, sineği yakalamış ama yememişti. Karasineklerin tadını beğenmiyordu. At sineği daha lezizdi onun için. Dante kirli tırnakları ve kocaman elleriyle sayfaları karıştırdı. Boyuna göre bacakları ve kolları daha kısaydı. Geniş bedeni bir ağaç gibi görünüyordu. Saçları dökülmüş, ayakkabıları eskiydi. Kırmızı yırtık bir ceket vardı üzerinde. Boynuzu aşağı doğru eğimli ve uzundu. Yanakları içeri çökmüş, ince dudaklarından bazen konuşurken salyalar akıyordu. Dante, Loui’ye eğilerek, ‘’Buzdan cehennem yarattım.’’ dedi. Loui bu fikri ilginç buldu. Soğuğun kendine özgü asil bir acısı vardı Dante’ye göre. Bu sistemi kurabilirse buz melekleriyle savaşmak zorunda kalmayacaktı. Ateş melekleri savaşmaktan artık yorulmuştu. Çalışmak istemiyorlardı. Dante bu duruma oldukça sinirleniyordu ama ateş meleklerinin sağı solu belli olmaz, her yeri ateşe verirler diye korktuğu için de bir şey yapamıyordu onlara. Grev yapmakla tehdit ediyorlardı Dante’yi. Dante, Loui’nin ateşe karşı zaafını biliyordu. Şömine karşısına her geçtiğinde Loui’yi görüyordu ve hakkında bilgi topluyordu.

Loui buzdan cehennem fikrine yardım etmeyi kabul etti. Bir şartı vardı. Sabun yapılan insanlar yaşayan sevdiklerine gönderilecekti. Sevdikleri ile yıkanacaklardı. Dante bunu kabul etti. Beatrice kenarda kıvrılıp uyuyakalmıştı. Dante onu uyandırdı. Evraklara bir kere parmağıyla dokunması imzalamak için yeterliydi. Dante, Loui’ye yeni cehennemin inşaatını gezdirdi. Burası dokuz katlı olacaktı. Penguenleri de işe alacaktı. İş ilanı bile vermişti. Loui biraz üşüyünce Dante ona kürk verdi. Geçen hafta ölen bir boz ayının kürküydü. Loui boz ayı için üzüldü. Hayvanların ölünce nereye gittiklerini sordu Loui. Dante gözlerini kapatıp elini kalbinin üstüne koydu. ‘’Onlar cennetin cennetinde,’’ dedi. Loui bunu duyduğuna sevinmişti. Çünkü onun da küçük bir köpeği vardı ve geçen yaz ölmüştü. Nereye gittiğini merak ediyordu. Dante belki köpeğini de bulabileceklerini söyledi. Dante ile Loui dokuzuncu katı gezmeye başladılar. Buzdan odalar korkutucu görünüyordu. Burası en kötü suçları işleyenler içindi. Karanlık ve çok soğuktu. Hemen yukarı çıktılar. Sekizinci katta buz melekleri uyuyordu. Göreve başlayana kadar onlara tatil izni verdiğini söyledi. Yedinci katta tuhaf bir oda vardı. Labirent şeklinde inşa edilmişti. Dante burası için uyardı onu. ‘’Tek başına sakın girmemelisin Loui.’’ Altıncı kattan Beatrice sorumluydu. Henüz bomboştu. Beşinci katta tabutlar vardı. Dante en yakın dostu Firavun’un anısına özel bir kat yaptırmıştı. Dördüncü katta illüzyon odaları vardı. Duvara yansıtılan filmlerde ölen kişi bir anısına sıkışıp kalıyordu. Üçüncü kat ile ikinci kat arasında gizli bir geçit vardı. Burası Loui’nin evinin bahçesine çıkan bir yoldu. Geldiği yoldan farklıydı. Biraz yola doğru yakınlaşınca dalgalanma hissetti havada. Evinin sıcaklığı çarpıyordu yüzüne. Birinci kata geldiklerinde bomboş ve bembeyaz bir oda ile karşılaştı Loui. O kadar sessizdi ki oda, kendi kalp atışını duyabiliyordu. Loui nasıl yardımcı olacağını sordu Dante’ye. Nereden başlayacağını bilememişti. Dante’ye göre insanlar buzdan ya da ateşten cehennem diye ayrılmalıydı. Zamanla da ateş cehennemi sönüp buzdan cehennem kalmalıydı ama kimseyi ikna edemiyordu. Dante, Loui’den herkesi ikna etmesini istiyordu. Loui biraz korktu. Uzun süre burada kalmak istemiyordu. Eve gitmek istediğini söyledi ama Dante buna izin vermedi. Loui’yi üçüncü kata hapsetti. Loui ağlamaya başlayınca gözyaşları odayı eritmeye başladı. Katlar giderek eriyor, buzlar çözülüyordu. Loui o kadar çok ağladı ki çığlıklarına dayanamayan Dante onu hemen evine geri yolladı.

Loui gözlerini açtığında sırılsıklamdı. Ateşi oldukça yüksekti. Annesi başındaydı. Loui hemen yatakta doğruldu ve rüyasını anlatmak istedi dadısına. İçeriye doktor girdi. Doktor, Düğme Adamın ta kendisiydi. Loui çok şaşırdı. Tekrar yatağa yattı. Annesi, doktor Düğme Adam ile kapıda fısıldayarak konuşuyordu.

Ertesi gün Loui, ateşi düşünce kendini iyi hissettiği için bahçeye çıktı ve tünelin olduğu yere gitti. Bir mektup vardı taşın üzerinde. Mektupta ise buzdan cehennemin erimiş ve Dante’nin cehennemin yedinci katına hapsedilmiş resimleri vardı. Loui mektubu katlayıp göle attı. Arkasından bakan Bal Kabağı Bekçi’ye el sallayarak eve döndü.

Doktor Düğme Adam odasında Loui’yi bekliyordu.