Maydanozların kaç lira olduğunu soran kadının etli dudakları ve geniş pembe dili yılan gibi kıvrıldıkça hipnotize oluyordum. Kadın elindeki maydanozları sallaya sallaya bağırmaya devam ederken minik kan damlalarının etrafa sıçrama sesi büyülü bir şarkının hırçın notaları gibi coşuyordu beynimin içinde. ‘’Üç lira hanımefendi,’’ dedim ve elinden demetleri çekip kese kâğıdına sardım, para üstünü uzattım. Canım sıkılmaya başlamıştı. Sinir hücrelerim arşa çıkmak için savaşıyordu. “Böyle olmayacak, böyle olmayacak…” Güneş batmamıştı daha. Pazar tezgâhını toplayıp eve geldim. Daha temkinli davranmalıydım. Güzel maydanozlarım benim. Annem çok kızacaktı, çok. Eve gelir gelmez bütün kıyafetlerimi önce bahçede hortumla yıkadım, ardından çamaşır makinasına attım. Hijyen çok önemli! Virüsler her yerdeydi. Ev kıyafetlerimi giyip bir kahve yaptım kendime. Annem kahve yaparken iki kere kaynat demişti. Tırnaklarım epey kirlenmişti. Kahveyi hemen lavaboya döktüm. Tırnaklarımı fırçaladım iyice, sabunla yıkadım. Kahvemi tekrar pişirdim. Koltuğa kurulmuşken camdan yan komşum Gürbüz Bey ve Esma Hanım’ı gördüm. Orta yaşlı, emekli insanlardı. Çocukları olmamıştı. Hafta sonları arka bahçelerinde sıklıkla mangal yapıyorduk beraber. Zaman zaman ben de kasaptan etleri alıyor ya da annemin tariflerinden meze, salata tarzı şeyler yaparak götürüyordum. Kasabın vitrinine bayılıyordum. Kış geldiğinde ise kapalı bahçelerinde Esma Hanım’ın leziz kekleri eşliğinde kahve içiyorduk. Gürbüz Bey’in kırmızı güllerine hayrandım. Kahve muhabbetlerimizde güllere nasıl bakım yaptığını dinlemeyi çok seviyordum.

Çarşamba günüydü. Asıl işimden izin almıştım. Pazarcılığı şimdilik hobi olarak yapıyordum. Hava açıktı. Market alışverişini bitirip yakın bir semtin pazarına gittim. Pazarcıların bağırışları, kalabalık, insanların kararsız adımları kara deliğe sürüklüyordu beni ve içimde tarifsiz bir duygu dalgalanıyordu. Simitçinin yanında durdum. O bağırdıkça ben de bağırdım. Bir ara simitçi ile göz göze geldik. ‘’Ne yapıyosun abi, çok mu sıkıldın? Yenge konuşturmuyo seni galiba,’’ dedi. Olduğum yerde dondum kaldım. Gelen geçen çarpıyordu. Simitçi, “Abi kenara çekil, ezileceksin,” deyince kendime gelip kaldırıma çıktım. Evli değildim. Kırk yaşına merdiven dayamıştım ve evlenmeyi hiç düşünmemiştim. Bir kadını anlayacak, yuva kuracak kafada hiç değildim. Kendimi, hafta sonlarını alışveriş merkezlerinde çekiliş kazanmak için mağaza mağaza gezecek kadar mutlu bir dünya içinde düşlememiştim. Kime göre ‘mutlu bir dünya’ olduğu da bir muammaydı. Söylenerek gezerken pazarda bulduğum tüm yeşillikleri aldım. Eve geldim. Önce kıyafetlerimi ve kendimi yıkadım, sonra da kocaman bir kabın içerisine su doldurdum, karbonat serpip yeşillikleri attım.

Balkondaki masaya yıkadığım yeşillikleri boy sırasına göre serdim. Suya düşen minik bir tırtıl kurtulmaya çalışıyordu. Onu alıp örtünün kenarına koydum. Üzerini biraz kurulamaya çalıştım. Minicik bedeni nasıl da masumdu. Kuruyan yeşillikleri havlu serili kapaklı bir kutuya koyup buzdolabına kaldırdım. Annemin sözleri kulaklarımda çınlıyordu; ‘’Ellerini yıkayıp tırnaklarını fırçalamadan yemeğe oturma.’’ Duşa girdim. Küvete biraz çamaşır suyu döküp çeşmeyi açtım. Küvet dolunca soyunup içine girdim. Günahlarımı yıkarken dua ediyordum. Annem beni görseydi gurur duyardı.

Kapı çaldı. Esma Hanım elmalı kek getirmişti bana. Mis gibi kokuyorlardı. Mutfak tezgâhını çamaşır suyu ile fırçalayıp sirkeli suyla duruluyordu. Bundan dolayı onun yaptığı her yemeği gönül rahatlığıyla yiyebiliyordum. Tırnakları daima kısaydı ve ibadetlerini aksatmıyordu. Annemle çok iyi anlaşırlardı. Kek tabağını dün yaptığım yemekten koyarak geri verdim. Gürbüz Bey biraz rahatsızlanmıştı. Onu keyiflendirmek için kek yapmıştı Esma Hanım. Yoksa hafta içi pek âdeti değildi. Çay demleyip güzel bir Hollywood filmi açtım. Hafta ortasında küçük keyifleri, hastanede rehabilitasyon gördüğüm zamanlar doktor tavsiye etmişti. Hafta sonu kasaptan etlerimi alıp Esma Hanımlara gittim. Gürbüz Bey mangal yapamayacak kadar yorgun görünüyordu. ‘’Öyleyse size güzel bir akşam yemeği hazırlamak istiyorum Esma Hanım,’’ dedim. Mutfağa geçtim. Etleri zeytinyağı ile marine edip buzdolabına koydum. Esma Hanım bu davranışımı takdir etti, biraz dinlenmek istediğini söyleyerek koltuğa uzandı. Gürbüz Bey yatak odasında yatıyordu. Televizyonda oldukça gürültülü bir yarışma programı açıktı. Eti keserken bıçağın geniş yüzeyindeki yansımada Esma Hanım’ın yüzünü gördüm. Dolgun ve pembe yanakları vardı. Memeli canlılarda en lezzetli yerin yanak olduğunu bir yerde okumuştum. Bu düşüncemden utanç duydum ama içimdeki tutku giderek artıyordu.

Akşam yemeği hazırdı. Gürbüz Bey için odasına götürdüm. Yüzü sararmıştı ve solgun görünüyordu. Doktora götürmek istedim fakat kabul etmedi. İnsanların ölüm tercihlerine saygı duyuyordum. Etin yanına patates püresi yaptım. Yeşil salata ve tatlı olarak da helva vardı. Helvaya bakıp gülümsedim. Çok manidar göründü gözüme. Yemekten sonra kahvelerimizi televizyon karşısında içtik. Esma Hanım yemeğin rehaveti ile koltukta uyuyakaldı. Bulaşıkları toparladım, geniş yüzlü bıçağı temizleyip masanın üzerinde bıraktım. Gürbüz Bey’in odasından tepsiyi aldığımda çoktan derin uykuya dalmıştı. Nabzını kontrol ettim; morfin sayesinde oldukça yavaştı. Ağrıları dinmiş olmalıydı. Üzülüyordum onun için. Televizyonu kapattım. Esma Hanım’ı üçlü koltuğa yatırdım. Gözlüklerini çıkarttım. Bahçeye hava almak için çıktım. Yağmurlar başlamadan şöyle güzel bir çapa ile toprağı havalandırmak iyi olur diye düşündüm. Yeterince beslenmemiş bir çocuk gibidir toprak. Ne cahil varlıklardık. Bir avuç toprak olacaktık fakat ona bakmıyorduk. İnsanlık, tam bir utanç kaynağıydı. İçeriye girdim. Bıçağı aldım. Esma Hanım’ın nabzını kontrol ettim. Sakindi. Morfini şırıngaya çekip Esma Hanım’a enjekte ettim. Derin bir nefes alıp başını sola yatırdı. Bıçakla yavaşça yanağından ilk parçayı kestim. Mutfağa götürüp buzlukta bir poşetin içinde koydum. Arkamı döndüğümde Esma Hanım ayağa kalkmıştı, yüzünden kanlar akıyordu. Yanına gidip kolundan nazikçe tuttum. “Esma Hanımcım düşüp her yeri kirleteceksiniz,” diyerek koltuğa yatırdım. Uyanması iyi olmadı. Morfinden iki doz daha vurdum. Annem bir defasında banyoda beni derim kanayana kadar keselerken; ‘’Bir hayvan bile yaşamayı hak eder fakat iyi insanlar yaşamayı hak etmez. Yaşamak için kötü olmak gerekir. Sen o kadar iyi bir çocuksun ki yaşamana nasıl izin vereceğim? Korkuyorum oğlum,’’ demişti. Anneme sarılıp ağlamıştım. Şimdi ne demek istediğini Esma Hanım’ın gözlerine bakarken daha iyi anlıyordum. Çok iyi insanlardı.

Bahçeye çıktım. Derin derin nefes aldım. Sakinleşince eve gidip muşamba, eldiven, kazma, kürek ve elektrikli testereyi çıkardım. Halının üzerine muşambayı serdim. Esma Hanım’ı yatırdım. Kıyafetlerini bir çöp poşetine koydum. Elektrikli testere ile sırasıyla kollarını, bacaklarını, kafasını bedeninden ayırdım. Sesten dolayı Gürbüz Bey uyanmıştı, merdivenlerden iniyordu. Konuşmasına fırsat vermeden koşarak boğazını kestim. İkisini de parçalara böldükten sonra bahçeye çıkıp toprağı kazmaya başladım. Derin bir çukur açtım. Esma Hanım ve Gürbüz Bey’in üstlerine üç kere toprak atıp dua ettim. Tanrı günahlarını affetsin. Duam bitince çukuru doldurdum.

Toprağın üzerine boylu boyunca uzandım. Güneşin doğuşunu izledim. Toprağın, çimin kokusunu içime çektim. Börtü böcek kahvaltı için ayaklanmıştı. Kalkıp dağılan eşyaları toparladım. Eve döndüm. Banyoya girip üzerimdeki kıyafetleri çamaşır makinasına attım. Küvete çamaşır suyu döktüm, çeşmeyi açtım. İçine girdim. Annemin yaptığı gibi kaynak suyla yıkandım. Aklıma bir anda bahçeye meyve, sebze ekmek geldi. Esma Hanımların bahçesine de bir şeyler ekebilirdim. Giyinip, zirai tohum satan bir dükkâna gittim. Maydanoz ve marul tohumu aldım. Bilmediğim işlere birden atılmaktan hoşlanmıyordum. O sebeple iki bitki yeterli diye düşündüm. Esma Hanım ve Gürbüz Bey’in üzerine küçük delikler açıp tohumları ektim. Kendi yeşilliklerimi yetiştireceğim için çok mutluydum.

Maydanozlar o kadar güzeldi ki asıl işimden istifa edip düzenli olarak pazarcılık yapmaya karar verdim. Haftanın her günü duyduğum tüm pazarlara gidiyordum. Yaklaşık iki seneyi pazarcılık yaparak huzurla geçirmiştim. Esma Hanım ve Gürbüz Bey toprağı güzel beslemişlerdi. Onları ne soran ne de merak eden vardı. İki yaşlıyı kim niye merak etsin ki zaten.

Yağmurlu bir salı günüydü. Hava kapalıydı. Kendi evimi satın almamda aracı olan emlakçı, yanında genç bir çiftle kapımı çaldı. Laubali konuşma tarzıyla sırtlanlara benziyordu. Esma Hanımların evini göstermek istiyormuş. Rahatsız oldum. “Ev boş değil ki, bu ne hadsizlik,” dedim. Beni kenara çekip evin iki yıldır boş olduğunu ve bahçeyi benim kullandığımı bildiğini anlattı. Resmi işleri o sabah belediyede halletmişti. Genç çiftin yanında o kocaman sulu erik gözlerini açarak, “Yaşlı çiftimiz eve öyle güzel bakmışlar ki, çok üzülüyorum ortadan kaybolmalarına,’’ dedi. Elinden gelse ağlayacaktı.

Erhan ve Aslı eve taşındılar. Onların da çocukları yoktu. Evleneli üç yıl olmuştu. Yoğun iş hayatları varmış. Benim bahçe işleri ile uğraşmam çok hoşlarına gitmişti. Kendi bahçelerini de aynı şekilde ekmeye, biçmeye devam etmemde bir mahsur olmayacağını söylediler. Memnuniyetimin karşılığı olarak, taşınmalarını da kutlamak adına hafta sonu bahçede mangal yapmayı teklif ettim. Buzluktan Esma Hanım’ın yanağını çıkardım ve güzelce zeytinyağı ile marine ettim. Defneyaprağı ve biberiye de ekledim. Erhan ve Aslı yemeği çok lezzetli buldular. Benimle komşu olduklarına çok sevindiklerini söylediler. Bir sonraki hafta sonu yemeğinin onlarda olacağına dair anlaştık.

Ertesi sabah yine emlakçı geldi. Yeni komşulardan memnun olup olmadığımı sordu. Onu içeriye almadım. Arkadaş olmalıymışız. Arkadaş kriterimin yanından geçmiyordu. Kapının önünde konuşurken arada büyük karton bardaktaki kahvesinden bir yudum alıyordu. Ağzının kenarından süzülen kahve korkunç arzularımı tetikliyordu. Maydanozlarımla mutlu ve sakin bir hayat yaşarken emlakçının akıbetine sebep olmak istemiyordum. Dudağını yalarken çıkardığı şapırtı beni buna mecbur bırakmıştı. Bir kaç gün sonrasına kahve içmek için sözleşip ayrıldık. Kapıda dokunduğu yerleri dezenfektan ile sildim. Erhan’la Aslı’nın benden şüphelenmemesi gerekiyordu. Onlar için iyi komşuyu oynamaya devam etmeliydim.

Emlakçı ile bir kafede buluştuk. Ona özel kurabiyelerimden götürdüm. Hamur işlerini çok sevdiğini biliyordum. Dördüncü kurabiyeyi de ağzına tıktıktan yirmi dakika sonra uykusu geldiğini, kendisini iyi hissetmediğini söyledi. Arabasına kadar eşlik ettim. Anahtarları bana verdi. Daha kapıyı açmadan bayıldı. Kurabiyelerime işbirliği için teşekkür etmeliydim. Arabasının arka koltuğuna yatırdım. Sürücü koltuğuna geçtim. Evime geldik. Emlakçının garip bir kokusu vardı. Hızlı yaşayan, hızlı tüketen bir bedenin çürümüş etlerinin üzerine adi bir parfüm sıkılmış gibiydi. Salona muşambayı serdim. Emlakçıya morfin enjekte edip yarım saat kadar bekledikten sonra parçalara ayırmaya başladım. Karanlık çökmüştü. Camdan Erhan’ın geldiğini gördüm. Panikle emlakçının üzerine halıyı örttüm. Kahretsin! Halıyı da gömmem gerekecekti. Kapının arkasından kısık sesle hasta olduğumu söyledim. Beni akşam şarap içmeye çağıracakmış.

Günahkârlar. Erhan’ın uzaklaştığını görünce bahçeye çıktım. Hızlıca toprağı kazdım ve halıya sarılı emlakçıyı içine attım. Çukuru toprakla doldurup maydanoz kasalarını üzerine koydum. Ellerim kan içindeydi. Annem olsa bana çok kızardı. Hemen banyoya koştum. Tövbe edip derimi kanatırcasına keseledim. Duamı bitirdim. Erkenden de uyudum.

Pazarda sergiyi açarken kan bulaşan maydanoz kasalarını fark etmedim. Maydanozların üzerine canlı görünsünler diye su serpince kuruyan kanlar çözülüp akmaya başladı; emlakçının pis kanı. Akşam eve geldiğimde Erhan’la Aslı polislerle kapıda dikiliyordu. Boş maydanoz kasalarını kenara indirmeye başladım. Polis bana doğru geliyordu. Dua etmeye başladım. Beni kelepçeleyip bahçeye götürdü. Esma Hanım ile Gürbüz Bey’in parçalarını çıkarmışlardı. Onları görünce hissettiğim korkunç acıyla yere çöküp ağladım. Ruhlarının azat olması için Tanrı’ya yalvardım. Günahkârdım.

Doktor ilerleyen zamanlarda terapiye daha çok katılmamı istedi. Yeni ilaçların iyileştirici etkisinin hızlı olabileceğini ve duygularıma hâkim olma konusunda gelişebileceğimi söyledi. İnanmadım. Odama gitmek istedim. Ne Tanrı ne de doktor beni kurtarabilirdi. Odamın köşesinde annem bana bakıyor ve o pis hapları yutmamam konusunda beni uyarıyordu. Onu dinledim. Günahlarımdan arınmak için dua ettim. Akşam yemeğinden sonra erkenden odama çekildim. Yatma saati geldi. Işıklar kapandı. Pijamamın lastiğine sıkıştırdığım çatalı çıkardım.