Kavafis’e, son Beyoğlu zamanlarına, Deniz’ime ve de Kent’ime…
Bazı insanların gölgeleri kentinde kalır, “Kavafis Kompleksi”dir dediğim: “Kentiyle sevişen insan”. “Freud’yen” yahut “Jung’yen” bir açıklaması yoktur, çünkü tamamen benim salladığım bir tanım. Hani der ya Kavafis Amca, “Başka bir deniz bulamazsın” diye, işte tam da 90’a doğru atılan frikiktir yaptığı, baraj maraj vs. hak getire. Yabancı şairlerin “10” numarasıdır ayrıca, her sayfada araya bir asist bırakır, hayatının golünü atmak da sana kalır.
Lakin aramızda kalsın Kavafis Amca, ben o Deniz’i çoktan buldum, üzgünüm.
Çocukken mesela, yapılan olağanüstü ortalara kafaya çıkardım. Bundandır belki de saçlarımın erken dökülmesi. Her kafa vuruşu, saçlarımdan bir teli yanında götürdü. (Konuyla ilgisiz mi? Hayır, bayağı ilgili)
Kent demiştim değil mi? Aaa… Evet. Kent. “Şehir” lafından her daim daha estetik gelmiştir “kent” söylemi kulağıma. 90’lardı mesela, hani insanlar profesyonel fotoğraf makinelerini kapıp Galata’ya gelerek başımıza birer Ara Güler kesilmediği yıllardı. O zaman herkes Muhsin Bey’di. İşte, ne zaman ki Ali Nazik icat edildi, o vakit bozuldu mertlik.
Kent ve 90’lar… Şarkılar… Kısadan biraz daha uzuna terfi eden yonca amblemli Adidas futbol şortları, Maradona’dan Zidane’a giden bir çalım anlayışı, İhsan Oktay Anar ve Metin Kaçan’ın Türk edebiyatına yaptığı röveşata, Küçük İskender’in büyük sözleri, Beyoğlu’ndaki eski sinemaların en arka koltuklarında sevgililerin filmleri protesto edercesine öpüşmeleri ya da sevişmeleri, İstiklal’de “Yuup var Kenzo var, Yuup var Kenzo var!” diyen parfüm satıcısı, Galatasaray Lisesi ve Tünel arasında İn ve Cin’in çift kale maçları, Nil Pasaj ve Tüccar Terzi Faik Gülcan… Kallavi Sokak ve Ismarlama Gömlekçi Celalettin Benli… İstanbul Pastanesi… Şark Muhallebicisi… Balık Pazarı’ndaki Arnavut Manav… Küçükparmakkapı Sokağı ve Adam Yayınları… K.K. işlemeli gömlekli Dedem ve de Meryem masumiyetindeki babaannem… Ve daha birçok şey.
Benim öyle köyüm olmadı yazları gittiğim, kusuruma bakmayın.
Ondandır kentle oynaştığım.
Bu yazım daha çoook uzar. Murathan Mungan ya da Edip Cansever gibi uzunca yazamayacağım. Yazarsam da Orhan Pamuk gibi 40. sayfadan itibaren anlaşılmaz bir hal almaktan korkarım. Cihangir’de deniz manzaralı öyle bir evim yok Pamuk gibi, ancak yanı başımda çoook güzel bir Deniz var!
Peki, Nobel’i bana da verirler mi acep?
“Yalnız ve güzel ülkem” yerine, “Yalnız ve güzel kentim” demek isterim Nuri Bilge’ye inat.
Ancak, Altın Palmiye değil de bir Galata Kulesi versinler yeter.
Kent mi demiştim?
Evet.
Cevap: “Kent”
*Kapak fotoğrafı: Hayrullah Mete
İstanbul/Beyoğlu doğumlu.Yüksek Lisans derecesiyle tiyatro mezunu. Tiyatro adına ülkemizde en önemli iki ödenekli kurum olan İstanbul Devlet Tiyatrosu ve İ.B.B. Şehir Tiyatroları’nda önemli oyunlarda oyuncu ve reji asistanı olarak görev aldı. Ensemble 34440 adıyla kurmuş olduğu tiyatrosuyla İonesco’nun en önemli yapıtlarından biri olan “Ders” adlı oyununu, Kent Oyuncuları’nın sahnelemesinden 50 yıl sonra yeniden sahneledi ve oynadı. Çeşitli televizyon dizilerinde ve yurt içi/dışı reklam çalışmalarında oyuncu olarak yer aldı. Özel televizyon kanallarında kültür/sanat ve gezi programları tasarlayarak, hazırlayıp sundu. Ayrıca, kültür/sanat üzerinde yayın yapan internet sitelerinde editör olarak görev aldı ve benzer sitelerde Türk tiyatrosu, Türk sineması üzerine incelemeler/ izlenimler ve de kent kültürüne dair yazılar kaleme aldı. Yayınevleri bünyesinde redaktörlük görevinde bulundu. Üniversitelerde, çeşitli liselerde, eğitim kurumlarında tiyatro /oyunculuk dersleri verdi, vermeye de devam ediyor. Pınar Ender Çekirge ve Yavuz Pak’ın, Türk tiyatrosunda önemli bir yer edinmiş ve ileriki yıllarda da önemli bir yer edinecek olan mühim tiyatro oyuncularının mesleki süreçleri üzerine yayınladıkları “Paralel Sorgu: Tiyatroya Adanmış Hayatlar” adlı kitapta yer aldı. Hala Beyoğlu ve İstanbul tarihi üzerine ve de kahve ve şarap üzerine araştırmalar yapmakta. Ve her şeye rağmen hala yazabilmekte…