Ne yaldızlı hükümdar anıtları, ne mermer
Ömür süremez benim güçlü şiirim kadar;
Seni pasaklı zaman pis bir mezara gömer,
Ama satırlarımda güzelliğin ışıldar.
Savaşlar tepetaklak devirir heykelleri,
Çökertir boğuşanlar, yapı demez, sur demez,
Ama Mars’ın kılıcı, cengin ateş selleri
Şiirimde yaşayan anını yok edemez.
Ölüme ve her şeyi unutturan düşmana
Karşı koyacaksın sen; yeryüzüne mahşere
Yaklaştıran çağların gözünde bile sana
Bir yer var övgüm seni çıkarttıkça göklere.
Dirilip kalkıncaya kadar mahşer gününde,
Yaşarsın şiirimle sevenlerin gönlünde.
Soneler…
Shakespeare’in ölümsüz gücünü taşıyan, aşkın olanca yakıcılığıyla soluk aldığı mısralar…
İngiliz dilinin en görkemli şiirleri…
İlk kez 1609 yılında Thomas Trope tarafından yayınlandı Soneler. Birçok kaynaktan Shakespeare’in Soneler’e karşı ilgisiz olduğunu, Soneler’le bağlantılı bir ün istemediğini, onları sadece az sayıda dostu tarafından gizlice okunsunlar diye yazdığını öğreniyoruz.
Nitekim İngiliz edebiyatı tarihçisi Francis Meres’in 1598 yılında çıkardığı eserinde “Ovidius’un o güzelim akıcı bal dili kişisel dostlarına yazdığı sonelerinde de gösterdiği gibi, Shakespeare’de yaşıyor.” ifadesi bunu doğrular nitelikte. Trope’un, Soneler’i nasıl elde ettiği ise tam bir muamma. Shakespeare’den izinsiz yayımladığıysa kuvvetle muhtemel. Çünkü o dönemlerde bir eserin yazarının onayıyla yayımlandığının işareti, eserine yazdığı “ithaflı önsöz”müş. Soneler’de, Shakespeare imzalı böyle bir önsözün olmaması, Trope’un T.T. imzasıyla “Bu sonelerin tek var olma nedeni W.H.’ye adanır.” ithafı ile basılması eserin Shakespeare’den izinsiz yayımlandığı ihtimalini güçlendirmiş.
Bunun yanında, W.H.’nin Soneler’in ilham perisi mi, yoksa Trope’a Shakespeare’den habersiz Soneler’i veren kişi mi olduğuna dair sonu gelmeyen tartışmalar başlatılmış. Dönemin kontları, genç tiyatro oyuncuları üzerinden teoriler üretilerek W.H.’nin kim olabileceği araştırılmış. Nisan 1593’te kayıtlara giren “Venus and Odanis”i sadık bir biçimde Southampon Kontu’na ithaf etmesi, bakışları Kont’a çevirse de kesin bir sonuca hiçbir zaman varılamamış.
Soneler üzerine çok tartışılmış. Kimileri politik birer alegori olarak değerlendirmiş, kimileri de Shakespeare’in güzelliğin kölesi olduğunu gösteren basit mısralar diye nitelemiş. Acımasızca eleştirenler de olmuş. Yazılmasından esef duyanlar, onları tehlikeli bulanlar da… “Yanlış kişiye yönelmiş, aşırı yoğun aşkın aptallığı”ndan dem vuranlar da… Hamlet’i, Lear’i Othello’yu yaratan bir dâhinin, gayrimeşru gördükleri bir aşkın kollarında -kendilerince- alçalmasını kabul edemeyenler de…
Shakespeare hayranları ise bu eleştirileri; o muhteşem şiirlerin yazıldığı dönemin felsefesiyle ve sanatıyla yakından ilişkili olan dilini de ruhunu da yorumlamayı başaramayanların mesnetsiz değerlendirmeleri olarak görüyorlar. Yeni Platonculuğun ruhunu ve dilini taşıyan, ciddi trajik mesajlar içeren, Shakespeare’in kendi içinde taşıdığı acıdan koparıp lirik diliyle tatlandırdığı Soneler’in böylesi acımasız eleştirileri hak etmediğini düşünüyorlar. Shakespeare ise kendini eleştirenlere soylu bir öfkeyle bu sonesinde haykırmış gibi:
Zaaflarıma bakıp -onlar benden beterken-
Niye kötülüyorlar bence iyi olanı?
Hayır, ben neysem oyum. Bende bunca günah var
Diyenler ayna tutarlar kendi günahlarına:
Ben ne kadar doğruysam o kadar eğri onlar,
Habis düşünceleri yargı olamaz bana,
Meğerki hepten şuna inansınlar: her yerde
Herkes kötüdür, hem de iktidar kötülerde.
Shakespeare’in Ovidius’a hayranlığını ve “Metaporphoses” adlı eserinin Shakespeare için güçlü bir ilham kaynağı olduğunu biliyoruz ve oyunlarında bunu gözlemleyebiliyoruz. Soneler’de de Ovidius’un izlerine rastlamak mümkün. Ancak genel kanı Shakespeare’in Soneler’i yazarken İtalyan şair Petrarca’nın Sonelerinden ilham almış olabileceği. Horatius ve Ovidius ile başlayıp Petrarca’da devam eden “evrenselleşme” teması Soneler’e de hâkim. Ozanın şiirinde dille getirdiği övgü, övüleni yeryüzünde ölümsüz kılar. Zamanın yıkıcı etkisine karşı koymanın tek yolu şiirde kazanılan bu ölümsüzlüktür.
Shakespeare’in de ilk on sekiz sonesinde bu temayı işlediğini görüyoruz.
Seni bir yaz gününe benzetmek mi, ne gezer?
Çok daha güzelsin sen, çok daha cana yakın:
Taze tomurcukları sert rüzgârlar örseler,
Kısacıktır süresi yeryüzünde bir yazın:
Işıldar göğün gözü, yakacak kadar sıcak,
Ve sık sık kararır da yaldız düşer yüzünden;
Her güzel, güzellikten er geç yoksun kalacak
Kader ya da varlığın bozulması yüzünden-,
Ama hiç solmayacak sendeki ölümsüz yaz,
Güzelliğin yitmez ki, asla olmaz ki hurda;
Gölgesindesin diye ecel caka satamaz
Sen çağları aşarken bu ölmez satırlarda:
İnsanlar nefes alsın, gözler görsün, elverir,
Yaşadıkça şiirim, sana da hayat verir.
Bazı yorumcular ise Platon üzerinde duruyorlar. Marsilio Finico’nun 1492 yılında yaptığı ve “tüm zamanlar içinde yapılmış en şiirsel” çevirisiyle 16. yüzyılın birçok filozof ve şairini etkisi altına alan “Şölen”in Shakespeare’i de büyülemiş olması şaşırtıcı olmasa gerek. Nitekim Shakespeare, “büyük dehaların evliliği”nden bahsederken, dostuna “zamanın yok edemeyeceği çocuklar doğurması” için yalvarırken Diotima’nın “Dostlar, dünyaya ölümlü çocuklar getirenlerden daha sıkı bağlarla bağlanmışlardır birbirlerine. Çünkü onların müşterek yavruları çok daha göz alıcı ve ölümsüzdürler.” sözlerini tekrarlar gibi.
Shakespeare’in oyunlarında kullandığı metaforlar, mısralarının anlamları yüzyıllardır tartışma konusuyken ve Shakespeare uzmanları yeni yorumlar yapmaya devam ederken kesin sonuca varmak hiçbir zaman mümkün olmayacak gibi görünüyor.
Shakespeare, Soneler’inde kendi ben’ine mi, ideal insanlığa mı ya da güzelliğin ruhuna veya akla mı seslendi bilemiyoruz. Emin olduğumuz tek şey “kuşların ve tanrıların şarkılarından alınma” bu parçalarda işittiğimiz en güçlü sesin “aşk” olduğu. Okurken sanki elimizi Shakespeare’in göğsünün üzerine koymuşuz da aşkla dolu yüreğinin atışlarını dinliyormuşuz gibi bir his… Birbirinden uçurumla ayrılmış iki aşkın varlığını duyuyoruz Soneler’de: ilki ozanın ilham perisine duyduğu tensel hazlardan uzak, hayranlık dolu bir aşk, diğeri ise şehvetle ve kinle yoğrulmuş, esmer kadına duyulan aşk.
İlk 126 sonede “Adonis’in güzelliğiyle Helen’in zarafetini buluşturan güzelliğe” adanan derin aşkın coşkusunu, hazzını, hayal kırıklığını ve gerilimi görüyoruz. Bazı sonelerde öyle bir dokunuşu var ki Shakespeare’in “aşk”a, adeta bir müzisyenin çalmaktan büyük haz aldığı enstrümanına dokunuşunu izler gibiyiz.
127. Sonede Shakespeare’in “Görkeminden bir parça alıp yaşadığı” aşkıyla arasına “Cehennem gibi kara, gece gibi karanlık” esmer bir kadın giriyor. “Âşıkane ağzı, gaddar gözü, kirli gururuyla” büyülüyor Shakespeare’i. Sonelerden anladığımız kadarıyla, ozanın ruhunu köle etmekle kalmıyor “iyilik meleği”ni de baştan çıkarıyor bu kadın. Shakespeare, anlam veremiyor kendi sevgisini hak etmeyen bu zalim kadının “zavallı kölesi” olmasına ve soruyor:
Hangi kudretten aldın bu yaman gücü, söyle,
Gönlümü nasıl köle ettin bunca kusura?
Akabinde şehvet giriyor devreye. Üzerine giydiği bu elbise etini kemirip zehir gibi yayılmaya başlıyor ruhuna. Ve içine düştüğü felaketin bilincine varıyor. Keskin bir bıçakla kesip atıyor esmer kadınla olan bağlarını. Hikâyenin yazılı kısmı 152. Sonede son buluyor.
153. ve 154. Soneler:
Yanında kızgın kama, Küpid uykuya daldı
Diana’nın bir kızı fırsat buldu bir ara,
Sevda ateşi yakan kamayı ele aldı,
Daldırdı vadideki buz gibi bir pınara.
gibi dizinden kopuk, aksak bir İngilizce ile yazılmış mısralardan oluşuyor. Bazı yorumcular bu sonelerin Shakespeare’e ait olmadığı, başka biri tarafından yazılmış olabileceği üzerinde duruyorlar.
Soneler tüm zamanlar içinde, taşıdıkları edebi değerden çok bu aşkların kahramanlarıyla anıldı.
Kimdi Shakespeare gibi bir dâhinin ruhunu korkunç bir çaresizlikle ve coşkuyla dolduran bu genç adam? Kimdi ozanı büyük aşkından koparabilecek kudrete sahip “zalim” kadın?
Kimdi Shakespeare’in gönlünün kilidini çevirecek anahtara sahip olan bu insanlar?
Bilmece hiçbir zaman çözülemedi. Onun büyük aşkının gerçek sırrını bilemeyeceğiz asla. Shakespeare’in yüreği “Billur gözlerin giremeyeceği bir hücrede” saklı hâlâ.
Toprağın bana verip vereceği bir çukur,
Oysa sen hep yaşarsın gözünde insanların.
Sevecen dizelerim anıt olacak sana:
Henüz doğmamış gözler okuyacak durmadan,
Yarınki diller övgü sunacak varlığına
Bugün soluk alanlar göçse bile dünyadan.
Sonsuz yaşayacaksın kalemimin gücüyle,
Gireceksin her ağza, her soluğa, her dile.
Kaynakça: Shakespeare Tüm Soneler- Talât Sait Halman
Şölen-Platon
S.B.Bozkurt
Felsefe mezunu, Türk Dili ve Edebiyatı öğrencisi.
Resim yapan, amatör olarak tiyatroyla uğraşan, sanata ve doğaya tutkun kendi halinde bir yazar.