Søren Kierkegaard ve Regine Olsen, 1837 yılında bir arkadaş toplantısında tanıştıkları zaman, Kierkegaard yirmi dört, Regine ise on beş yaşındaydı. Bu ilk karşılaşmada, ikisinin de birbirinden etkilendiğine kuşku yoktu; fakat bunu birbirlerine itiraf etmeleri oldukça güçtü. Çünkü Regine’nin yaşı henüz çok gençti; ve Kierkegaard, hem genç kızın ve hem de −pek şahane olmasa da bir şöhrete sahip olduğu− çevresinin tepkisinden çekinmiş olabilirdi. Gelgelelim bu ilk karşılaşmadan birkaç yıl sonra, nihayet Kierkegaard Regine’ye duygularını açtı. Regine on sekiz yaşına henüz girmişti ve Kierkegaard da teoloji bitirme sınavlarını henüz vermişti. Bu sıcak hatırayı Kierkegaard daha sonra şöyle anlatacaktı:

1840 yazında ilahiyat okulu bitirme sınavlarına girdim. Sonra hemen Regine’yi görmeye evine gittim. Jutland’e gittim, belki o zaman bile onun peşinden koşuyordum.

6 Eylül’de her şeyi çözmeyi itice planlayarak evden çıktım. Evinin hemen önündeki sokakta buluştuk. Evde kimse olmadığını söyledi. Bunu davet olarak kabul ediverdim, gözüm oldukça kararmıştı. Birlikte içeri girdik. Orada duruyorduk, oturma odasında ikimiz yalnızdık. Biraz heyecanlıydı. Her zamanki gibi bana bir şeyler çalmasını istedim. O çaldı, ben de bir şey söylemeden durdum. Sonra notayı kapıp kapadım, biraz da ateşli bir şekilde, notayı piyanonun üzerine fırlattım.

‘Ah! Müzik umurumda değil, ben seni istiyorum, iki yıldan beri seni bekliyorum’ dedim” (1).

Bu ateşli itiraftan hemen sonra Kierkegaard, yanlış anlaşılmaların önüne geçebilmek için, Regine’nin babasından evlilik için müsaade istedi. Babasının çekimser onayıyla, Kierkegaard ve Regine, evlilik yolunda nişanlandılar. Fakat gelgelelim Kierkegaard, nişanlandıktan hemen sonra pişman olmuşa benziyordu – ki bu pişmanlığın ifadesi daha sonra, onun başyapıtı olan Ya / Ya Da’da da kendisine yer bulacaktı: “Evlenirsen pişman olursun; evlenmezsen yine pişman olursun. Evlen ya da evlenme, ikisinden de pişman olursun” (2).

Burada önemli olan soru, Kierkegaard’nun evlilik kararından neden pişman olduğuydu. Birdenbire Regine’yi sevmediğini mi fark etmişti; evlilik düşüncesine ilkece karşı çıktığını mı keşfetmişti; yoksa bu kendisiyle bir hesaplaşma mıydı? Daha sonraki mektuplaşmalardan ve Regine olayına dair yazılanlardan çabucak anlaşılacağı üzere, Kierkegaard Regine’yi seviyordu, buna hiç kuşku yoktu ve buna rağmen, yine de pişman olmuştu. Bu pişmanlığın, Kierkegaard’yu ve hiç haberi olmasa da Regine’yi ilgilendiren iki mühim sebebi vardı: Birincisii babası Michael Pedersen’den miras kalmış ve şimdi kendisinin bütünüyle içinde olduğu –hattâ artık “ben”in bir parçası sayılacak− melânkoli hâlinin bulaşıcı olduğu ve bu melânkoli hâlinin Regine’ye de çabucak tesir edeceği düşüncesiydi. Regine ışıl ışıl, yaşam dolu bir genç kadınken, Kierkegaard onu kendisinden ve melânkolisinden korumak zorunda hissetmişti. Yine bununla ilişkili diğer sebep de, Kierkegaard’nun, ailesinin üzerinde bulunan lânetten dolayı (3) otuz üç yaşına gelmeden öleceğine inanmasıydı. Bu inanca göre, Kierkegaard eğer Regine ile evlenirse, ona miras bir melânkoli bırakarak, birkaç sene sonra bu dünyadan göçüp gidecekti. Ona bu haksızlığı yapamazdı. Nitekim nişanlandıktan bir yıl sonra, Kierkegaard bir mektupla birlikte nişan yüzüğünü Regine’ye gönderdi. Mektupta ise şöyle yazmıştı: “Hepsinden önemlisi, bunu yazanı unut: Her şeyin dışında, bir kızı mutlu edememe yeteneği bulunan birini bağışla!” (4).

Gelgelelim Regine bu mektubu alır almaz Kierkegaard’nun evine koştu; ayrılığı kabul edemezdi ve kendisini bırakmaması için gerekirse ona yalvarmayı bile göze almıştı. Kierkegaard Regine’nin yalvaran sözcüklerine kayıtsız kaldı, hattâ kendisinden nefret etmesi için de her şeyi yaptı. Regine’nin ayrılığı kabullenebilmesi birkaç ayı aldı, kesin ayrılık ise 1841 yılının Ekim’inde gerçekleşti. Kierkegaard en başta bu ayrılıktan memnun görünüyordu; ta ki birkaç yıl sonra, Regine Olsen’in bir başkasıyla evleneceği haberini alana dek. Kierkegaard, bu haberle sarsıldı ve deyim o ki; Kopenhag sokaklarında gezinen bir ruha dönüştü. Son nefesine kadar Regine’yi sevmeyi sürdürdü; ve ölmeden önce bütün mirasını –kendi nazarında hâlen nişanlı olduğu− Regine’ye bırakmak istedi; fakat Regine “Schlegel” bu mirası tereddütle reddedecekti.

Dipnotlar:

(1) Kierkegaard’dan akt. Alastair Hannay, Kierkegaard, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2013, ss. 150.

(2) Kierkegaard Ya / Ya Da eserinde, estetik aşama ve etik aşama arasındaki diyalektik çözümlemeyi evlilik konusu üzerinden yapmıştı. Bu ifade de diyalektik bir bakışla okunmalı.

(3) Kierkegaard’nun babası Michael Pedersen, yoksul geçen çocukluk yıllarında Tanrı’ya lânet etmişti ve daha sonra Tanrı’nın kendisinden intikam almak için ailesini lânetlediğine inanıyordu. Nitekim Kierkegaard’nun beş kardeşi, peş peşe, otuz üç yaşına gelmeden ölmüşlerdi. Kierkegaard böylesi bir lânete daima inandı fakat kendisi kırk iki yaşına kadar yaşadı.

(4) Kierkegaard’dan akt. Alastair Hannay, Kierkegaard, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2013, ss. 172.

Kaynakça:

HANNAY, Alastair, Kierkegaard, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2013.

KIERKEGAARD, Søren, Ya / Ya Da, Alfa Yayınları, 2020.

FERGUSON, Robert, Kierkegaard’dan Hayat Dersleri, Sel Yayıncılık, 2014.