“Yaşlanmak yaş almak demek aslında. Yaş almak biraz daha içini doldurmaktır. Biraz daha emmek/sindirmek demektir.“
Bu satırları Mehmet TURGUT’un multimedya sergisi Âlâ Portreler’de Yetkin DİKİNCİLER’den işitmiştim. Zaten günümüzde “ustalık” kavramının altının bu kadar boşaltılmış olmasıyla dertli olan ben, bu cümlelerle iyiden iyiye şu sorulardan kaçamaz hâle gelmiştim: Ustalık nedir? Kimdir usta? Bir aşama, bir seviye yahut varılması gereken bir hedef midir? Bir şahıs mıdır yoksa bir kimlik mi? Nedir usta?
Ben bu sorulara yıllar yılı cevap/cevaplar arayadurayım, Mehmet Turgut sergisinin ana başlığını da şu sözcüklerle açıyor: “Zamanla Âlâ Olur”! Bu ben gibi bir harise cevap değil de nedir? Cevap değilse dahi sıkıya sıkıya tutunacağım bir ip ucu yahut ustalık kavramına dair arayışımda benim anahtar sözcüklerim olacağı muhakkak! Serginin konsepti; ustalığa giden yolda olmazsa olmaz üç erdemden hareketle (zaman, sabır ve sadakat) kreatörün kendince “usta” olarak nitelediği dokuz sanatçının bu erdemleri kendi doluluklarıyla tanımlamaları üzerine kurulu. Dileyenler bu sergiye dijital ortamda rahatlıkla ulaşabilir.
Şahsen kendi payıma dokuz kıymetli sanatçının ele aldıkları olgu ve erdemlere dair yaptıkları açılımlara katılmamak elde değil diye düşünüyorum. Fakat söz konusu ustalık olunca sanki birkaç kavrama daha ihtiyacımız varmış gibi hissediyorum. Anlatılmak istenilen çok doğru, çok net ve bir o kadar da estetik. Fakat bu kadar sadelik bende biraz cılız kalmışlık hissi uyandırmadı da değil. Bu yüzden ben de kendi cevaplarımı ararken Âlâ Portreler’deki temel, olmazsa olmaz üç ustalık kıstasının gerek kendi mesleğimdeki gerek sanatın diğer disiplinlerindeki izdüşümlerini de aramış oluyorum. Ustalık benim için çok özel bir tanımlama. Bir kavram düşünün ki hem son derece göreceli olsun, herkesteki karşılığı farklı ölçütlerden geçsin hem de adını bir türlü koyamadığımız herkesin tartışmasız onayacağı ortak bir akılda buluşsun. Bu yönüyle bakınca aslında “Ustalık nedir?” sorusunun cevabına, sanki “Ne değildir?” sorusuna yanıtlar vererek ulaşıyoruz.
Sözgelimi zamanı ele alalım; ustalık sadece bir meslekte yıl kat etmek değildir. Daimî olarak yaptığın işi yıllar yılı yineleyerek ustalığa erişmek imkânsızdır. Bir işi yılların verdiği kronik alışkanlıklarla sürekli aynı nitelikte tekrar edebiliyor olmak ustalıktan ziyade kısır bir döngüdür zannımca. Sonuçta aynı işi pili bitmediği sürece bir duvar saati de yapabiliyor. Öyleyse duvar saatleri için, “zamanı ölçme ve yansıtma konusunda usta” mı demeliyiz? Hayır, duvar saati sadece devamlı olarak aynı rutini yinelemek üzere oluşturulmuş bir basit makinedir. Ve basit makine olmak bir ustalık vasfı olmasa gerek. Usta bu bağlamda, zamanı etkin kullanan, bilgi ve deneyimini zamanla demleyen ve zamanın götürdüklerine karşı yeni şeyler getiren yahut hiç değilse buna öncülük eden kişidir. Usta, uğraşına kendini içtenlikle vakfetmedikçe zaman sadece gelip geçen bir sayıdır.
Olası bir yanlış anlaşılmanın da önüne geçmek adına şunu da belirtmek isterim: Ustalık bir konuda salt yetenek yahut üstün beceri sahibi olmak da değildir. Bir işi çok iyi yapabiliyor olmak, en iyi yapabiliyor olmak, sizi o işin ustası kılmaz. Çünkü bir başkası da aynı ölçütte iyiyi bulduğunda bu durumda sizin ustalığınız geçerliliğini yitirir. Yani esasen usta dediğimiz kişi sadece işinde iyi olan kişi değil, kendini vakfettiği konularda bilgi birikimi olduğu kadar aynı zamanda bu beceri sahibi olduğu melekeleri gelecek kuşaklara da aktarabilen, öncü akım yaratabilen, taklit edilemeyecek kadar özgün, nevi şahsına münhasır kişidir. Hatta ve hatta bütün bunlara sahip olmanız dahi yetmez usta sayılmanız için. Çünkü usta, iyi insandır aynı zamanda. İyi insan olmak zorundadır. Donandığı erdemlerin getirisi olan ferdi bir ahlaka sahiptir. Bu ahlak kişiyi kendine, çevresine ve her şeyden önemlisi ustalaştığı yetisine karşı kötü sayılabilecek her türlü tutum ve davranıştan imtina ettirir. Bu yönüyle de ustalık; bitmeyen bir çıraklık aslında. Ya da Yılmaz ERDOĞAN’ın “Bana Bir Şeyhler Oluyor” oyununda Altan ERKEKLİ’nin dediği gibi; çırakları olan bir çıraktır usta olsa olsa…
Ustalık kavramının altının en çok boşaltıldığı meslek grubu arasında başı ne yazık ki benim de mensubu olduğum oyunculuk sanatı çekiyor. İnternet sitelerinde, haber kanallarında yahut sosyal medyada “Usta oyuncunun vefatı”, “Usta oyuncu sevenlerini üzdü” gibi içeriklere rastlaşmışsınızdır. Ölüm elbette o kişinin sevenleri adına çok üzücü fakat ben bahsi geçen kişi ya da kişilerin meslek hayatlarına baktığımda ustalığa konu olabilecek bir şey ne yazık ki göremiyorum. Bu da ustalığı sadece meslekte kat edilen yıla indirgemek oluyor ki buna yazının başından beri tümden karşı olduğumu defaatle belirttim. Bilhassa ülkemizde ustalık zaman kavramıyla o kadar senkronize edilmiş ki, altmış yaşın altındaysanız usta sayılmanız imkânsız. Üstelik dünyaya mesleğiniz dahilinde yeni bir kuram bahşetmiş olsanız bile. Bunun yanında altmışınızı geçtiyseniz, artık usta sayılmanız, mensubu olduğunuz camiada, tanınırlığınız ölçüsünde gayet olası.
“Sana bir sesi tarif edebilirim ama duygularımı asla tanımlayamam. O duyguları bir Shakespeare açıklayabilir sana. Bir Gide, bir Wilde! Ve onlar öylesine açıklarlar ki; “şaheserler” diye raflara koyarsın. Ben ise keçi boynuzu kadar bir tavır koysam, kınanır, ayıplanır, dışlanırım…”
Ferdi MERTER
“Kuğular Şarkı Söylemez”
Sanat disiplinlerinden birini meslek olarak seçmek de mesleğini yapabilmek de yapıp hayatta bununla var olabilmek de her geçen yıl daha da zorlaşıyor. Artık mensubu olduğumuz bu mecralar geçmişte olduğu gibi sadece birkaç kişilik zümreden oluşmuyor. Kapitalizmin körüklediği rekabet anlayışı sanatta çoktan baş gösterdi bile. Artık herkes herkesin rakibi, herkes bir diğeri için alternatif. Sadece nitelikli bir üretim ortaya koyup bir yaratı gösterip işte benim eserim deyip çekilemiyorsun, aynı zamanda bunu pazarlamalısın da. Çok üzgünüm ama maalesef böyle. Alternatifin olmadığı yıllarda sanatçı olmayı istemenin, bu uğurda gösterilen cüretin karşısında saygıyla eğiliyorum. Fakat günümüz koşullarıyla karşılaştırdığımda bugün “usta” olarak anılan pek çok kişinin doğum yılı bu jenerasyona tekabül etseydi bırakın ustalığı, esamesi okunacağından dahi şüpheliyim. Kendini gerçekleştirememiş bir eskiliğe devamlı olarak bir hayranlık, bir yücelik atfetme söz konusu.
Son olarak bir önceki yazımda değindiğim “ödül” kavramını bu yazının konusu “ustalık” ile ilişkilendirerek bitirmek istiyorum. Keşke ülkemizde Mehmet TURGUT’un sergisinde dile getirildiği gibi ustalığa zaman, sabır ve sadakat gibi erdemlerle döşeli bir yoldan varılabilseydi. Fakat bunların yerini yaş, mesleki çevre ve şöhret aldı. Yolun sonuna da “Yaşam Boyu Onur Ödülü”nü koydular. Gidin alın.
Uğraşan biriyim. Kendimi tek bir kelime ile tanımlayacak olsam bu olurdu herhalde. Kendimle, çevremle, işimle, aklımla, hayalimle, dünya ile, gökyüzüyle devamlı bir uğraş içerisinde buluyorum kendimi. Mutlak bir şeyleri daha iyi bulabilmek uğruna kavga verirken rastlıyorum kendime devamlı. Uğraşıyorum işte… Daha fazla okumaya, daha fazla birikmeye, anlamaya, anlatmaya, anlatamadıkça yazmaya; uğraşıyorum…