Kasım ayıydı; vizelerden inanılmaz boğulmuş durumdaydık, sınava çalıştığımız bir an karar verdik, haydi Likya Yolu’na…

Hemen o akşam biletler alındı ve sınavlar biter bitmez hayatımızda güzel bir yeri olacak maceramız başlamış oldu.

Sevgili dostlarım Fitnat, Pınar, Cemil, Yağız, Erdi ve ben önce Dalaman’a; oradan da yürüyüşümüze başlayacağımız Fethiye’ye doğru yola çıktık. Fethiye’de keyifli bir kahvaltının ardından, Ölüdeniz’den yürüyüşümüze başladık.

Hava koşullarının baştan da iyi olmadığını itiraf etmek istiyorum öncelikle, ancak vazgeçmeyi de düşünmüyorduk. Tabelalar ve kırmızı beyaz işaretlerin rehberliğinde Babadağ zirveye doğru yürüyüşümüze devam ettik. Hava koşulları gitgide kötüleşirken, biz sonuna kadar eğlenmeyi kafamıza koymuştuk.

Yaklaşık üç saatlik yürüyüş sonunda yağmur ciddi şekilde bastırdı, yağmurluklarımız da bizi korumamaya başlayınca önce karşımıza çıkan keçi ağılına sığındık. Ancak yağmurun dinmeye niyeti yoktu, orada da geceyi geçiremezdik ve geceyi geçirecek korunaklı bir yer aramak için tekrar yola koyulduk. Yavaş yavaş gecenin zorlu geçeceği fikri kafamızda oluşmaya başlarken ileride bir ev gördük, güzel bir ev. Yağız ile birlikte direkt evin kapısında bulduk kendimizi ve ev sahibimiz sevgili Mahoni ile böylece tanışmış olduk. Büyük bir misafirperverlik ile bize evinin kapılarını sonuna kadar açtı; yemek, kıyafet, kalacak yer ve keyifli bir sohbet sağladı.

Kısaca o ve arkadaşları Leon ile Julia’dan bahsetmek istiyorum; butik ekolojik bir yaşamları var, kendileri ekip biçiyorlar, kendilerine yetiyorlar. Leon ve Julia ile tanışma fırsatımız olmadı, Tibet’e gitmişler – ‘kendilerini bulmak için’ dedi Mahoni – ama dostumuzdan dinlediklerimiz ile onları tanımış kadar olduk.

Keyifli bir akşamdan ve deliksiz bir uykunun ardından dinç bir şekilde uyandık. (İstanbul’da hiç bu kadar dinç uyandığımı hatırlamıyorum.)

Ve ikinci günün sonunda konaklamayı planladığımız Kabak Koyu’na doğru yolumuza devam ettik, öğle civarı ulaştığımız Faralya’da tatlı bir Alman hanımefendi ile kısa bir sohbetin ardından enfes bir köy gözlemesi ile öğle yemeğimizi yedik. Saat pek geç olmadan Kabak Koyu’na ulaştık; tesisler kapalıydı, kimsecikler de yoktu görünürde. Çadırlarımızı kurduk plaja ve vakit kaybetmeden harika turkuaz rengiyle bizi bekleyen denize bırakıverdik kendimizi; soğuk, rüzgar dinlemeden.

Yine muhteşem keyifli bir uyku dolu gecenin sabahında toparlandıktan sonra bir sonraki rotamız Alınca’ya doğru yürüyüşe devam ettik… Zorlu bir yürüyüş bekliyordu 3. günümüzde bizi çünkü tırmanışla devam eden bir rota vardı karşımızda.

Ancak karşılaştığımız enfes doğa ve manzaralar bize yorgunluğumuzu unutturdu, akşam civarı Alınca köyündeydik. Yemek ve kalacak yer arayışına koyulacakken Ömer abimiz ve Zehra ablamızla tanıştık. Alınca’da yaşıyorlar; mütevazi bir hayatları, muhteşem bir kalpleri var.

Evlerini açtılar bize; Zehra ablamızın elinden enfes bir akşam yemeği, ardından patlattığı mısırlar ve demlediği çay eşliğinde hep beraber oynadığımız iskambil oyunu, ardından tatlı bir sohbet ve gecenin sonunda evlerinin üzerine kurduğumuz çadırlarımızdaki deliksiz uyku… Anılarımızda güzel bir yere sahip oldular. Sabah Zehra ablamızın ellerinden yediğimiz ballı kaymaklı kahvaltının ardından son günün bize verdiği burukluk ancak bir o kadar da dolu dolu yaşamış olmanın verdiği keyif ile yeniden düştük yollara. Hedefimiz önce Sydima Antik Kenti, ardından son durağımız Fethiye idi.Ülkemizde pek çok tarihi yapı gibi hak ettiği önemi bulamayan Sydima’yı ziyaret ettikten sonra, Fethiye’ye doğru yürürken zeytin bahçesindeki teyze seslendi ‘Nereye gidip durunuz gençler?‘ diye. Anlattık derdimizi, nereden gelip nereye gittiğimizi. ‘Yörünmez o gadaa yol, emicenizle bırakıveren sizi dolmuş yoluna,’ dedi tatlı teyzemiz ve işlerini bırakarak aldılar arabalarına bizi ve dolmuş yoluna kadar bıraktılar. Üstüne üstlük öğle yemeklerinin bir bölümünü de bize ikram ettiler ve bize sarılıp vedalaştıktan sonra bahçelerine döndüler.

Oturmuş yol kenarında teyze ve amcamızın ikramlarını atıştırırken Fethiye dolmuşu geldi ve Likya Yolu maceramızın sonuna gelmiş olduk. Fethiye’de tatlı arkadaşımız Elif bizi evinde muhteşem ağırladı; birlikte yemek, sohbet ve Elif’ten dinlediğimiz harika gitar performansından sonra hemen uyuyakaldık. Zira sabah çok erken yola çıkmamız gerekiyordu hava limanına yetişebilmemiz için. Sabah kalkıp vakit kaybetmeden Dalaman Havalimanına doğru yola çıktık ve İstanbul kargaşasının içinde bulduk kendimizi… Kısa ama dolu dolu 5 gün geçirdik, harika insanlar tanıdık, bolca anılarımız oldu… Herkese tavsiye ediyoruz; harika doğası ve tatlı yöre insanlarıyla gidilesi, görülesi bir yer…

*Fotoğraflarımızla gezimizi güzelleştiren ancak kamera arkasında yer aldığı için pek göremediğiniz Pınar Ayaz’a teşekkürlerimizle…