Onunla [Otto Weininger’le] aynı fikirde olmak gerekli ya da mümkün değildir, fakat yüce olan da aynı fikirde olmayışımızın içinden doğar. Harika olan onun muazzam hatasıdır. (Ludwig Wittgenstein’dan Edward Moore’a Mektup, 1931).
Felsefe tarihi, fikirlerine katılmadığımız, bazen görmezden geldiğimiz, bazen suçladığımız, bazen safsatalar ve bazense saygıdeğer yanlışlar ürettiğini düşündüğümüz filozoflarla doluysa da (sözgelimi kendi hesabıma Platon, Kant, Hegel, Schelling bu filozoflardan bazılarıdır); Otto Weininger’i bu filozoflardan ayrı bir sayfaya ya da en azından ayrı bir satıra yazmak elzemdir. Zira o, saldırgan, gözü dönmüş, elinin ayarı kaçmış eleştiriye dahi değil, kupkuru bir sansüre, bir kapatmaya ve bir dışlanmaya maruz kalmıştır. Bu belki belli bir dönem için anlaşılabilir, sözgelimi geçtiğimiz yüzyıl için: Fakat içinde bulunduğumuz yüzyılda onunla yüzleşmek, onu sansürden kurtarmak ve ona kulak kabartılmasını sağlamak, tarihsel ödevlerimizden biridir. Çağlar çağı boğuşup durduğumuz, cinsiyetçilik, türcülük, renkçilik, ırkçılık gibi belli başlı problemleri, felsefî olarak uçlara çekiştirmeden ve iyice çiğnemeden sindirmenin olanağı olmadığı gibi; çağımızda bu sorunlarla baş etme yöntemimizin de elimizdeki erikle ağaçtaki erikleri düşürmeye çalışmaktan bir farkı olmadığı açıktır. Weininger’in fikirleri bize ne kadar uzak olursa olsun, bu noktada Wittgenstein’ın düşüncesine iştirak etmekten başka çıkar yolumuz yoktur: Onunla aynı fikirde olmak gibi bir zorunluluğumuz yoksa bile, onu dinleme ve onun dinlenmesini sağlama gibi bir ödevimiz mevcuttur. Ö halde bu yazı, bir giriş ve yol açma girişimi olarak burada dursun. Belki ileride karşımıza çıkacak gündelik problemlerde, işimize yarayabilir.
Otto Weininger, hepi topu yirmi üç yıl altı aylık yaşamına, belki bin yıllık tartışmaların, en tartışmalı yorumlarını sığdırmıştır. Avusturyalı filozofun şöhreti, en başta sansasyonel intiharından ileri gelir. O, deha-müzisyen Ludwig van Beethoven’ın öldüğü odada, yüreğine ateş edip yaşamına son vererek “spekülatif” felsefesini ölümüyle perçinlemiştir. Daha sonra Weininger, Viyana yerelinde şöhrete kavuşsa da –bilhassa kopya intihar vakalarıyla−, zaman içinde kendisi de felsefesi de sansüre uğramıştır. Peki Weininger düşüncesini bu denli “tehlikeli” kılan şey nedir? Onun öncülü, her insanın eril ve dişil ögelerin farklı nispetlerde bir arada bulunuşundan meydana geldiği argümanıdır. Weininger için, saf erkek ya da saf kadın yoktur: İnsan, bir eril ve dişil bir karışımdır (1). Bu öncülden hareketle Avusturyalı filozof, bir karakterbilim ortaya koymaya ve nihayet ise evrensel dehanın olanağına ulaşmaya çalışmıştır. O, eril ögenin güçlü, ahlâki, bilinçli, üretken olanı; tam aksine dişil ögenin zayıf, ahlakdışı, bilinçsiz olanı temsil ettiğini öne sürer. Tartışmanın ilk odağı da burasıdır. Erkeklik “iyi” olan her şeyi temsil ederken, kadınsılık “kötü” ve hatta şeytanîdir. Erkek yaşamı bir bilinç yaşamı iken, kadın yaşamı bir cinsellik yaşamıdır ve kadının önünde, cinselliğin kendisi ya da sonucuyla ilgilenme ölçütünde iki yok vardır sadece: Cinselliğin kendisi fahişeliğe, cinselliğin sonucu, yani çocuk ise anneliğe yönlendirir kadını. Bu durumda bir insanda eril öge ne kadar yükselirse o kadar bilinç yaşamı, hatta dörtte dört eril bir insanda ise dehanın olanağı ortaya çıkacaktır. Weininger’in bu düşünce çerçevesi, klasik mizojinist yaklaşımların bir adım ileri götürülüşüdür: Kadınsılığı şeytanlaştıran, bilinçten yoksun, salt ve kabaca erotikleştiren bu yaklaşım, elbette karşı çıkılmaya değerdir. Fakat hepsi bu kadar da değildir: Weininger argümanını bir adım ileriye taşıyarak, karakterbilimiyle ortaya koymaya çalıştığı hakikati, dinler ve din mensubiyetleri üzerine uygulamaya çalışır. Buna göre, Yahudiler kadınsıdır ve dolayısıyla kadınsılığın barındırdığı tüm zayıflıklara ve şeytanîliklere sahiptir. Yahudilike nispetle Hıristiyanlık ise daha eril, dolayısıyla daha bilinçli bir insanlık durumudur. Bu yüzden Weininger, Yahudi kökenli olmasına rağmen, ölmezden önce Hıristiyanlıka geçmiştir. Zaten intihar etmesinin sebeplerinden birisi de, Yahudi kökenli olmasıdır –bu yüzden o, “kendinden nefret etmenin peygamberi” olarak da anılır.
Böylece Otto Weininger düşüncesinde, “Kadın” ve “Yahudi” sorunları, bir karakterbilim ortaya koyma vaadinde sorunsallaşır. Cinsiyetçilik ve ırkçılık ve hatta gizli bir türcülük, bu felsefede bir araya gelmiştir. İlk başta hemen reddedilebilecek bu felsefe, sanıldığının aksine, −sansüre uğramasına rağmen− Ludwig Wittgenstein, Kurt Tucholsky, Franz Kafka, James Joyce, Emil Cioran, Elias Canetti gibi pek çok önemli isim üzerinde menfi ya da müspet olsun, büyük bir etkiye sahiptir. Adolf Hitler’den aldığı ufak övgüyü dışarıda bırakacak olursak; Weininger hemen faşizmle ilişkilendirilebilecek, bu yüzden de kolayca tarihten silinip atılabilecek, olası atıflardan alıkonulacak birisi değildir. Bu yüzden burada kabaca çizdiğimiz çerçeveyi genişletmek, onun üzerine çalışmaya devam etmek, onu görünür ve duyulur kılmak, benim ideallerimden birisidir –ki farkındayım, bu bir miktar tehlikeli olabilir. Bu yolda, önceki yazımdaki gibi bir kitap ilanıyla bitirelim: Kadın ve Yahudi: Bir Otto Weininger Kritiği, pek yakında görünür olacak. Orada yeniden, Weiningerian biçimde buluşmak dileğiyle…
Camus yâr, Nietzsche yardımcınız,
Weininger (tercih edilecek) düşmanınız olsun…
Dipnotlar:
(1) “…erkekler ile kadınlar değişik oranlarda birleşen iki cisim gibidirler, ama bu bileşimde her iki element de bütünüyle ortadan yok olmazlar. Nereye bakarsak bakalım, deyiş yerindeyse, tek başına ne bir erkek ne de bir kadın bulunduğunu görüyoruz; ama yalnızca erkek durumu ile kadın durumu bulunduğunu görüyoruz.” (Otto Weininger, Söz Kalıntıları, Çeviren ve Sunan: Abdülbaki Güçlü, Pharmakon Yayınevi, 2014, ss. 195).
Yararlanılan ve Önerilen Kaynaklar:
WEININGER, Otto, Söz Kalıntıları, Çeviren ve Sunan: Abdülbaki Güçlü, Pharmakon Yayınevi, 2014.
WEININGER, Otto, Sex and Character , trans. 1906.
Henidik Dergi, Sayı 11: Otto Weininger, Ocak-Şubat 2021.
Hamza Celâleddin, 1991’de Konya’da dünyaya geldi. 2013’te Süleyman Demirel Üniversitesi Felsefe bölümünden mezun oldu ve 2014’te Konya Üniversitesi Felsefe bölümünde yüksek lisans programına başladı. 2017’de Katil Nietzsche Asker Kant, 2018’de Dehşetli Peygamber Zarif Cellat, 2019’da Nietzsche’nin Altı Günü eserleriyle birlikte; Destek Yayınları felsefe serisi için Albert Camus, Søren Kierkegaard ve Jean-Paul Sartre derlemelerini kaleme aldı. Son olarak ise Fihrist Kitap’tan Bir Otto Weininger Kritiği isimli kitabı yayınlandı. 2014’ten itibaren pek çok dergi ve online gazetede yazıları yayınlandı ve 2017-2019 yılları arasında Düşünbil Felsefe Dergisi editörlüğünü yaptı. 2019 yılından itibaren ise kendi dergisi, Henidik Felsefe ve Filoloji Dergisi’ni çıkarmaya başladı. Ayrıca bir süredir tiyatro sahnesinde Felsefe Konuşmaları yapmaktadır.