Rainer Werner Fassbinder‘ın kadın erkek ilişkisi üzerinden birçok olguyu ele aldığı ‘Korku Ruhu Kemirir’ filmi hem kendi döngüsü içerisinde sorunlara yer verirken tarihsel sürecin utanç verici gerçeği ‘ırkçılık’ olgusunu da ele alır. Nazi partisinin düşünceleriyle yoğrulmuş Alman vatandaşı olan Emmi ile Fas’tan Almanya ya göç etmiş Ali arasındaki ilişki temel olarak; yaşça büyük olan Emmi’nin Ali’nin genç bedeninde Ali’nin de dışlanmışlığın verdiği birey olabilme ihtiyaçlarını giderme sürecine dayanır.
Fassbinder’in şu sözlerinde filmlerinin temasını yakalamak mümkün; “Her iyi yönetmenin tek bir teması vardır ve nihayetinde tekrar tekrar aynı filmi çeker. Benim ana konum, hislerin sömürülebilmesi, sömüren kim olursa olsun. Bu sömürü asla bitmez. Sürekliliği olan bir tema bu. Devletin vatanseverliği sömürmesi, bir ilişkideki sömürü olsun fark etmez; biri muhakkak diğerini yok eder.”
Apartmandaki ve iş yerindeki insanlardan başlayıp mahalle bakkalına kadar insanların birbirini sömürme süreci diyebiliriz. Bir yandan Emmi’nin yaptığı herkesin içten içe yapmak isteyip yapamadığıdır. Kendilerine kalıplar belirleyen insanlar o kalıplar üzerinden bakışlarla ve sözlerle sömürüyü başlatırlar. İşte en küçük yapıdan başlayan çatlakların toplumsal bir sorunu beraberinde getirmesi olağan bir durumdur. En başından beri Emmi’nin menfaati söz konusu olduğu için ırkçılığa karşı tarafın gözüyle bakar. Emmi’nin ele geçirdiği iktidar davranışların her birinde aslında ırkçılığı yakalamak mümkün. Nikah dairesi çıkışı Hitler’in bir zamanlar uğrak yeri olan restorana götürmesi aynı zamanda restorana giderken kullandığı taksinin ön koltuğuna kendisi oturup Ali’yi arka koltukta yalnız bırakması… Evine gelen arkadaşlarına Ali’nin kaslarını göstermesi, sık sık duş aldığını ve temiz olduğunu açıklaması gibi.
Sömürü döngüsü filmin ilerleyen sürecinde de kendini göstermeye devam eder. İş yerinde dışlanma ile burun buruna gelen Emmi aynı dışlama aralarına yeni katılan iş arkadaşına yapıldığında tepki dahi vermez. Bu sahnede izleyici olarak Emmi’nin tepki vermesini bekleriz. Döngüyü bozmasını ve kendisine yapılan sömürünün aynının bir başkasına yapılmasına izin vermemesini umut ederiz. Tam bu noktada izleyici olarak aslında unuttuğumuz bir şey vardır; menfaatin söz konusu olduğu yerde sömürü çarkı her zaman işlemeye devam edecektir.
Film boyunca usta yönetmenin renk ve görüntüyü çerçeveleme tercihlerinde estetik kaygının oluşturduğu olağanüstü sonuçları görürüz. Her duygusal geçiş sürecini izleyiciye sağlam görsellerle vermesi Fassbinder’ın filmin anlamsal boyutunu kadraja ustaca sığdırdığının da birer göstergesidir. Filmin son sahnesinde Emmi aldatılmış olduğunu bilmesine rağmen tanıştıkları mekana gider. İkisinin üzerinde nikah günü giyindikleri kıyafetler vardır. Yaşanan kötü her şey unutulacaktır bu sahnede ama durun! O da ne? Ali’yi şimdi hastahanede görüyoruz her işçi gibi o da strese bağlı ülser rahatsızlığı geçirdi. Bitti mi? Bitmedi. Her altı ayda bir o hastahaneye gidecek. Demek istediğim bu değil. Aslında her şey tekrar edecek. Yönetmenin dediği gibi sömürü döngüsü asla bitmeyecek. O kıyafetler de boşuna giyilmedi. Her şeyi başa alıyoruz… Kayıt!