On dokuzuncu yüzyılın iki önemli ve birbirini tamamlayan filozofu, Arthur Schopenhauer ve Friedrich Nietzsche, yalnızca felsefeleri ile değil, özel yaşamları ve aileleriyle ilişkileri bakımından tartışılmaya değerdir. Öyle ki daha önceki yazılarımda, bu iki filozofun babaları ile ilişkileri ve babalarının ölümlerinin felsefelerine yansımalarına dair ve yine anneleri ile olan ilişkilerine ve bu ilişkilerin kadınlar hakkındaki fikirlerine etkilerine dair yazılar yazmıştım. Sitede ufak bir araştırma ile bu yazılar bulunabilir. Bu yazının konusu ise, kızkardeşler; Adele Schopenhauer ve Elisabeth Förster-Nietzsche’nin, erkek kardeşlerinin yaşamlarına ve felsefelerine etkisi olacak. Kronolojik önceliğimiz ise Arthur Schopenhauer ve kızkardeşi Adele olacak.
Schopenhauer’un, annesi Johanna ile arasındaki gerilim çok açık biçimde izlenebilirdir. Öyle ki aile babasının ölümünden hemen sonra, yaşama bakış açıları oldukça farklı olan anne ve oğul birbirlerinden hemen kopar ve farklı yaşamlar sürmeye başlarlar. Johanna sürekli biçimde oğlunun karakterini ve davranışlarını eleştirirken, Arthur tüm bu tenkitler ve tenkitlerdeki acımasız üslup nedeniyle annesinden giderek uzaklaşmıştır. Sözgelimi daha genç yaşlardaki Arthur’a, Johanna şöyle yazmıştır: “…her şeyi başkalarından daha iyi bilme hırsın, denetleyemediğin şeyleri geliştirip ustalaşma isteğin bu iyi nitelikleri yararsız kılıyor. … hiç kimse, özellikle senin gibi önemsiz biri tarafından zorla aydınlatılmak ve geliştirilmek istemeyeceği gibi hiç kimse senin gibi birçok zayıflığı olan bir kişi tarafından azarlanmayı, zerre kadar bile terslenmeyi, hele hikmetli bir tonda, bu iş bundan dolayı böyledir şeklinde hiçbir itiraz kabul etmeden yapılan konuşmaları anlayışla karşılamaz” (Cartwrigt, 2020, s. 119). Bu ve benzeri birçok çatışma sonucu, anne ve oğul iletişim kuramaz ve birbirlerine karşı yalnızca öfke, nefret, iğrenme duyar hâle gelmiştir. Pekâlâ anne-oğul arasındaki bu gerilimde, kızkardeş Adele’nin konumu nedir? Aile dağıldığı sırada henüz çok küçük yaşlarda olan Adele, elbette ki annesiyle birlikte gitmiştir. Bu durum, ne onun ağabeyine karşı cephe aldığı anlamına gelir, ne de Arthur’un onu annesi ile bir tuttuğu anlamına. Fakat bütün bir zaman içindeki ilişkileri, bu yeni durum karşısında elbette etkilenmiştir. Bu süreçte sık sık mektuplaşmalarına rağmen, iki kardeş neredeyse yirmi yıl boyunca hiç görüşmemiştir. Dolayısı ile birbirlerini çok iyi tanıyor sayılamazlar. Yine de Schopenhauer, annesine duyduğu öfkenin bir bölümünü, içten içe kızkardeşine de pay ediyor gibidir. Her ne kadar Schopenhauer bir mektubunda Adele’ye “şehvet içermeyen bir şekilde sevdiğim tek kadın sensin” (Cartwrigt, 2020, s. 305) diye yazmışsa da, bu sevginin kolaylıkla nefrete, sevgi sözcüklerinin ise kolaylıkla aşağılamalara, hakaretlere ve suçlamalara dönüşeceğine şüphe yoktur. Öyle ki, nasıl ki annesinin cenazesine katılmadıysa, kızkardeşi öldüğünde de aynı tavrı ve umursamazlığı sergilemiştir.
Gelgelelim, Nietzsche’nin annesiyle olan ilişkisinin, Schopenhauer’a nispetle daha iyi olduğuna şüphe yoktur. Son zamanlara kadar, kızkardeşi Elisabeth ile de iletişiminin iyi olduğu ve pek az çatışmaya girdiği mektuplarından anlaşılabilir. Fakat Nietzsche ve Elisabeth arasında, özellikle 1880’li yıllardan sonra büyük bir “ahlâkî yarık” oluşmuş gibidir. Bu yarığın ilk müsebbibi, zamanın Yahudi karşıtı hareketinin öncülerinden Bernhard Förster’dir (Young, 2020, s. 542). Elisabeth, ağabeyinin tüm itirazlarına rağmen bu ırkçı adamla yakınlaşmış ve hatta bir süre sonra onunla evlenmiştir. Elisabeth’in bu hamlesi, iki kardeşi büsbütün kavgalı hâle getirmiştir ve Nietzsche, sevgili “Lama”sından zihinsel olarak iyiden iyiye uzaklaşmıştır. Kısa bir zaman içinde her ne kadar buzlar erimiş gibi gözükse de ─hatta Nietzsche, Elisabeth ve kocasına samimi bir mektup yazsa bile─, Elisabeth’in Nietzsche’nin yaşamının sonuna ve ölümünden sonraki “kötü şöhretine” etkisi kaçınılmaz olacaktır. Nietzsche 1889’da zihinsel olarak çökünce, özellikle yaşlı anne Franziska Oehler’in de ölümünden sonra, kızkardeşinin bakımına, gözetimine ve insafına muhtaç hâle gelmiştir. Nietzsche artık kızkardeş için, yaşarken bir para kapısı, öldükten sonra ise propaganda aracıdır. Düşkün durumdaki Nietzsche’nin yazınsal mirasını bir şekilde elde eden Elisabeth, son yıllarını yaşamakta olan ağabeyini önce ekonomik olarak pazarlamış, o öldükten hemen sonra ise eserlerini (bilhassa Güç İstenci eseri) manipülatif bir edisyonla yayınlayarak, Nietzsche’yi Yahudi karşıtı hareketin felsefî sembollerinden birisi hâline getirmiştir. Kızkardeş Elisabeth’in bu acımasızca tavrı, uzun zaman Nietzsche’nin felsefî imajı üstümde kara bir leke olagelmiştir.
Nihayet görünen o ki, halef-selef iki filozof Schopenhauer ve Nietzsche, felsefî ve yaşamöyküsel anlamda pek çok şeyi paylaştıkları gibi, kızkardeşler konusunda da benzer çatışmaları paylaşıyorlar. Bilhassa Elisabeth’in Nietzsche’nin yaşamına ve felsefî imajına etkisi düşünülürse, baba ve anne gibi, kızkardeşin de filozofun tarihsel alandaki yerini tayin etmekteki rolü yadsınamayacaktır.
Kaynakça:
YOUNG, Julian, Nietzsche, Çev: Bülent O. Doğan, İş Bankası Kültür Yayınları, 2020 (3. Basım).
CARTWRIGHT, David, Schopenhauer, Çev: Sibel Erduman, İş Bankası Kültür Yayınları, 2020 (2. Basım).
NIETZSCHE, F., Seçilmiş Mektuplar, Çev: Ayşe Yazgan, Say Yayınları, 2012.
Hamza Celâleddin, 1991’de Konya’da dünyaya geldi. 2013’te Süleyman Demirel Üniversitesi Felsefe bölümünden mezun oldu ve 2014’te Konya Üniversitesi Felsefe bölümünde yüksek lisans programına başladı. 2017’de Katil Nietzsche Asker Kant, 2018’de Dehşetli Peygamber Zarif Cellat, 2019’da Nietzsche’nin Altı Günü eserleriyle birlikte; Destek Yayınları felsefe serisi için Albert Camus, Søren Kierkegaard ve Jean-Paul Sartre derlemelerini kaleme aldı. Son olarak ise Fihrist Kitap’tan Bir Otto Weininger Kritiği isimli kitabı yayınlandı. 2014’ten itibaren pek çok dergi ve online gazetede yazıları yayınlandı ve 2017-2019 yılları arasında Düşünbil Felsefe Dergisi editörlüğünü yaptı. 2019 yılından itibaren ise kendi dergisi, Henidik Felsefe ve Filoloji Dergisi’ni çıkarmaya başladı. Ayrıca bir süredir tiyatro sahnesinde Felsefe Konuşmaları yapmaktadır.