Son zamanlarda insanoğlu biraz ürkek, donuk ve ıstırap yüklüydü. Yüzleri aynı kalıp sesleri çoktan yitip gitmişti ve gelecekleri asırlar öncesinde itinayla kaybedilmişti. Aslında gelecek korkuları yüzünden bugüne tutunamayıp bilinmeyeni arayacak kadar cüretkar hale de gelmişti. Prometheus’un onlara bahşettiği bilgeliği ne uğruna hiç etmişlerdi? Bilemezdim… Biraz üşüyordum. Cehennem çukurlarının ateşine ihtiyaç duyacak kadar üşüyordum. Çileleri tükenmez iflah olmazlar kadar ateşler içinde kalmayı diledim. Masum sayılmama rağmen Tanrı bunu bile esirgedi benden. Bir Süleyman değildim ki bilerek,isteyerek karşı gelemezdim. Nihayetinde hepimiz korkak,ikiyüzlü ve bencil olarak yaratılmış sayılmaz mıydık?

Küstah gülümsemeni sil yüzünden.

Ölüyor sayılmazdım. Araf’tan tekdüze ayak seslerini duyabiliyordum. Sessiz ama kararlı, yakarış dolu… Sen tekrara dönene dek onlarca sahte cenazeye tanıklık ettim. Sahte sitemler,yapmacık hüzünler,gergin dudaklar. Birbirine tıpatıp benzeyen cesetler. Gösterişli tabutlar,taze çiçekler,faydasız çırpınışlar… Hatta küçük bir kız çocuğunun babasının elini son kez tutuşunu bile incelikle taktir etmiştim. Ardından mermer zemine düştüğünde akan kanı da… Ölümü hep bir sonraki adım olarak düşündüm ve taş mabetlerse birer duraktı. Gerçi toprağın,nemin ve karanlığın içinde neyin beklediğini pek düşlemedim. Yine de daha çok sessizlik ve mutlak huzurun yansımaları olarak düşündüm.

Beni azad etmeli ya da kendine katmalıydın. En mühimi de sadece bir şey yapmalıydın. Beklemek… Ölçüt kabul etmeyen, zamanın en kibirli düşmanı veya aldırmaz, dostane sırdaşı. İnsan ruhunun sınırlarını zorlayan, her ruhta farklı serzenişleri olan malum süreç. Neyse ki biraz da olsa baş etmeyi öğrenebilmiştim. En azından denemiştim,asla başaramasam da…. Zamanın birinde ağır kayıpların içinde…

Bazen nereye varacağını bilmek istersin… Gelecek denen illeti alt etmek namına öğrenmek, unutmak ve affetmek. Seni sen olduğun için sevmeyip, yargılayanları tekrar vicdanlarına emanet edip, hiçbir şeyin düzelmeyeceğini bilmek. Ve tek bir seçkin,baş belası göz kamaştırıcı soru; Seni kim kurtaracak? Sen yapamazken, hangi akıl yoksunu seni yoldan çıkaracak? Şu sıralar cevaba yaklaşmakla kalmayıp aslında bir o kadar da uzaktım.

Azrail kanatlarını son kez açtığında Azazel feryatlarıma içtenlikle cevap verdiğinde ve son bir damla kan ziyan olduğunda başından itibaren bulunduğum yerdeydim. Ne ileri gidebilmiş ne de savrulmayı kabullenebilmiştim. Öylece yanıma kendini bıraktığında ne yapacağımı bilmez haldeydim. Saatlerdir mürekkebi kağıda katıyordum ama ne affediliyor ne de insafsızca korku içinde bırakılıyordum. Sadece umursanmıyordum. Sesin buğulu,kısık bir fısıltı olarak içime işliyordu;

-Var etmeden var olamayız,var olduğunda ise seni yok edebilirim…

Sana bakmaya cesaretim yoktu bunu zaten yapmak istemezdim. Basittir ve acınasıdır; birden yok olmandan korkuyordum. İlahi bir şeymişçesine sana benliğimle tapabilir ya da umursamadan alelade bir şeymişsin gibi diğerlerinin yanına kaldırabilirdim. Yine de kalemimden sadece kuşkunun tek bir tonu konuştu;

-Beni var etmene neden izin vereyim? Kusurlarımı örtmene neden tahammül edeyim. Hangimizin eksik olduğuna dair tartışmada seni neden muhatap alayım?

Kağıdı sana uzattığımda biraz beklemem gerekti, anlam vermen gerekliydi bu duruma ve ben sana hak verdim. Uzun parmaklarınla kağıdı elimden çekip aldın. Belki kalan son umudum ve hayal kırıklarımı da parmaklarının arasına almıştın. Kağıdı özensizce katlayıp bana tekrar uzattın;

-Ölülerini birlikte bekleyebiliriz… Şu yaşlı bayana bir bak…

Çekinmeden parmağını yaşlı kadına doğrulttun ve aslında bu çocukça bir masumiyet taşıyordu. Baktım ve asıl göstermek istediğini anlayamadım. Sadece yaşlılıktan muzdarip, değer görmeyi unutmuş, çürümeye yüz tutmuş bir beden o kadar. Bir zamanlar güzel,dokunaklı ve anlamlı olabilirdi ama şu an ölüyordu… İçten içe,ağır ağır…

-Öleceğin ana dek yakarmaya devam edebilirsin tıpkı onun gibi ama cevap alamayacaksın…

Ve ben zaten bilmediğim bir şeymişçesine yaşlanmaktan ürktüm. Zorlukla diz çöküp af dilemişti ve geri kalkabilmek için muazzam bir çaba harcayıp, gözyaşları içinde uzaklaşmıştı. Affedilmenin bir bedeli yoktu tıpkı onur kırmak ya da ölçüsüz kibre sahip olmak gibi. Bu büyük bir boşluktu ve doldurmaya çalışmak zaten aptallıktı. Mabetler yapabilir,tekrar yıkabilir ,başka tanrılar yaratabilir,seni korumalarını bekleyebilirdin ama… Bir an için öylesine düşündüm,üzerinde durmadan. Affedilebilme kuruntularımızı sadece bizler mi dinliyorduk?

Düşününce insanlar daima kaçınılmaz olanı hak ediyor. Hatta bu o kadar muazzam bir çaba gerektirmese de… O kadar sakındıkları ölümü de,itinayla himaye ettikleri ucuz yaşamlarını da.Ne yazık ki vakit geldiğinde kimse bazı şeylerin önüne geçemiyor.Daha kötüsü cüret bile edemiyor. O yaşlı bayanın soluğu çekildiğinde,satenler içinde öylece uzanırken seyredip,bir tohum misali toprağa katıldığında kulağına eğilip fısıldamak isterdim; Hatırlar mısın bilmem…Cüret eder misin kestiremem. Sen bir zamanlar var oluşun sessiz kanıtıydın. Şu an karanlıklar içinde en fazla iki metre derinde, yeryüzünün düşünülmeyen en hakiki katmanındasın ve şimdi uyan.

Çünkü…